26 Kasım 2008 Çarşamba

Bond Daniel Craig’le Ropörtaj

Benim favorim kendi sevgilim


Röportaj: Ayşegül EKİNCİ

Rol aldığı iki Bond macerasından 26 milyon dolar kazanan İngiliz aktörle Ayşegül Ekinci görüştü.

Son James Bond Daniel Craig’e, dün vizyo- na giren serinin son filmi “Quantum of Solace”ta Ukraynalı Olga Kurylenko eşlik ediyor. Rol aldığı iki Bond macerasından 26 milyon dolar kazanan İngiliz aktörle Ayşegül Ekinci görüştü. Craig, “Favori James Bond’unuz Sean Connery, peki favori Bond kızınız kim” sorusuna şu yanıtı verdi: “Bond kızları birbirinden seksi ve hepsi farklı karakterler. ‘Quantum of Solace’taki Camille, sanki biraz dişi James Bond havasında. Ailesi gözlerinin önünde öldürüldüğü için intikam duygusuyla büyümüş ve çok korkusuz. Ama bütün Bond kızları içinde, benim favorim ise sevgilim.”
Bundan iki yıl önce "Casino Royal" için birbirinden yakışıklı 200 aktör arasından seçildiğinde, dünya basını Daniel Craig’e demediğini bırakmamıştı. O zamanlar "Kısa, çirkin ve James Bond karizmasına sahip değil" diye eleştirilen Craig, şimdi ise herkesin ayakta alkışladığı bir star... Rol aldığı iki Bond macerasından 26 milyon dolar kazanan İngiliz aktör ile İngiltere'de görüştük. Hem yeni filmi "Quantum of Solace"ı sorduk hem de Türkiye hakkındaki görüşlerini öğrendik.

- Yıllarca pek çok ünlü aktör tarafından canlandırılmasına rağmen, artık "James Bond denince akla ilk siz geliyorsunuz. Yönetmenler, sinema eleştirmenleri, James Bond hayranları sizi tüm zamanların en iyi Bond’u olarak görüyor. Bunu nasıl başardınız?

Öyle görüyorsanız çok teşekkür ederim. Ben gençliğimde hep Bond filmlerini seyrederdim. Gerçekten James Bond hayranıydım. Benim favori Bond’um ise Sean Connery’ydi... Onun ardından, onun bıraktığı elektrikle bu işe yakışır

bir performans sergilemek istedim, bunun için de çok çabaladım. "Casino Royal"in başarısının ardından kendimi bırakmadım. "Quantum of Solace"in çekimleri başlamadan ben fiziksel olarak hazırlanmaya başlamıştım bile. Hem beyin olarak hem de ruh olarak kendimi yeni filme adapte ettim. Yönetmen Marc Foster ile sabahlara kadar çalıştık. Film çekimleri sırasında da sete erkenden gidiyordum. Kısacası gerçek bir disiplin içindeydim. Sanırım bu da başarıyı getirdi. Hiçbir şey tesadüf değil.

- Siz çekimlerde dublör kullanmayı istemiyorsunuz. "Quantum of Solace" ise öncekinden bile daha hızlı ve bol aksiyonlu bir Bond filmi. Peki kendinizi fiziksel olarak "James Bond" karakterinin o hızlı yaşamına nasıl hazırlıyorsunuz?

"Casino Royal" için neredeyse bir yıl boyunca her gün vücut geliştirme çalışmıştım. O günlerin çok faydasını gördüm. Ama "Quantum of Solace"a da farklı bir şekilde hazırlandım. Vücut geliştirmeden ziyade, bana hız ve çekimlerdeki aksiyon sahneleri için gereken çevikliği kazandıracak bir spor rejimine girdim. Filmlerde dublör kullanmamama gelince... Ben farklı bir Bond yaratmak istedim. Bugüne kadar James Bond karakterini oynayan her aktör kendi tarzını yansıttı. Benim istediğim de modern ve hızlı bir gizli ajan yaratmaktı. Eğer çekimlerde bol bol dublör kullanırsam, sonra da hiçbir şey olamamış gibi bir yerlerden çıkıp kameraya gülümsersem, bu ne kadar inandırıcı olur? Benim karakterimin inandırı olabilmesi için önce kendimi James Bond gibi hissetmem gerek. Bu sahneleri çekip, bir de yaralanınca, zaten inandırıcılık beraberinde geliyor.

- Bu arada omzunuz askıya alınmış. Filmdeki aksiyon sahnelerinin azizliğine mi uğradınız?

Aslında bu sorun " of Solace"dan mı, yoksa "Casino Royal"den mi, pek anlayamadık. Ama bildiğim bir tek şey var, bu iş kazasına dublör kullanmamam yol açtı. Sekiz hafta önce omzumdan ameliyat oldum, şimdi biraz ağrım var. Dinlenmem gerekiyor. Ancak filmin tanıtımları için dünya turuna çıkacağız. Nasıl dinleneceğim, bilmiyorum.

- Şimdiye kadar iki James Bond filminde oynadınız, bildiğimiz kadarıyla da dört filmlik imza attınız. Böylesine fenomen haline gelmiş bir karakteri başarıyla canlandırmak, hayatınızda ne gibi değişiklikler yarattı?

Evet, dört film için imza attım, ama sinema endüstrisi belli olmaz. İmzayı bir kağıt parçası üzerine atıyorsunuz, yarın her şey değişebilir. İyimser olarak bakarsak, Bond’u oymamak çok keyifli. İnanılmaz bir karakter. Bazen kendini acayip durumlara sokabiliyor. Çok gülüyorum. Hayatımda Bond’dan sonra değişen en önemli şey, gelecek güvencem oldu. Artık başımı sokacak güzel bir evim, arabam ve bankada param var. "Bunlar önemsiz" diyecek kadar aptal değilim! Bu karakterin bana kazandırdığı bir diğer şey de bol bol seyahat etme fırsatı... James Bond sayesinde neredeyse /_np/8522/6768522.jpg/_np/8522/6768522.jpggörmediğim yer kalmadı. Bunun dışında ben hayatımı alabildiğince normal yaşamaya çalışıyorum.

- "Atatürk" filmiyle ilgili bazı spekülasyonlar oldu. Sizin oynayacağınız gibi haberler gündeme geldi. Bu konuda ne sonuca varıldı? Bir de aranızda fiziksel benzerlik bulanlar çok...

Öyleymiş, bana da Atatürk'e benzediğimizi söylediler. Şaşırdım. Tabii ki böyle bir teklifin sunulması beni çok onurlandırdı. Atatürk benim de kahramanım. Ama söz konusu projede yer alacağım doğru değil.

- Daha önceki röportajımızda ünlü modacı Rıfat Özbek’in arkadaşınız olduğundan ve sizi Türkiye’ye davet ettiğinden bahsetmiştiniz. Özellikle son yıllarda Türkiye’nin güney kıyılarına gitmek oldukça popüler. Var mı sizin de bu tip bir tatil planınız?

Türkiye’yi çok beğeniyorum. Çok güzel bir ülke. Film çekimleri için birkaç yıl önce İzmir’e gitmiştim. İstanbul’u da kısa bir süreliğine de olsa gördüm. Ama ben Türkiye’ye tatil yapmak için gelmek istiyorum. Hiç iş düşünmemeliyim. İş için geldiğim zaman aynı olmuyor, o keyfi alamıyorum.

- Son filme dönersek... Bu kez hayranları nasıl bir James Bond bulacaklar karşılarında?

Öncelikle Türkiye’deki James Bond hayranlarının filmi beğeneceklerini düşünüyorum. Casino Royal’deki heyecanı devam ettirmeye çalıştık. Bu filmde Bond’u her yerde, her köşede farklı bir tehlike bekliyor. Daha dikkatli olması gereken bir ajan var karşımızda. CIA, MI5 ile birlikte çalışıyor. Bu arada Bond hiç beklemediği insanlardan kazık yiyor. Artık daha olgun ve temkinli. Bununla birlikte sevdiği kadını kaybeden James Bond hâlâ üzgün... Yürek acısı dinmemiş. Acısını belli etmemeye çalışşa da zaman zaman küçücük detaylarda bunu yakalayabiliyoruz. Film içinde tekrar insani yönleri ortaya çıkacak ama...

Benim favorim kendi sevgilim

- Son olarak size şunu sormak istiyorum. Bond kızları güzellikleriyle ünlüdür. Her yeni Bond hikayesinde kimin Bond kızı olacağı merakla beklenir. Favori James Bond’dunuz Sean Connery, peki favori Bond kızınız kim?

Bond kızları birbirinden seksi ve hepsi farklı karakterler. "Quantum of Solace"daki Camille, sanki biraz dişi James Bond havasında... Ailesi gözlerinin önünde öldürüldüğü için intikam duygusuyla büyümüş ve çok korkusuz... Olayların içine rahatça dalıyor, kendini ölüme atabiliyor. Ama bütün Bond kızları içinde, benim favorim ise sevgilim.

Kaynak:Hürriyet Magazin

18 Kasım 2008 Salı

Nurgül’ün yaptığı da klasik festival polemiği


Nurgül’ün yaptığı da klasik festival polemiği


Röportaj: Sinem VURAL

Nurgül’ün yaptığı da klasik festival polemiği Fadik Sevin Atasoy, arkasında durmadığı kararlar verildiğini belirtti ve ekledi.

45. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde jüri koltuğunda yer alan Fadik Sevin Atasoy, arkasında durmadığı kararlar verildiğini belirtti ve ekledi: "Ama konuşulan her şeyin de standart festival polemiği olduğunu bilecek kadar kafam çalışıyor. Nurgül'ün de yaptıkları klasik festival polemiği."

Altın Portakal nasıl geçti?

- Benim için çok iyi oldu. 16 filmi 8 günde 10’ar dakika arayla izledik. Jüri çok eğlenceliydi. İyi arkadaşlıklar kurdum. Beraber film izledik, yemek yedik... Sonrasında paket jüri olarak bizi diğer festivallere de gönderseler diye düşündük. Bizim için çok hararetli günlerdi. İlk günlerde jüri pikniği yapıp nar toplamaya gittik. Festival benim için keyifli oldu. Ödül töreninden sonra iki gün telefonumu kapatıp Antalya’da tatil yaptım.


İstanbul’a gelip telefonunuzu açtınız ve...

- Açmak zorundaydım, bir açtım hiç susmadı.

Arayanlar sadece gazeteciler miydi yoksa sonuçları değerlendirmek isteyen yönetmen ve oyuncular da var mıydı?

- Hepsi, herkes vardı. Bir arkadaşımın doğum gününe gittim, kameralar yine yakaladı. Beni gören Altın Portakal soruyor ama festival de bitti, jürilik de... Seneye ben Sheraton’dayım.

Hillside’daki gecelerde lobi yapmadı mı kimse? "Filmimizi nasıl buldun" diyen yönetmen ve oyuncular çıkmadı mı?

- Hiç yapmadılar. Belki de beni bildikleri içindir. Sinema salonlarında jüri koltuğundan ayağa kalkıp millete öpücük yolladığım için (gülüyor). İşimi ahlakıyla yaptığımı düşünüyorum. Kendi fikirlerimi jüri toplantılarında da söyledim. Sonuçta tek kişiyim, herkesin fikirleri çok faklı. Ortak bir fikre varmak da zor. 9 ayrı göz, 9 ayrı bakış açısı vardı orada. Kendi ahlakımca savunduğum fikirleri koydum ortaya. Bunlar ne kadar oldu, ne kadar olmadı tartışılır. Arkasında durduğum kararlar var, arkasında durmadığım kararlar var. O masada konuşulanlardın hepsi sonsuza kadar orada kalacaklar.

Sonuçtan ötürü mutsuz olduğunuz oldu mu?

- Sevindiklerim de üzüldüklerim de oldu. Ama ahlaken 9 jüri üyesi de tek masada oturup bu konuyu konuşmadan ben de konuşamam. Konuşulan her şeyin de standart festival polemiği olduğunu bilecek kadar kafam çalışıyor. Nurgül’ün de yaptıkları klasik festival polemiği.

Sizde dizi projesi pek durmuyor. Tam gözümüz alışmışken diziden bir şekilde ayrılıyorsunuz. Bunun nedeni nedir?

- "Sonbahar" ve "Dudaktan Kalbe"den ben ayrıldım. Çünkü diziden para kazanıp hemen sinema filmine ya da Amerika’daki Türk tiyatrosuna yatırıyorum. Param bittiğinde gene diziye girip para kazanıp yine aynı şekilde parayı dağıtıyorum. Amerika’daki tiyatro kazanç güdülmeyen bir tiyatro olduğu için kazandığımı oraya yatırıyorum. Mesela "Zeynep’in Sekiz Günü"nde para almadan oynadım. Zeynep’in kıyafetlerini de ben satın aldım. Türk sinemasına bir şekilde katkı yapmak istediğim için ekmek param diziler.

/_np/9084/6709084.gif Türk sanatının neferi mi olmak istiyorsunuz?

- Naçizane. Bir arkadaşınız hasta olsa onun için elinizden geleni yapmaz mısınız? Sinema da benim arkadaşım ve dostum. Elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum.

FİLM İÇİN ALDIĞIM KİLOLARI VERİYORUM

"Usta"nın çekimleri bitti mi?

- Daha iki sahnemiz kaldı. İstanbul’da onları çekeceğiz. Şubat gibi gösterime girmesi planlanıyor.

"Usta"daki karakteriniz için kilo aldığınızı söylemiştiniz...

- Kara kuru Anadolu kadını olur mu? Etine, butuna dolgun olması lazım. Ben de kilo almıştım, şimdi hepsini veriyorum. Orada Orta Anadolu lehçesiyle konuşuyorum. Kocasına aşık, çocuğu olsun isteyen bir kadın. Kocası uçak yapmak hevesiyle karısını biraz ihmal ediyor. Aralarındaki aşk adam yüzünden bitmeye yüz tutarken kadın aşkını geri kazanmaya çalışıyor. Sonuçta aşk sana gelmiyorsa, sen aşka git oluyor.

"Türkiye’de Türk karakter oynayamıyorum" diye bir serzenşiniz vardı...

- Nihayet bir Anadolu kadını oynadım. Yeni bir teklif geldi, o da Rus. Kadrolu Rus oyuncusuyum. Tüm yabancı roller benden geçiyor (gülüyor).

n Bu kadar yabancıyı oynarken, Avrupa’dan teklif gelmiyor mu?

- Bağlantılarım var ve geliyor. Ama benim isteğim benim senaristim, benim yönetmenim ve Türk oyuncularla burada bir iş yapıp oraya göndermek. Türkiye’den anlattığımız bir hikayeyi evrensel bir noktaya ulaştırmak. Yoksa ben de gider orada oynarım, bu bir marifet değil ki. Önemli olan kendi hikayeni anlatabilmen. Elini attığın her yerden bir hikaye çıkıyor. Bunu evrensel bir dille anlatmaya başlasak hepimiz birlikte yurtdışına açılacağız.

Kevin Spacey de Antalya’da Masterclass’ta bundan bahsediyordu...


- Ben bunu bir sene önce söyledim "Hollywood’a gitmem, Hollywood bana gelsin" diye. Herkes bana güldü. Tabii ki bana gelecek. Hikaye bende, manzara bende. Şehri daha keşfetmediler ve bakir. Ama sorsan New York’un bütün sokaklarını ezbere biliriz. Diye diye bu işi yapacağım herhalde. Kevin Spacey değilim ya kimse beni dinlemiyor. Nasıl tanındığın önemli. Ben ona niye hamburger pişireyim ki, onun alasını yapıyor. Ben bir yaprak sarması, bir mantı yapınca kıymetli olurum.

Tiyatro adına bu aralar neler yapıyorsunuz?

- Amerika’da kurduğumuz tiyatro 7 eyalette turne yapıyor şu anda. Geldim Harbiye Açıkhava’da Chicago müzikalinden bir bölüm oynadım. "Usta"yı bitirdik, Köln’e gidip dizi çektim. Geldim Antalya’da jüriydim. Filmin kalan sahneleri ve kısa film derken uçakta görenler yanıma oturmuyordu. 2 ayda 8 ayrı karakter oynadım.

Türk Sineması’nın yetenekli isimlerinden biri olduğunuz söyleniyor. Peki hiç olumsuz bir şey duydunuz mu kendinizle ilgili?

- Tüm dürüstlüğümle söyleyebilirim ki: Duymaz olur muyum? Sektör küçük vallahi herkesi, her şeyi duyuyorum. Benim için ukala ve sivri dilli diyorlarmış.

Artık sadece bacaklarımla oynayacağım

Siz bir de kısa film projesinde yer alacakmışsınız...

- Artık sadece bacaklarımla oynayacağım (gülüyor). Cannes’a gidecek kısa bir film. İsmi Red 215. Fotoğrafta kırmızının kodu. Gerçekten sadece bacaklarım oynayacak. Kadın yönetmenlerin yaptığı her işte varım. Mutlaka destek veriyorum. Sinema sektörünü erkek egemenliğinden kurtarmak lazım.

Röportaj: Sinem VURAL
Hürriyet Kelebek


17 Kasım 2008 Pazartesi

Gökhan Özen’le Ropörtaj

"İhanet midemi bulandırıyor"



Melike BİRGÖLGE

İhanet midemi bulandırıyor Türk Pop Müziği’nin yakışıklı ve sevilen ismi Gökhan Özen’le; yeni single’ı, müzik, aşk ve hayatla ilgili her konuda konuştuk.

Yeni albüm öncesi maxi single ile karşımızdasınız. Adı ‘Bize Aşk Lazım’

Evet yeni albüm öncesi maxi single ile sevenlerime ulaşmak istedim. Single piyasaya çıkmadan önce Dj arkadaşların fikirlerini almak istedim. Ben de profesyonel sanat kariyerimden önce yıllarını radyo stüdyolarında ve koridorlarında geçirmiş birisi olarak, radyocu arkadaşların fikirlerine çok güveniyorum. O gün paylaştığımız o güzel ortam, albümün aldığı olumlu tepkiler ve müziğim adına arkadaşlarımla yaptığım o değerli sohbet, bundan sonra yapacağım işler için bana yeni fikirler verdi. Güzel de bir motivasyon oldu diyebilirim.

Motivasyonlar sizi doğru yönlendiriyor gibi. Fazla kapılmadan, başarıya giden…

Evet, aynen… Bugüne kadar yapmış olduğum bütün albümlerde iddia ve motivasyonla başarıyı yakaladığımı düşünüyorum. Ama burada önemli olan söz konusu iddiayı yıpratıcı bir hırs haline dönüştürmeden yaşamaktır.

Neler yaşandı da, bu maxi single ortaya çıktı?

Repertuarına baktığımız zaman, içeriğinin yıllar öncesine dayandığını söyleyebilirim. 5 - 6 yıldır bilgisayarımda gün yüzüne çıkmaya bekleyen şarkıların yanı sıra yeni yaptığım besteler de bu maxi single’da yer alıyor. Bu maxi single’ı hazırlarken aşkı hiç olmadığı kadar gözler önüne serdik.

“Bu single’da gizli anılar var” diyorsunuz bir de.

Albümlerimde olduğu gibi bu single’da da son birkaç yıldır yaşadıklarım, benimle birlikte yaşayanlar da var, bensiz yaşayanlar da…

‘Bensiz yaşayanlar’ ı biraz açar mısınız?

Bensiz yaşayanlar demek bensiz yaşayanlar demek. Yani ilişki bitince bensiz kaldıkları için bensiz yaşayanlar.

Vah vah ilk klip şarkınız… Kliplerinizde yabancı mankenlerden vazgeçemiyorsunuz. Özellikle Brezilyalılar’dan… Kanınız kaynıyor onlara galiba! Ne dersiniz?

İnanın klipteki mekanı ve cast’ı ben seçmiyorum. Klibin yönetmeni ve prodüksiyon ekibi belirliyor. Demek ki daha uygunlar.

‘Bize Aşk Lazım’ diyorsunuz. Doğru diyorsunuz da… Gerçek aşkı bulamayanlar ne yapsın peki?

Aşksız da duruyor insan ama bunun sonucu olarak hayatındaki birçok şeyin içinin boşalmasıyla, biraz anlamsız ve boş duruyor. Buna sırasını beklemek de denebilir. Ne de olsa her güzel şey, hayatta her an bizimle olmuyor.

Maxi single’ınızın adından yola çıkarak, “Bize ve size lazım olan aşk bu aralar kapınızı çaldı mı? Hayatınızda biri var mı” diye sorsam, yok dersiniz şimdi değil mi? (Gülmeler…)

Bugüne kadar özel hayatımı ne gözler önüne serdim ne de bununla ilgili bir açıklama yaptım. Bu hem kendime hem de sevenlerime karşı göstermiş olduğum bir saygıdır bana göre.

Niye saklamak gereği duyuyorsunuz sizler, böyle bir şeyi, heyecanla yaşamak yerine? Hayran kaybetmek endişesiyle mi, yoksa başka sebeplerden mi?

Saklamak değil dediğim gibi adı üstünde özel hayat. Kişiye özel.

Nasıl bir aşıktır Gökhan Özen?

Ben nasıl bir aşık olduğumu şarkılarımda anlatıyorum. Onları yaşanmışlıklarımla yapıyorum. Ben aşkı şarkılarımda yaşıyorum.

Şarkılara dökmek dışında aşkı tanımlamanız gerekirse…

Bunun çok ve farklı belirtileri vardır. Onu aramadan önce telefonu elime aldığımda düşündüklerimi, söyleyeceklerimi hesaplıyorsam, planlıyorsam ‘aşığım’ demektir. Ama telefonu elime alıp da öylesine arıyorsam ‘aşık değilim’ demektir. Bu, verdiğiniz değerle alakalı.

“İLİŞKİMİ ARKADAŞ ORTAMINDA BİLE MEVZU YAPMAM!”

Değer deyince… Sizin için yıllardır özel olan ve değer verdiğiniz bir aşkınız varmış, zaman zaman içinizde yaşadığınız. Bununla ilgili olarak da “Değer verdiğim kişiyi paylaşmayı sevmiyorum” diyorsunuz. Hemen herkes yaşadığı ilişkiyi çevresindekilere anlatırken sizin böyle demeniz…

Ben yaşadığım, değer verdiğim benim için özel olan bir ilişkiyi ve kişiyi bırakın 70 milyonla paylaşmayı arkadaş ortamında bile mevzu yapmam. Arkadaşlarımla bile tartışmam. Yani erkek erkeğe konuştuğumuz bir ortamda o kız ya da o insan hakkında bir soru sorulduğunda ya da konuşulduğu zaman konuyu kapatırım. Ben bunu insanlarla paylaşmayı doğru bulmuyorum.

Aşk neden çok acıtıyor insanı?

Aşk acıtır tabii. Aşk ayrılıklarla acıtır.

Aslında burada şöyle bir durum var. Acı çekeceğimizi bile bile aşık oluyoruz.

E öyle tabii. O acıdan zevk alınıyor aslında. Biraz öyle bir şey de var yani. O acıdan zevk alan çok insan var benim tanıdığım.

“AŞK ACISINDAN ZEVK ALIYORDUM!"

Peki ya siz?

Ben de eskiden o acıdan zevk alıyordum ama şu anda aşkı mutlulukla, keyifle yaşamaktan yanayım.

Evet aşk mutlulukla yaşanmalı tabii ama bittikten sonraki hal…

Bittikten sonra aynı mutlulukla karşılayamazsın, aynı mutlulukla yaşayamazsın tabii. Ne güzel ilişkim bitti diyen bir insan düşünülemez. O acı mutlaka yaşanacaktır. Güzellikleri yaşıyorsak ilerde onunla gelecek acıyı da kabullenmek gerekiyor. Bu acıyı atlatmanın tek yolu zamandır. Evde kalsınlar, bol bol ağlasınlar, yatsınlar, uyusunlar uyansınlar. Başka yolu yok. Geçer, güzel hatıraları kalır geriye.

Aşkta sizi neler üzer?

Belki de benim gösterdiklerimin, verdiklerimin karşısındaki vefayı görememek olabilir. Ya da ne bileyim karşındaki insan da o anlamda çok vefalıdır, iyidir, seni seviyordur, sen de onu çok seviyorsundur ama zaman doğru zaman değildir. Ben doğru insanı bulmuş da olsam, doğru zaman olmadıktan sonra demek ki taşlar yerine oturmuyor. Bir çok şey olabilir.

Kıskanç mıdır Gökhan Özen ilişkilerinde?

E tabii ki... Olması gerektiği kadar kıskancımdır ama…

Maçoluk boyutuna vardırmıyorsunuzdur umarım.

Yok. Öyle karşımdakini sıkıp, saçma sapan şeylerle zor durumda bırakan kıskançlıklarım yoktur. Ama seven insan kıskanıyor tabii.

Söylediğiniz bir cümle dikkatimi çekti. “Aşk, tövbelerle büyür ve devleşir.” Yani?

E devleşir tabii… Çünkü o tövbeyi edene kadar geçen bir süreç var. İnsan o süreçte acı yaşıyor. Ne kadar çok acı yaşarsan içindeki o aşk büyüyor. Seni tövbe etmeye kadar götüren o süreç, içindeki o aşkı büyütüyor. Bu çok doğal.

Yaşananlar, çekilen acılar büyütüyor insanı…

Tabii ki… Yaşadığımız iyi ve kötü şeyler bizi oluşturuyor sonuçta. Bu herkes için böyle. Senin için de, benim için de… Her insanın gelişiminde yaşadıklarının mutlaka bir payı, rolü var. İnsanı oluşturan yaşadıkları...

Nasıl biri sizi etkiler? Karşınızdakinin ne yapması lazım bu anlamda?

Özel olarak hiçbir şey yapmamak lazım. Özel olarak bir şey yapıldığı zaman çekici olmuyor benim için. Hayatın doğal akışında aşık olacaksam olurum zaten. Karşımdakinin bir şey yapmasına gerek yok.

Evliliğe sıcak bakıyor musunuz?

Evliliği şu an düşünmüyorum. İlişki yaşamak çok ayrı bir şey. Evlenip bütün hayatını bir insanla paylaşmak, aileyi kurmak, çocuk sahibi olmak, aile olarak bu şekilde hayata devam etmek… Bunlar başlayınca hayatına bir şeye nokta koymak ayrı bir şey. O yüzden şu an evliliğe konsantre olamam. Ne zaman ki iş hayatımdaki yoğunluk azalır (artık 30 - 35 imden 40’ımdan sonra mı bilmiyorum) Bunları hesaplamak da bize kalmış bir şey de değil ama ne zaman kendimi hazır hissedersem o zamanda hayatımda doğru insan varsa…

“İHANET MİDEMİ BULANDIRIYOR!”

İhanet neler düşündürür?

İhanet kelimesini duyduğum zaman bile midem bulanıyor!

İhanete uğradığınızı düşündüğünüzde bunu nasıl ödetirsiniz?

Ödetmem. Kendimi çekerim, beni kaybetmiş olur. Bu kadar basit!

Şöhret boş bir yalan ve oyuncak mı?

Aynen... Kendini fazla kaptırmadığın sürece keyifli bir şey. Bir enerjisi var. Şöhrete kendini kaptırdığın zaman vay haline! Her zaman başını yastığa koyduğun zaman eski günlerini düşüneceksin hatırlayacaksın. ‘Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım’ diyeceksin. Bunları düşünürken keyfini kaçırmadan şöhretin keyfini tadını yaşıyorum, bunun tadını çıkartıyorum. Çok sevdiğim bir işi yapıyorum. Ama onun dışında da bunun bomboş ve yalan bir şey olduğunu biliyorum.

“Şöhreti bırakır giderim ama karakterimi asla bırakmam” diyorsunuz.

Tabii ki… Sahip olduğum her şeyi bırakır giderim ama karakterimi, kendime olan saygımı asla bırakmam.

Peki şöhrete alışmış, bunu yaşamış biri olarak bırakıp gitmek bu kadar kolay mı?

Valla benim için en değerli şey, kendime duyduğum saygı. Bir tercih yapmam gerekirse yaptığım her şeyi bırakabilirim ama kendime saygıyı bırakamam. Çünkü ben kendime saygı duymadan yaşayamam.

Son günlerde magazin polemikleri çok fazlalaştı. Bu tür polemikleri yaratmanın sebebi olarak neleri görüyorsunuz?

Yani bilmiyorum ki... Bu bir tercih meselesi. Demek ki öyle tercih ediyorlar. Demek ki tercih ettikleri yol bu doğrultuda ama bana yanlış geliyor. Bu, doğru bir politika olarak gelmiyor bana. İnsan konuşmak yerine yapacaklarına konsantre olup, işlerine baksa daha iyi, daha yaratıcı, daha huzurlu çalışacak, daha başarılı olacak diye düşünüyorum. Konuşa konuşa bir yere varılmıyor. Daha doğrusu boş laf konuşarak bir yere varılmıyor!

“MELANKOLİĞİM!”

Magazinin içinde olmanız gerekirken magazinin dışında kalmanız… Bilinçli bir tercih belli.

Bilinçli bir tercih tabii ki. Bu çok da zor bir şey değil. Benim keyif alarak yaşadığım hayat bana bunu getiriyor zaten. Evde biraz daha kendimle yaşamak, hatıralarımla… Biraz melankolik bir insanımdır. Çok fazla sağa sola bulaşmadan, çok fazla gereksiz tartışmalara girmeden yaşadığınız zaman zaten doğal olarak magazinin dışında bir hayat sürüyorsunuz.

Bir çok kişi şöhret olmak için her şeyi yapmaya her şeyi göze almaya hazır. Nedir insanların gözünde şöhreti cazip kılan?

Bilmiyorum. Şöhretin bana cazip gelen hiçbir yanı yoktu. Çünkü ben bu işi şöhret olmak için başlamadım. Ben içimdeki müzik aşkından dolayı bu işe başladım. Şöhret bundan sonra kendiliğinden gelen bir şey.

Birkaç yıldır dizilerle de ekranlardasınız. Oyunculuğa neden başladığınızı sormak istiyorum.

Oyunculuk yapmayı istiyordum. Ama doğru zamanda olmalı diye düşünüyordum. Doğru zamandı diye hissettiğimde de birçok senaryo içinden ilk rol aldığım dizi olan ‘Sevda Çiçeği’ni seçerek oyunculuğa ilk adımımı attım, bundan birkaç yıl önce. Devamı da geldi.

“BUNDAN SONRA BENİ SİNEMALARDA İZLEYECEKSİNİZ!”

Yaz döneminde birçok albüm çıktı. Rakiplerinizin bir çoğu albüm çıkardı. “Albümler çıksın ki, zirvede tek olmayayım” diyorsunuz. İddialı bir laf değil mi bu?

Yani yaptığın işe güveniyorsan iddialı olacaksın! Ben böyle düşünüyorum.

Oyunculuk anlamında daha yolun başındasınız ama oyunculuk adına neler yapmak istiyorsunuz?

Bundan sonra beni sinemalarda izleyeceksiniz!

O kadar iddialısınız yani.

Daha doğrusu şöyle düzelteyim; beni bundan sonra sinemalarda izleyeceksiniz!

“RİSK ALMADAN OLMUYOR!”

Risk almaktan kaçınmayanlardansınız galiba.

Evet. Risk almaktan kaçmam ama mantıksız riskler de almam! Başarı ya da başarısızlığa giden bir yol risk. Risk almadan da bir yerlere gelinmiyor.

Birçok sanatçı müzik sektörünün bittiği görüşünde. Bundan yola çıkarak albüm yapmayacaklarını, şarkılarını dijital ortamlarda insanlarla paylaşmak taraftarı. Bununla ilgili neler söyleyeceksiniz?

Bunun gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta bir albümü elinize aldığınızda orda emeği olan sadece yorumcu değildir. Bu bencillik olur. Evet teknolojinin bu gelişimi bazı olumsuzluklar getiriyor. Ama ben yılmıyorum. Gökhan Özen albümleri devam edecek.

Korsan, internetten şarkı indirmek… Müzik sektörünün bu halinin önüne geçilebilecek mi sizce?

Bunun bir yolu olacaktır eminim. Avrupa’da bunun önüne geçilebiliyor yüzde yüz olmasa da. Sabretmek lazım biraz.

Melike BİRGÖLGE, Gökhan Özen’le Ropörtaj, Hürriyet Magazin

14 Kasım 2008 Cuma

Can Dündar ile "Mustafa" filmi hakkında

Atatürk'ü anlatmakta Atatürk kadar cesur olamadık




Atatürk'ü anlatmakta Atatürk kadar cesur olamadık Can Dündar, tartışmalar yaratan "Mustafa" filmi hakkında konuştu:

Atatürk’ü anlatmakta onun kadar cesur olamadık
Can Dündar, ölümünün 70’inci yılında, kimilerinin yüksek sadakatle gönülden bağlı olduğu, kimilerin ise inatla görmezden gelmeye çalıştığı bir lideri, Atatürk’ü sadece "Mustafa" olarak beyaz perdeye taşıdı. Ve o andan itibaren geniş bir kesimin eleştiri oklarına hedef oldu. Dündar, filmini ve kendi bakış açısını Eve dergisine anlattı.

Ölümünün 70. yılına geldik, onunla ilgili bir film yapamamış olmanın acısını çekiyordum. Bu eksikliği bir belgesel yapımcısı olarak kapatmak istedim. Hayatının belli dönemlerini zaten belgeselleştirmiştik, tüm o birikimi bir araya getiren bir proje oldu bu.

Kişisel arşivler, haklı bir güven ilişkisi sayesinde açıldı. Genelkurmay Arşivi de onlardan biri. Belgeselde arşivlerin boyutu gerçekten hissedilecektir.

Atatürk’ün kişisel arşivleri de açıldı, biz de onları büyük bir özenle inceledik. Bu değerli arşiv, gençlik yıllarından başlıyor, Harbiye’deki öğrencilik dönemine dek uzanıyor.

ESKİ DEFTERLERDE KALBİNİN İNİLTİSİ GİZLİ

O defterde hakikaten Mustafa ile karşılaşıyorsunuz. Bugün bile, yakın çevrenizden birinin ergenlik döneminde yazdıklarını bulmak özeldir, o kırılgan bir dönemdir çünkü. Kalbinin iniltilerini yazmış...

Cebindeki parasının harcamalarına yetmediğinden yakınmış. Aldığı mektuplardan bazıları onu hüzünlendirmiş, kırmış, sinirlendirmiş... Tipik bir ergenlik dönemi aslında.

Atatürk’ün Karlsbad’da böbrek tedavisi görürken tuttuğu günlükler var bir de... Türkiye’deki kadın ve erkeklerin, ne zaman oradaki gibi birlikte dans edip çağdaş bir şekilde eğlenebileceklerini düşünmüş. Bunun hayalini kurmuş. Şam’a gitmiş, orada da defter tutmuş. Sarıkamış facialarının etkilerini de defterlerine yazmış. Hayatına tanık olan bu defterlerin beni olduğu kadar insanları da şaşırtacağını düşünüyorum.

Şu kadarını söyleyebilirim ki Atatürk’ü anlatmakta Atatürk kadar cesur olamadık. Bu ülkeyi olağanüstü koşullarda gün ışığına çıkarmış ve o dönem söylediği her söz kanun olmuş bir liderden bahsediyoruz.

Atatürk’ü 20’li ve 30’lu yıllarda değerlendirmekle bugün değerlendirmek arasında ciddi bir fark var. O yıllara ait arşivler önümüze serilince şunu gördük; ona en yakın duran insanlar bile onu doğru dürüst anlatmaya cesaret edememişler. Yalnızca zaafları değil, çok sert çıkışları da olmuş. Kürt meselesi ve İslam konusunda bazı ifadelerinden zarar görebileceği düşünülmüş belki de.

Önyargıyla yapılmış ertelemeler... Onları aşmak konusunda biz, bir nebze daha cesur olmaya çalıştık, ama yine de tedirginlik hissettim.

MACERAPERESTLİK VE CESARETİ KARIŞTIRMAMIŞ

Bandırma-Samsun yolculuğu, çok net bir şekilde Atatürk’ün hayatını ikiye ayırıyor. Müthiş hırsları olan, çağının en iyi /_np/0886/6760886.gifeğitimini görmüş, kendi kuşağındakilere göre çok cesur bir adam. Fakat buna karşın Enver Paşa ve diğer İttihatçılar’a göre sınırlarını hep doğru bilmiş. Maceraperest değil. Bu iki özelliğin ne kadar önemli olduğunu ben yeni yeni kavrıyorum. Bir insanın cesur olup maceraperest olmaması inanılmaz doğrusu. Hepimiz cesur olabiliriz ama Sarıkamış’a gidip binlerce askerin ölümüne yol açabiliriz. Ya da tamamen sineriz. Bu dengeyi bulmasının en büyük başarısı olduğunu keşfediyorum.

"Arkadaşlar, hayır. Olmayacaksa olmayacak" deyip çekilebilen, kendi doğduğu topraklardan vazgeçebilen bir yanı da var, vatanın toprağını korumak uğruna.

Atatürk müthiş sağlığı bozuk bir adammış. Müthiş ama! Hayatı boyunca sürekli bir sağlık sorunu yaşamış, sürekli bir sıkıntı çekmiş.

Gözünden yaralanıyor, gözü kapanma noktasına geliyor. Böbrek sürekli arızalı. Sürekli sancılar içinde. Son 10 yılı zaten kalp krizi vesaire... Ve bu mektuplarında görülüyor.

ISTIRAPLARI ONU DAHA SAYGIDEĞER YAPIYOR

Çocukluğunda bile bir uyku problemi var, böbrek tedavisi dolayısıyla sürekli sıcak su içmesi gerekiyor.

Herkes zannediyor ki bu zaafları ortaya koyarsak Atatürk gücünü kaybeder. Halbuki bende tam tersi bir etki yaratıyor. Tüm o ıstırapların içinden böyle bir eser çıkarması çok daha saygıdeğer bir şey değil mi? İzleyicide de böyle bir duygu yaratacağını tahmin ediyorum.


Özel Röportaj

Asena ile yeni kasedi hakkında

Kadın gibi kadın değil höt höt bir hatunum




Kadın gibi kadın değil höt höt bir hatunum Çok yakında albüm çıkaracak olan ünlü oryantal Asena, heyecanlı olduğunu söyledi.

Albümde özellikle "Esmer Sevda" adlı şarkıya güvendiğini söyleyen Asena, "Senin gibi hem dans edip hem şarkı söyleyen bir Nez var, bir de Tanyeli. Nasıl buluyorsun onları" sorusuna şu yanıtı verdi: "İkisini de hiç seyretmedim hayatımda. Bizim konseptimiz bambaşka. Yorum yapamayacağım."

Öncelikle albümün hayırlı olsun diyelim ve soralım: Bu da ilki gibi mi? Çünkü önceki enstrümantal olmasına rağmen şarkılı türkülü gibi lanse edilmişti. Oryantal müziklerin yer aldığı, sözsüz bir albümdü...

- Evet, ilk albüm sözsüzdü ve oryantal parçalardan oluşuyordu. Mesleğimle ilgiliydi aslında. Sevdiğim parçaları tekrar çaldırmıştık ustalarımıza.

İkinci albümle ilgili kararı nasıl verdin?

- Üç tane şarkı var albümde. Emre Kaya diye bir arkadaşım var, kendisi hem besteci hem şarkıcı. Bir gün kahve içerken suratıma bakıp bakıp bir şeyler yazdı. Sonra "Ben sana, senin bu ruh haline şarkı yaptım" dedi. Hoşuma gitti,seslendirdim. Hayatımdaki en büyük amacım yurtdışında dans etmek olduğu için "Türkiye’de artık daha fazla ne yapabilirim?" diye düşündüm. Çünkü burada bir şeyler yapıp, yurtdışında sıfırdan başlamak istiyorum. O yüzden burada böyle bir albüm yapayım dedim. Hem ekstralara giderim, hem dans ederim, hem de şarkı söylerim diye düşündüm. Bu amaçla bu CD’yi yaptım. Dans olarak yurtdışını hedefliyorum. Hem şarkı hem dans olarak da Türkiye’de bir şeyler yapmak istiyorum. Çünkü insanların buna ihtiyacı var. O kadar çok yoruldular ki 100 bin dolarları solistlere ödemeye, her şeyi bir arada bulabilecekleri çok az sanatçı var. Belki bir Muazzez Abacı değilim ama en azından kulağı da rahatsız etmeyecek şekilde şarkı söylüyorum. Her telden şarkı söyleyen ve dans eden pek sanatçı görmedim ben. Biraz zaman alacak ama iyi olacağına inanıyorum. İnsanlar beni çok seviyor.

En çok beğendiğin, tutacağına inandığın şarkılar hangileri?

- Aslında "Esmer Sevda"... Ben biraz höt höt bir hatunum. Sertim yani. Çok sportif ve seksi olmayanlardan işte. Çok "kadın kadın" değilim. Bu şarkı da benim çok enteresan bir yönümü çıkardı ortaya. "Ben bu kadar duygusal mıyım?" diye düşündüm. "Dönüşü Yok" da, her şeye kafa kaldırdığım için biraz benimle ilgili bir şarkı. Hiçbir şeye dönüş yok yani!

Hatırası olan, mesaj veren şarkılar mı bu şarkılar?

- Lise dönemimde çok spor yapıyordum, body’ci gibiydim. Hiç erkek arkadaşım yoktu. O zamanlar birisinden çok hoşlanıyordum. Okul dışından çok güzel bir kızla nişanlıydı. Bütün okulun kızları ona aşıktı. Baktım kimse benimle çıkmıyor, bizden üst sınıfta olan o çocuğa "Abi benimle bir kere tur atar mısın okulun etrafında? Herkes dalga geçiyor benimle, kimse bakmıyor" dedim. Çocuk anladı derdimi. İki tur attı benimle zil çalana kadar. Sonra herkes geldi yanıma "Ne konuştunuz?" demeye başladı. "Ne kadar güzel fiziğin var, spor mu yapıyorsun?" dediğini söyledim çocuğun. Oysa hiç alakası yok! O çocuk esmerdi. Hep içimde esmer sevdam kaldı. İşte o çocuğu hatırladım o şarkıda. Kim bilir şimdi ne durumdadır... Batu’ydu ismi.

Sağlam gemi olduğu için yakamamışsın!

- Yakamadım gerçekten. Gemiye bile binemedim.

Mehmet Ali Erbil’in yanında olunca onun esprileri de size geçiyor.

- O bana çok şey öğretiyor. Açık söyleyeyim, hiç kitap okumam ama onun yanında olduğumdan beri her şeye ilgi duyuyorum. Beni iyi yönde etkiliyor. Onunla tanıştığımdan beri kitap okuyorum. Espriler de geçiyor tabii.

O sana "Çarkıfelek"te şarkı da söyletir artık...

/_np/4287/6794287.jpg- Çok destekliyor beni. Şarkıcılık konusunda da desteğini esirgemez benden biliyorum.

En büyük pişmanlığın nedir?

- Saçlarımı zamanında kesmiştim. En büyük pişmanlığım o. Kaşımın bir yerine bir arkadaşım kalem yapmak istedi. Bir de o pişmanlığım var. Düzeltemiyorum.

Ama bunlar gelir geçer...

- Aklınıza tahminimce ilişkiler geliyor... Ama ilişkilerde pişmanlığım yok. Ben kadere inanırım. Allah’ın yazdıklarına pişmanlık demem.

NEZ VE TANYELİ’Yİ HAYATIMDA İZLEMEDİM

Sesine güveniyor musun, aldığın dersler oldu mu?

- Hálá ders alıyorum. Sahnede olması lazım bir şeylerin. Gözü kara olmak lazım. Günay’da çıkacağız her cuma. 15 kişi.

Oryantal yapacak mısın?

- Yapacağım. Sanıyorum Mehmet Ali Bey de ocak ayında başlayacak Günay’da...

Senin gibi dans edip şarkı söyleyen Nez ve Tanyeli var.

- İkisini de seyretmedim hayatımda. Bizim konseptimiz bambaşka. Yorum yapamayacağım.

SEVGİLİM OLSA KOLUMA TAKIP GÖSTERİRİM

Kalbin boş mu dolu mu? Herkes bunu merak ediyor...

- Her gün evlendiriyor beni Mehmet Ali Bey. Mesela bir ara Servet (Çetin) takıldı dillere. Servet’i tanıyorum, benim arkadaşımdır. Bazen buluşur kahve içeriz. Ortak arkadaşlarımız da var. Ama Servet benim değil. Ne benim o, ne de ben onun sevgili portresiyiz. Sevgilim olsa koluma takıp "Bu benim sevgilim" derim. Cesaretliyim.

Biri var mı peki?

- Yedi ay önce Serhat’tan (Fafal) ayrıldım. Dört buçuk sene süren bir ilişkim oldu. İnanın kimseyle ciddi bir ilişki yaşamak istemiyorum. Yoruldum çünkü. Beraber olduğum zaman çok sahiplenirim ve o insana sadık kalırım. Bütün ilişkilerime ileride evlenecekmişim gibi bakarım. Ondan ona, ondan ona ilişkileri sevmiyorum. Çok aday var. Bakıyorum bakıyorum ama hiçbiri kalbimi çarptırmıyor.


Röportaj: Yüksel ŞENGÜL Fotoğraflar: Zeynel Abidin AĞGÜL

medyadan

BlogcuZade Master