12 Haziran 2009 Cuma

Seren ne yapsın


Seren ne yapsın

Üç yılda tam üç kez hamile kalan ancak bebeklerini daha doğmadan kaybeden Seren Serengil, "Sizce ben ne yapmalıyım" diye soruyor:

SEREN SERENGİL VE EŞİ (FOTO GALERİ)

"Eğer beş yıl içinde çocuğum olmazsa, eşimin hayatında olmak istemem. Bebeğimi kaybettiğim gün
hastanede Musa'ya, 'ayrılalım' dedim. Çünkü o çok üzüldü. Hıçkıra hıçkıra ağladığına şahit oldum. O babalığı hak ediyor. Bu durumda ne yapmalıyım bilemiyorum."

Beş yıl içinde çocuğum olmazsa eşimin hayatında olmak istemem

Üç yılda tam üç kez hamile kalan ancak bebeklerini daha doğmadan kaybeden Seren Serengil, yaşadıklarını Kelebek’le paylaştı. Hayatla bağını koparmamaya çalıştığını belirten Serengil, yeni görüntüsüyle ilk kez Zeynel Abidin
Ağgül objektifine poz verirken, çarpıcı açıklamalarda bulundu: “Hiç çocuğum olmayabilir. Eğer beş yıl içinde olmazsa, eşimin hayatında olmak istemem.

Çünkü o, babalığı hak eden biri. Bunu ona yapamam.”

2006 yılında dokuz aylık hamileyken bebeğinizi kaybettiniz. Ardından geçtiğimiz yıl, 1,5 aylıkken düşük yaptınız ve 40 gün önce de 5,5 aylık hamileyken üçüncü bebeğinizi kaybettiniz... Bunların sebebi kan pıhtılaşması mı Seren Hanım?
- İlk hamileliğimde, dokuz aylık hamileyken bebeğim karnımda öldü. Bunun üzerine doktorlar benden genetik test istediler. Bu testte hem benim hem de eşim Musa’nın kromozomlarına bakıldı, tam teşekküllü kan tetkiklerimiz yapıldı vs... Fakat ben ilk bebeğimi kan pıhtılaşması nedeniyle kaybetmedim. O tamamen kordon dolanması yüzünden vefat etti.

Kan pıhtılaşması rahatsızlığınız, ikinci bebeğinizi kaybettikten sonra mı ortaya çıktı?
- Evet... Ama bu, ileri safhada değildi. Bunun seviyeleri var. Benimkisi dördüncü seviyedeydi. İkinci bebeğimi 1,5 aylıkken düşürünce, nedenlerini araştırmaya başladık. Ve ortaya kan pıhtılaşması çıktı. Bundan sonraki hamileliğimin normal gitmesi için ilaç tedavisine başladık. Dokuz ay boyunca karnımdan kan sulandırıcı iğne olacaktım, çocuk doğduktan sonra da üç ay bu iğneye devam edecektim. Üçüncü kez hamile kalınca hemen iğneye başladık. 5,5 aya kadar her şey çok normaldi.

Peki, tüp bebek yöntemiyle üçüncü kez hamile kaldığınızı duydum. Bu doğru mu?
- Evet, doğru. Üçüncü hamilelikte çok titiz davrandık. Yani kromozomlarda bir şey çıkmasın, her şey sağlam, sağlıklı olsun diye tüp bebek istedim. Bunu yaparken de bana çok hormon verdiler. Hormonlarım değişince birden 75 kiloya çıktım. Dört aylık hamileyken enteresan bir şekilde ellerim, ayaklarım su topladı ve his kaybı yaşamaya başladım.

Bunun nedeni kan pıhtılaşması mı yoksa size verilen hormon mu?
- Gebelik zehirlenmesindenmiş... Ben şiştikçe şiştim ve 90 kiloya çıktım. Çok stresli ve sinirliydim. Normal değildim. Son zamanlarda artık yürüyemiyor, ellerimi kapatamıyordum. Yüzüm, gözüm şişmişti. Fil hastalığına yakalanmış gibiydim. Çocuk doğsaydı, 120 kiloya kadar çıkacaktım. Kontrole gittiğimde çocuğun suyunun azaldığını söylediler. Bende tansiyon da nüksetmeye başladı. 20’lere kadar çıkıyordu. Bunları yaşarken Amerika’daydım. Musa ve ailem ise iş nedeniyle Türkiye’deydi. Son kontrole gittiğimde doktorlar, bebeğin gelişiminin durduğunu ve hayatımın tehlikede olduğunu söyleyince, apar topar İstanbul’a geldim. Bir gün evde otururken fenalaştım ve eşim beni Amerikan Hastanesi’ne götürdü. Tansiyonum 24’e çıktı, beni hemen ameliyata almak istediler. Beyin kanaması geçirme riskim vardı. O an tek düşündüğüm çocuğumdu. Ve hemen sezaryenle doğum yaptım. Bildiğiniz gibi kızım sadece dört gün yaşadı.

BİR KEZ DAHA DENEYECEĞİM

Hamileliğiniz boyunca kan sulandırıcı iğne oldunuz. Buna rağmen neden erken doğum yaptınız, iğneler yetersiz mi kalmış?
- Evet, yetersiz kalmış. Bunda da hiçbir doktoru suçlayamıyoruz. Çünkü kan sulandırıcı iğnenin ölçüsünü fazla vermeleri de tehlikeli. Bu sefer mide kanaması geçirme riskiniz var. Burada bana düşen sakin olmaktı. Oysa ben çok stres yaptım.

Neden peki, bebeği kaybetme korkusundan mı?
- Evet. Üçüncü hamileliğimi yaşıyordum ve bebeğimi kaybetmekten çok korkuyordum. Gergin, sinirli olmak doğal olarak tansiyonumu tetikledi. Ameliyata giderken söylediğim tek şey şuydu; “Ben öleyim ama bebeğimi yaşatın, küçük doğsa da yaşatın!” Narkozun etkisi geçip, gözümü açtığımda da ilk kızımı sordum. Yaşadığını söylediklerinde o kadar mutlu oldum ki! Onu kuvöz içinde yatarken gördüm. Küçücüktü. Çok güzeldi. Burnu, ağzı, elleri çok güzeldi. “Kuzum” diye sevdim, saatlerce. (Ağlıyor) Orada benim canım yatıyordu. Ve ben onun her türlü şeyine razıydım.

Nasıl her türlü şeyine razıydınız?
- Tam gelişmediği için kör, otistik, zeka geriliği olabilirdi. Felçli olma riski de yüksekti. Doktorlar beyin kanaması geçirme riski olduğunu da söylemişlerdi. Zaten beyin kanaması geçirdi ve öyle kaybettik. Ben onun her haliyle yaşamasını istiyordum. (Ağlıyor) Doğum günümde kızım beyin kanaması geçirdi. Doğduğum gün, kızımı kaybettim. Bunun acısını size anlatamam...

Londra’ya gidip, bu kan pıhtılaşması için birtakım tetkikler yaptırdınız. Sonuçlar geldi mi?
- Geldi. Bende kan pıhtılaşması olduğunu söylediler. Ama bunun önceden bir tedavisi yok. Bu ölümcül boyutta da değil. Ben hamile kalabiliyorum ama çocuğu karnımda taşıyamıyorum. Bir kez daha deneyeceğim. “Baba” olmayı hak eden bir eşim var. Bir kez daha anne olmayı deneyeceğim. Ama bir ya da iki yıl içinde değil. Buna gücüm yok. Şu anda daha loğusayım ve bir kadının çocuksuz loğusa dönemini yaşaması kadar anormal bir şey olamaz. Bu anlamda benim ikinci loğusalığım. Ama ben biliyordum, biliyor musunuz?

Neyi biliyordunuz?
- Bebeğimi kaybedeceğimi... 5,5 aya girerken Musa’ya, “Çocuğumuzu kaybedeceğiz, o ölüyor, altımdan bir şeyler geliyor, rüyamda gördüm” dedim. Bu beni strese soktu, stres damarlarımın daha çok büzüşmesine neden oldu, bu tansiyonumu yükseltti. Bir de kan pıhtılaşması eklenince, bebeğimi kaybettim . Bir daha hamile kalırsam artık hayatımda strese yer yok. Ama şunu da kabul ettim, belki benim hiç çocuğum olmayacak! Kahvaltı masasına Musa’yı çağırırken, çocuklarımın isimlerini de sıralamak istiyordum. İşte bu beni çok düşündürüyor.

Hangi anlamda düşündürüyor?
- Bebeğimi kaybettiğim gün hastanede Musa’ya, “ayrılalım” dedim. Çünkü o çok üzüldü, yıprandı. Hep teselli eden oydu. Ama onu teselli eden kimse yoktu. Gece yarıları hıçkıra hıçkıra ağladığına şahit oldum kaç kez. O yüzden onun bu kadar yıpranmasına dayanamadım ve bir sabah, “İstersen ayrılalım” dedim. Baba olmak onun en doğal hakkı. Sanırım ben ona bunu yaşatamayacağım. (Ağlıyor) Bir evlilik çocuksuz, ne kadar evlilik sayılabilir ki? Ben boşanalım dedim, o da bana, “Ben çocuksuz yaşayabilirim ama sensiz yaşayamam, zaten sen benim çocuğumsun” dedi. Eğer beş yıl içerisinde çocuğum olmazsa, hakikaten onun hayatında olmak istemem. Ben eşimin bir ömür boyu çocuk olmadan benimle yaşayabileceğine inanıyorum. Ama ben ona bunu yapabilir miyim, bunu bilmiyorum. Allah umarım iyi yazı yazmıştır bana.

NEREYE DEFNEDİLDİĞİNİ BİLMİYORUM

Nasıl öğrendiniz, size nasıl söylediler bebeğinizi kaybettiğinizi?
- 6 Nisan sabahı erken uyandım. Direkt çocuğun yanına gitmek istedim, kapıdan sokmadılar. Sonra bir baktım Musa geldi. Bizi bir odaya oturttular. Doktor Musa’yı çağırıp beni çağırmayınca anladım. Sonra Musa dışarı çıktı ve “Seren, kızımızı kaybettik” dedi. Yıkıldım... Kızımın yanına bir daha gidemedim. Eğer gitseydim, şu anda hiç kendime gelemezdim. (Ağlıyor) Musa ile birbirimize sarıldık, ağlaya ağlaya odamıza çıktık. Başka ne yapabilirdik ki... Sonra Musa kızımızı aldı, defnetti. Ama ben nereye defnedildiğini bilmiyorum. Bilirsem, günlerce o mezarlıktan çıkmam. Evde şu an bebek konusu açılmıyor. Zaten bebek görmeye, bebek reklamları izlemeye bile dayanamıyorum. Özellikle şu haziran ayının gelmesini hiç istemiyorum. Çünkü haziranda doğum yapacaktım. Bu benim için çok büyük bir travma. Her gün “Bugün ayın kaçı?” diye soruyorum.

BEBEK EŞYALARINI SANDIĞA KALDIRMAKTAN YORULDUM

Kızınızı gördünüz, kokladınız, sevdiniz. Tabii ki onun acısı çok daha farklıdır...
- Evet... Kızımı görmüş olmasaydım, ona dokunmasaydım, o annelik hissini hiç bilmemiş olmasaydım, bu kadar yıkılmazdım. Üç yıldır herkes bana hep taziyeye, başın sağ olsun demeye geliyor. Ve ben bir loğusalık dönemi geçiriyorum, evime çocuksuz dönüyorum. O loğusalık döneminde sütüm geliyor, göğüslerim şiş ama ben sütümü veremiyorum. Çünkü kucağımda çocuk yok. (Ağlıyor) Bunun acısını tahmin edemezsiniz, ki ben bunu üç kez yaşayan bir kadınım. Allah sevdiği insanları sınarmış. Ben de böyle düşünüyorum. Acıların karşısında duvar gibi durmayı öğrendim. Allah bana çok iyi bir eş verdi. Sabahları uyandığım zaman bana sarılır ve “seni o kadar seviyorum ki bu kadarı fazla değil mi” der. Banyodan çıkarım, saçımın arkalarını kurutamıyorum, ıslak kalıyor diye, hastalanırım endişesi ile saçımı kurutur. Ayağıma çorabımı giydirir. Böyle bana çok düşkün ve sevgi dolu bir eşim var. Karısına bu kadar şefkatle davranan bir eş, kim bilir ne kadar iyi de bir baba olur. O yüzden Musa çocuğu çok hak ediyor. Çok iyi baba olur. Yani ben, kendini geliştiremeyen bir kadın gibi utanmaya başladım. Psikolojik olarak beni yıprattı. Devamlı bebeklerin eşyalarını kaldırıp, sandığa koymaktan yoruldum.


Hürriyet
Sema EREN 26 Mayıs 2009
Seren ne yapsın

Ajitasyon yapmıyorum



Ajitasyon yapmıyorum

“Var mısın Yok musun” yarışmasıyla üne kavuşan ve şu sıralar “Cam Kırıkları” dizisinde rol alan Nursel Ergin, bugünlere geçmişini kullanarak gelmediğini söyledi.


Çocuk yuvasında büyüyen Ergin, “Hiçbir zaman ajitasyon yapmadım. Hayat hikayemi anlatıp dimdik ayakta durdum. Yapımcıların ilgisini güzelliğim de çekmedi. Ama ekran beni sevdi. Keşke daha önce keşfedilseymişim” diye konuştu.

Keşke daha önce keşfedilseymişim

“Var mısın Yok musun” yarışmasıyla üne kavuşan Nursel Ergin, hem reklam hem de dizi filminde oynadı. Kendisini ön plana çıkaran şeyin samimiyeti olduğunu söyleyen Ergin, “Hiçbir zaman ajitasyon yapmadım. Hayat hikayemi anlatıp dimdik ayakta durdum. Yapımcıların ilgisini güzelliğim de çekmedi. Benden güzelleri var. Ama ekran beni sevdi. Keşke daha önce keşfedilseymişim” diyor.

Yarışmadan bu yana hayatınızda neler değişti?
- Yarışmadan bu yana 8 ay geçti. Israrla aynı şeyi söyleyeceğim; bence hiçbir şey değişmedi. Artık çok keyif aldığım bir işim var. Tek değişiklik bu. Çevre olarak da, biraz daha oyuncuları tanımaya başladım. Öyle bir arkadaş çevrem olmaya başladı. Onun dışında evim de, etrafım da aynı şekilde duruyor. Hiç değişmesinler zaten.

Keyif aldınız mı peki oyunculuktan?
- Çok aldım. Hatta “Keşke daha önce beni keşfetselermiş” diyorum. Oyuncu olmak gerçekten çok zevkli. İnşallah ileride bununla ilgili eğitim aldığımda ve oyunculuğu bilinçli yaptığımda daha çok keyif alacağım.

“Var mısın Yok musun” yarışmasında bir çok insan yarıştı. Ama siz ünlü oldunuz. Sizce bunun nedeni nedir?
- Çünkü ben samimiyim. Hakikaten benimle konuştuğunuzda o samimiyeti anlarsınız. Ben asla rol yapmam. Orada da hangi kameradayız diye bakmak yerine, yarışan arkadaşıma konsantre olmayı tercih ettim. Ben de halkın içinden biriyim ve TV seyrederken buna çok önem verirdim. Kimin samimi, kimin sahte olduğunu zaten her akıllı insan anlayabiliyor. Bence bunu fark etti halkımız, onun için beni çok sevdiler.

Ama size oyunculuk teklifi geldi...
- Oyunculuk konusunda epey direndim çünkü korktum. Oyunculuk eğitimi alanlar bana karşı çıkacaklar diye tahmin ettim ki oluyor. Bununla ilgili endişelerim çok oldu ama beni isteyen TRT olduğu için bir kere çok gurur duydum kendimle. “Onlar istiyorsa bende bir şey var” diye düşündüm. Hiç kimse; “Gözün güzel, güzel ağlıyorsun” diye başrol vermez diye düşünüyorum. Deneme çekimleri sonucunda benim oynamama karar verdiler. Bu da kendime güvenmemi sağladı. Yani oyunculuk öğrenilebiliyor. Çünkü ben bu konuda çok kararlıyım. Eğitimini de alacağım aslanlar gibi!

Bir mücevher markasının yüzüsünüz. Neden bu firma marka yüzü olarak sizi tercih etti?
- Işıltımdan olabilir! Neden olduğunu bilmiyorum ama böyle bir teklif gelince çok gurur duydum. Birçok reklam teklifi aldım ama bu firmayı tercih ettim. Reklam filminde de taktığım takıya çok inandım. O yüzden o kadar güzel oldu. Beni neden tercih ettiklerine gelince... İnsan kendini nasıl yorumlayabilir ki! Herhalde doğru isim olduğumu düşünmüşlerdir. Halk beni çok sevdi. Birisinin birisini sevmesi, kabullenmesi zor bir olay. Türk halkı beni çok bağrına bastı, belki ondandır.

“Bu insanlar hikayemden dolayı acıyıp beni sevdiler” diye düşündünüz mü hiç?
- Hiç düşünmedim. Çünkü ben hikayemde hiçbir zaman ajitasyon yapmadım. Aksine; “Ben yuvada büyüdüm, aslanlar gibi buradayım, çok da güzel yetiştim. Yuvadan düzgün insanlar çıkabiliyor” diye dimdik durdum. Bence dik duruşum, bu kadar kendime güveniyor olmam, düzgün bir şekilde tek başıma da olsa hayatta kalabilmem insanları etkiledi.

Kendinizi güzel buluyor musunuz?
- Aynaya baktığımda güzel birini görüyorum ama; “Memleket gibi kadınım, çok seksiyim” demiyorum. Kendimi sempatik buluyorum. Aynaya bakmayı seviyorum, baktığımda çirkin bir şey görmüyorum. Aynalarla barışığım.

Bunca yıldır hayat size neler öğretti?
- Her çıkışın bir inişi, her inişin bir çıkışı olduğunu öğretti. Her zaman güçlü olmam gerektiğini öğretti.

KARŞIMA AYAĞIMI YERDEN KESECEK KİMSE ÇIKMADI

Bu kadar tanınmanızda güzelliğinizin ne kadar etkisi var?
- Ben yapımcıların dikkatini çekecek kadar güzel olduğumu düşünmüyorum. Çünkü çok güzel kızlar var. Güzelliğimle alakası olduğunu düşünmüyorum bence bu elektrikle ilgili bir şey. Ekran beni çok sevdi. Hiç ekran fobim yok. Kamera karşısında hiç elim ayağım titremiyor. Nasılsam öyle oluyorum. Sanırım rahatlığımdan dolayı... Ekran da görsel bir şey. İnsanlar güzel bir şey görmek istiyorlar. Çirkin de değilim herhalde. Elim ayağım da düzgün.

“Çok erken evlendim” diye düşündünüz mü hiç?
- Çok düşündüm hâlâ da çok düşünüyorum. 18 yaşında evlendim. 19 yaşında anne oldum. O sıralar çok üzüldüm ama şu anda hakikaten akıllı kadınmışım diyorum. İyi ki evlenmişim ve iyi ki bir çocuğum var. En büyük kazanç da bu. Boyum kadar kızım var ve ben daha 29 yaşındayım. Çok da küçük gösteriyorum. Görenler inanamıyor. Ben de inanamıyorum. Aynaya baktığımızda; “Gerçekten şaşırdıkları kadar var” diye düşünüyorum. Artık çok aynı olduk. İyi ki yapmışım. İyi ki kız çocuğum olmuş. Arkadaş gibiyiz. “Anne bu ayakkabını sakla ben ileride giyeceğim” diyor. Sürekli ayakkabılarımı deniyor. Çok hoşuma gidiyor. Benim de ayağım 35 numara, geçen gün ona da 35 numara aldık. Hatta ona ayakkabı almaya gittik, çocuk reyonundan ben kendime buldum!

Bir röportajınızda bundan sonra evlenmeyi düşünmediğinizi söylemişsiniz. Hâlâ aynı fikirde misiniz?
- Aynı fikirdeyim ama hayatta çok büyük konuşulmaması gerektiğinin de bilincindeyim. Keşke karşıma beni ve çocuğumu çok sevecek biri çıksa. O zaman neden olmasın? Tek başına olmayı çok seviyorum, galiba izin de vermiyorum hayatıma girilmesine. Ayağımı yerden kesecek kimse çıkmadı karşıma.

Mehmet Perinçek’le güzel bir ilişki yaşadığınızı duymuştuk...
- Yok olamadı. Kaldı öyle. O yazıldığı kadar ciddi boyutta bir şey olmadı. Okuyunca ben de şaşırdım. Mehmet Perinçek’i tanıyorum, arkadaşım. Ama bir şey yaşayamadan öyle kaldı. Benim böyle bir arayışım yok ama karşıma aşk çıkarsa da “Hayır” demem.

Çocukluğunuzda yaşadığınız şeylerden dolayı ileride bir çocuğu evlat edinmeyi düşünür müsünüz?
- Kesinlikle çok istiyorum. Koruyucu aile olma ve evlat edinme farklı şeyler. Evlat edindiğin çocuğu tamamen kendi nüfusuna geçiriyorsun. Bunun için çocuğun ailesinden kimsenin olmaması gerekiyor. Çocuğun kimsesiz olması gerekiyor. Kimsesiz çocuk sayısı da az. Dolayısıyla bu zor oluyor. Bizim istediğimiz insanların koruyucu aile olmaları. Yuvalara gidip danışsınlar. Ben de kesinlikle düşünüyorum. Ben yuvalardaki çocuklarla iç içeyim. Ama daha güçlü olduğumda ciddi anlamda bir değil, birçok çocuğu yetiştirmek isterim.

Erkeklerin ilgisi arttı

Nasıl bir aşıksınız?
- Zorum. Onun için de yalnızım işte. Çünkü erkek gibi, her şeyi tek başına yapmayı seven biriyim. Cıvık ilişkilerden, kıskançlıklardan hoşlanmıyorum. Adam gibi bir adam olması ve kendine çok güvenmesi lazım. Benden daha güçlü ve akıllı olması lazım. Bunların hepsi birden tek insanda yok.

İlgiden dolayı sizinle birlikte olmak isteyen erkekler sizi ürkütüyor mu?
- Kesinlikle daha çok ilgi arttı. Ama ben ne istediğini bilen biriyim. Hâlâ küçücük bahçemde kocaman kurallarım var.
Hürriyet
Pınar YILMAZERLER 27 Mayıs 2009
Ajitasyon yapmıyorum



Ajitasyon

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Psikomotor ajitasyon,genel olarak kişisel ruh bozukluğu nedenlerine, aynı zamanda çevrenin tutum ve davranışına da bağlı olarak davranışsal ve ruhsal heyecanlılık şeklinde beliren az ya da çok tutarsız aşırı davranış. Bazı ajitasyon çeşitleri teşhis koymada işe yarar. Bunlar, nevroz, psikoz ya da yetersizlik durumlarıyla birlikte bulunmalarına göre gruplandırılabilir.

Nevrozlu ajitasyon krizleri, kızgınlık davranışları ya da umutsuzluk biçiminde, özellikle çevreye uyum sağlayamayan kişilerde görülür. Bu davranışlar, çoğunlukla, çevrenin engellemelerine verilen tepkisel yanıtlardır. Psikoz süreçlerinde, ajitasyon nöbetleri, heyecan durumlarıyla birlikte bulunmalarına göre az çok bir sisteme bağlanabilirler.

medyadan

BlogcuZade Master