26 Aralık 2008 Cuma

Yeni yıl beklentileri

Yeni yıl beklentileri


Deniz Seki, yeni yılda anne olmak istediğini söyledi.


Deniz Seki, 99.0 KarmaTürk’de Elife’nin konuğu oldu. Yeni yıldan beklentilerini anlatan Seki, 2009 tarihinde olan rakamların toplamının 11 olduğunu, 11 rakamının hayatında hep önemli bir yeri olduğunu ve yeni yılda anne olmak istediğini söyledi.
Yazdığı öykülerden birinin senaryolaşmasını isteyen Seki, Çağan Irmak’ın yönettiği bir filmde oynamanın kendisini mutlu edeceğini söyledi.


----

  • Yeni yıl beklentileri ve depresyon...

Yeni yıla dair gerçekçi beklentiler yaşam zevkini artırırken hayalperest yaklaşımla yapılan değişiklikler ruhsal sorunların habercisi olabiliyor. Medical Park Bahçelievler Hastanesi'nden Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Hüsnü Erkmen, geleceğe dair planların sağlıklı bir ruh yapısını gösterdiğini belirtti. Psikolog Şebnem Turhan, “Şizoid kişilik bozukluğunda büyüsel ve astrolojik durumlar doğrultusunda beklentileri belirleme gözlenebilir. Mükemmeliyetçi ve depresif kişilikteki bireyler ise gerçekleşmeyen beklentilerini görür” diye konuştu.

Yeni yıl, yaşama dair planların hız kazandığı dönem… Kimisi aldığı piyango biletine güvenerek hayallerinde sınır tanımıyor kimisi ise kişisel ve çevresel koşullarını göz önünde tutarak gerçekçi planlar yapıyor. Medical Park Bahçelievler Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Hüsnü Erkmen Geleceğe dair planların sağlıklı bir ruh yapısını gösterdiğini belirterek “Planların sadece yeni yılın başlamasına bağlanması çok olumlu değildir. Kimileri ise yeni yıl ile birlikte eski yıla ait tüm olumsuzlukların ortadan kalkacağına ve herşeyin çok iyi olacağına inanır. Gerçekçi olmayan bu düşünce biçimi hayal kırıklıklarına ve ruhsal olarak kendini iyi hissetmemeye neden olabilir” diye konuştu.

İyilik dilemenin ruhsal bir rahatlama sağladığını kaydeden Erkmen, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yeni bir yıl, sonuçlarını kestiremeyeceğimiz olumlu veya olumsuz, beklenmedik olayları da içinde barındırabilir. Bu bilinmez insanları endişelendirip ruhsal olarak tedirgin ettiği için, iyilik beklentisi ve dileklerle rahatlamaya çalışılır. ”Gençlik yıllarında doğal olarak geleceğe dair beklentilerin daha fazla olduğunu hatırlatan Erkmen, “Yaş ilerledikçe yaşam daha stabil olur. Ayrıca tecrübeler de insanın neleri beklemesi gerektiğine dair bilgilerini artırır. Bilgi de bir ölçüde beklentiyi gerçeğe yaklaştırır ve yersiz beklentilerden kişiyi uzaklaştırır” dedi.

Psikolog Şebnem Turhan, gerçekçi olmayan beklentilerin hastalık habercisi olabileceğine dikkat çekti: “Aşırı beklenti içinde olma gerçekle bağlantısı olduğu sürece herhangi bir hastalık ya da sorunun habercisi olarak düşünülmeyebilir. Ancak söz konusu beklentiler gerçeklerden uzaklaşıyorsa, beklentilere göre hayatla ilgili önemli değişiklikler yapılıyorsa hastalıkların habercisi olabilir.”

Psikolog Şebnem Turhan, yeni yıl beklentilerinin yaşamı nasıl etkilediğini anlattı: Eğer birey aşırı ve gerçekçi olmayan beklentiler içindeyse bunları elde edemediğinde yeni yılın kendisine şanssız geldiğine inanıp hüsrana uğrayabilir.

Gerçekçi olmayan beklentiler gerçekçi olmayan planlar yapılmasını da doğurabilir.

Yeni yıla girdiği anda ne yapıyorsa tüm yılın da öyle geçeceğine inananlar vardır. Örneğin; hastanede yeni yılı karşıladıysa yılı hastanede geçireceği yönünde olumsuz bir beklenti içine girerler.
Beklentileri belirleme adına bazı bireylerin astrolojiden de yardım aldığı bilinmektedir. Öyle ki bazı kişiler yazılan ve söylenenlere öyle çok kendilerini kaptırırlar ki hayatlarındaki önemli kararları da bu doğrultuda alabilirler.

Milli piyango da yeni yılın vazgeçilmez bir geleneği haline gelmiş durumdadır. Büyük ikramiyenin kendisine vuracağını düşünüp çekiliş öncesi birçok borcun altına girmekte gerçekçi olmayan beklentilerden biri olarak değerlendirilebilir.

Bireyin beklentilere sahip olması hayata daha olumlu ve umutlu baktığını gösterir. Hayattan alınan zevke olumlu bir katkı sağlar.
Depresif kişilik yapısına sahip kişilerse daha çok yeni yılın kendilerine olumsuzluklar getireceğini, geçen yılda yapılamayan ve yarım kalan birçok işin olduğunu düşünür. Gelecekle ilgili umuttan çok geçmişe takılıp kalır.

Şizoid kişilik bozukluğunda daha da büyüsel ve astrolojik durumlar doğrultusunda beklentileri belirleme gözlenebilir.

Mükemmeliyetçi kişilik yapısına sahip kişiler de yine depresif kişilikteki bireyler gibi gerçekleşenden çok gerçekleşmeyen beklentilerini görür.

01.01.2008
http://www.anneyiz.biz

23 Aralık 2008 Salı

50 Cent'in solisti Curtis Jackson

Benim Madonna gibi isteklerim olmaz


Röportaj: Servet YILMAZ - Hürriyet Magazin
Benim Madonna gibi isteklerim olmaz 50 Cent'in solisti Curtis Jackson, Hürriyet'e konuştu.


"Var mısın Yok musun"da yarışmak üzere ülkemize gelen dünyaca ünlü hiphop grubu 50 Cent'in solisti Curtis Jackson, Hürriyet'e konuştu. Türkiye'ye gelirken hiçbir özel istekte bulunmadığını belirten Jackson, geçtiğimiz haziran ayında şarkıcı Ciara ile evlendiği iddialarını da reddetti.

- "Var mısın Yok musun"da yarışmak üzere Türkiye'desiniz. Nasıl buldunuz burayı?

Muhteşem! Daha önce de bir kere gelmiştim ve çok güzel zaman geçirmiştim. Geçen geldiğimde verdiğim konser rüzgârdan dolayı yarıda kalmıştı. Türkiye'yi zaten biliyordum ama çok fazla gezme vaktim olmadı. Otelde biraz dinlenebildim.

- Türkiye'ye gelip de kebap yememek olmaz, yediniz mi?

Hayır, denemedim ama bu akşam yiyeceğim.

- Yarışmanın çekileceği stüdyoya 500 kişi alınacak ama tam 8 bin kişi başvuruda bulundu. Türkiye'de bu kadar çok hayranınız olduğunu biliyor muydunuz?

8 bin başvuru mu? Vaovvv! Program çok güzel geçeceğe benziyor! İçeride çok güzel bir atmosfer olacaktır. 5 yıl önce Rock'n Coke'a gelmiştim ve hava koşulları nedeniyle şovumu tamamlayamamıştım. Acun'la görüştüğümüzde, içimde ondan kalan bir eksiklik olduğunu ve Türkiye'ye gelmekten dolayı çok mutlu olacağımı söyledim.

- Yarışmada çeşitli rakamların olduğu kutular açtıracaksınız. Şanslı numaranız var mı?

Hayır, şanslı bir numaram yok.

- Programdan sonra ülkeden ayrılıyorsunuz. Neden bu kadar kısa süre kalıyorsunuz?

Çünkü programım çok yoğun. Önceki günlerde Los Angeles'taydım. Oradan Miami'ye geçtim, sonra da New York'a... Şimdi de Türkiye'deyim./_np/6690/7006690.jpg

- Bu programda daha önce Christina Aguilera da yarıştı ve gelirken birtakım özel istekleri oldu. Sizin buraya gelirken özel bir isteğiniz oldu mu?

Hayır, özel bir isteğim olmadı. Ben o tarz starlardan değilim. Madonna hakkında konuşsaydık daha farklı olabilirdi. Benim öyle özel isteklerim yok.

- Türkiye'den tanıdığınız rap müzisyenler var mı?

Radyoda bazı kişileri duydum ama tam olarak bir isim veremem.


- Dünya çapındaki starlardan kimi beğeniyorsunuz peki?

Beyonce'yi beğeniyorum.

- Bugüne kadar birlikte çalışmaktan en çok keyif aldığınız isimler kimlerdi?

Eminem'le çalışmak gerçekten çok kolaydı. Benim yerime başka biri olsa onunla zorlanabilirdi.

- Şu anda çok ünlüsünüz ve çok paranız var. Eski varoş yaşantınızı özlüyor musunuz?

Hayır, çok özlemiyorum. Bazen gidip oraları ziyaret ediyorum ama tekrar o yaşantıya dönmek istemem.

- Oğlunuz müzikle ilgileniyor mu?

Oğlum daha 12 yaşında. Henüz iş konusunda endişe duyacak ve bir işle ilgilenecek yaşta değil. Ama beyzbol ve futbol ilgisini çekiyor.

Ciara ile evlenmedim

- Sinema sektörüne girmeyi ve bir filmde rol almayı düşünüyor musunuz?

Tam olarak içinde olduğum bir proje yok ama yapmayı düşünüyorum.

- Son dönemde şarkıcı Ciara ile evlendiğinize dair dedikodular çıktı. Bu konuyla ilgili neler söyleyeceksiniz?

Hayır, evlenmedim.

- Buradaki sevenlerinize göndermek istediğiniz bir mesaj var mı?/_np/6697/7006697.jpg

Burada olmaktan çok mutlu olduğumu söylemek istiyorum.

- Yeni yıla nasıl girmeyi planlıyorsunuz?

Evde dinleneceğim. Her fırsat bulduğumda evime gider dinlenirim.

Curtis Jackson, beraber kaydettikleri "Can't Leave Em Alone" isimli şarkının klibinde son derece samimi görüntüler sergilediği Ciara ile evlenmediğini söyledi.
Röportaj: Servet YILMAZ - Hürriyet Magazin

Kurtlar Vadisi Krizi

Kurtlar Vadisi Pusu İçin Kanallar Sıraya Girdi

Kurtlar Vadisi Pusu dizisi yayınına ara verdi. Peki dizi hangi kanallarla görüşüyor?

Show TV ile Pana Film arasına para krizi girdi. Kurtlar Vadisi Pusu dizisi yayınına ara verdi. Peki dizi hanga kanallarla görüşüyor, akibeti ne olacak? İşte yanıtlar.

Milliyet’ten Ali Eyüboğlu, sevilen dizi Kurtlar Vadisi ile ilgili perde arkasında konuşulanları yazdı. Show TV ile Pana Film’in arasına bir kez daha “para” girdi. Üstelik bu kez kriz, eskisinden çok daha derin. Çünkü Pana Film, çektiği “Kurtlar Vadisi Pusu” ile “Eşref Saati” dizilerinin bu sezon ekrana gelen bölümleri için Show TV’den şimdiye kadar bir kuruş ödeme alamadığı gibi, yapım şirketi yayıncı kuruluştan geçen sezondan da alacaklı.

O nedenle de Pana Film ve Show TV, ilişkilerini dondurma kararı aldı. Show TV, Pana Film’e olan borcunu öderse, taraflar arasındaki sorun bitecek ve “Kurtlar Vadisi Pusu” kanalda yayınlanmaya devam edecek.“Eşref Saati”nin durumu ise tarafların o günkü “eşref saati” belirleyecek. “Kurtlar Vadisi Pusu” kemik bir izleyici kitlesi olan bir dizi.O nedenle de müşterisi çok. Öğrendiğim kadarıyla şu ana kadar “Kurtlar Vadisi Pusu” için Pana Film’e teklif vermeyen majör kanal yok…Kanal D, ATV, Star TV, FOX, Kanaltürk hatta TRT bile talip “Kurtlar Vadisi Pusu”ya… Bir hafta, bilemediniz 10 gün içinde “Kurtlar Vadisi Pusu”nun akıbeti netleşecek.Show TV, Pana Film’e ödemesini yaparsa dizi bu kanalda kalacak, aksi takdirde “Kurtlar Vadisi Pusu” yeni yılda adres değiştirecek.

Tags: atv, Fox, Kanal D, Kanaltürk, kurtlar vadisi pusu bitti, kurtlar vadisi pusu kanal değiştiriyor, kurtlar vadisi pusu pana film, kurtlar vadisi pusu yayına ara verdi, kurtlar vadisi pusu yeni kanalı, Star TV

18 Aralık 2008 Perşembe

Kadınlara Burak gibi yaklaşamam

Kadınlara 'Burak' gibi yaklaşamam

Melike BİRGÖLGE / mbirgolge@hurriyet.com.tr
Kadınlara 'Burak' gibi yaklaşamam ‘Binbir Gece’ dizisindeki ‘Burak’ ile ilgili merak edilenler…

Sıradaki röportaj konuğum Mert Fırat desem, ‘O kim?’ diye düşünür çoğu kişi. Ama ‘Binbir Gece’ dizisi ve ‘Burak’ dersem birçok kişinin ‘Aaaaa! O mu!’ deyip, ilgiyle röportajı okuyacağını tahmin etmem hiç zor değil. Canlandırdığı asi, şımarık karakterin tam tersi mütevazı kişiliğiyle karşınızda Mert Fırat. Nam-ı diğer ‘Binbir Gece’ dizisindeki ‘Zengin Bey Burak’ hayranları bu röportaj sizin için.

Dizideki ‘Sezen’ karakterinin deyimiyle ‘Zengin Bey’ olarak diziye nasıl dahil oldunuz?

‘Binbir Gece’ dizisinden önce ‘Yersiz Yurtsuz’ dizisinde rol alıyordum. Beni orda TMC’nin sahibi Erol Avcı görmüş. Bana uygun bir rol olduğunu söylediler. Kabul ettim. Bu şekilde geçtiğimiz sezon diziye dahil oldum.

“İSVEÇ’TE AŞÇILIK – GARSONLUK YAPTIM!”

Ankaralı olduğunuzu biliyorum. Bunun dışında kimdir Mert Fırat? Sizi tanıyalım biraz.

Liseden sonra Rus Dili’ni kazandım Konya’da ama gitmek istemedim. Sonra bir arkadaşımın vasıtasıyla İsveç’e gittim. Orda Radyo – Televizyon – Medya Yönetimi okudum. Ama oradan mezun olmadım. İki yıl okudum, okumaktan çok çalıştım. Bunun nedeni de İsveç’te okumak kolaydı ama ekonomik koşullarım elvermedi. Yaşam şartları kolay değildi orda. Aşçılık, garsonluk yaptım. Müzikle de uğraştım.

“OYUNCU OLMAK İSTEDİĞİMDE AİLEM KARŞI ÇIKTI!”

Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro - Oyunculuk Bölümü mezunusunuz. Tiyatroyla tanışmanız nasıl oldu peki?

Ortaokuldan beri vardı ilgim. Şöyle ki; okuduğum o yıllarda bir hocamız vardı, bizi iki gruba ayırmıştı. Her hafta bir oyun ve skeçler yazmamızı istedi, hem de İngilizce olarak... Bu şekilde farkında olmadan adım atmış oldum aslında. Baktım güzel gidiyor ve kendimi geliştirebiliyorum da. Ondan sonra okulun tiyatro çalışmalarına, oyunlarına katılmaya başladım. Ve lise yıllarında ‘Ben oyuncu olmak istiyorum’ dedim. Ama ailem ilk önce karşı çıktı. ‘Önce üniversite oku sonra oyunculuğunu yap’ diyerek…

İsveç’ten döndükten sonra…

Döndükten sonra Ankara’da Devlet Tiyatrosu’na girdim sözleşmeli olarak. ‘Suç ve Ceza’ oyununda oynadım. O oyunda rol alırken sınava gidim. Ankara Üniversitesi Tiyatro - Oyunculuk Bölümü’nü kazandım. Bir yandan tiyatro oyunculuğu, diğer yandan okul…

Bu arada bir de, TRT’de ‘Bizim Evin Halleri’nde rol aldınız.

‘Suç ve Ceza’ oyununda oynarken, oradan beni bilen Hülya Gülşen Irmak ve Mehmet Atay, o dizi ekibine beni önermiş. O şekilde Bizim Evin Halleri’nde rol aldım.

‘Ver elini İstanbul’ deyişiniz…

2006’da okulum bitmişti. Ve burası yani ‘Oyun Atölyesi’ sınav açmıştı. Sınava girdim, ‘Hırçın Kız’ oyunu için seçildim. Gidip gelmek zor olacaktı, İstanbul’a yerleştim. Yerleştikten üç dört hafta sonra ‘Yersiz Yurtsuz’ dizisinde rol almaya başladım, şimdi de Binbir Gece’ dizisi…

Asi, sorumluluktan kaçan ‘Zengin Bey Burak’, Sezen’in peşinden çok koştu. Gözü kara bir halde… Ne buldu Sezen’de Burak?

Evet, çünkü gerçekten aşık oldu. Uğruna her şeyi yaptı, aşkı için mücadele etti. Kek bile yapıp kapısına dayandı. (Gülmeler…)

“AŞK İÇİN ÇABA HARCANMALI!”

Peki siz gerçek yaşamınızda böyle gözü kara mısınız aşk söz konusu olunca?

Evet, daha beterim hatta. Bazı şeylerin mücadele ile olacağının daha doğru olacağını düşünüyorum. Bir aşk için çaba harcanmalı, mücadele edilmeli. Ama hani gerçekten değen biriyse, değiyorsa mücadele edilmeli diyorum.

Zaten mücadele, aşkta - ilişkide olması gereken…

Tabii, kesinlikle… Bir insanın kendisiyle savaşırken, hatta ailesiyle bile savaşması zorken başka birini hayatına dahil etmek, her şeyine ortak olmak, sorunları beraber paylaşabilmek çok önemli. Bu da mücadeleyi gerektiriyor tabii.

“EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRÜYOR!”

Mücadele sonrasında kaybetme korkusu aşkı tetikliyor mu sizce, ilişkiyi canlandırma anlamında?

Aynen öyle… Kaybetme korkusu ilişkiyi canlı tutuyor. Dolayısıyla evliliğin bu anlamda aşkı öldürdüğüne inanıyorum. Çünkü şöyle bir şey var, yaşanan ilişkide, karşındaki kişinin kapıyı vurup gidecek olmasının verdiği endişe korkutuyor ve bir yerde tutuyor aslında.

Sezen ve Burak neden gizlice evlenerek ailelerini böyle bir tepkiyle cezalandırdılar?

Herkes onlara karşı çıkınca içindeki aşk ve güçle bu konuyu aşabileceklerine inandılar ve bunu göstermek istediler.

“AŞIK OLUNCA GÖZÜM HİÇBİR ŞEY GÖRMEZ”

Gelelim aşka…

Çok heyecanlanırım aşık olunca. Gözüm başka hiçbir şeyi görmez. Sürprizler yapmayı severim.

“EVLİLİK BİR NİKÂH DAİRESİ KADAR YAKIN!”

Üç yıldır süren bir birlikteliğiniz var. Evlilik uzak mı size?

Evlilik bir nikah dairesi kadar yakın aslında ama... (Gülüşmeler…) Büyük bir sorumluluk, maddi koşullar da var. Hani evlenince ‘Eyvah, ben şimdi ne yapacağım? Hani beraber olduğum kişiye onun istediği şartları sunabilecek miyim, onu rahat ettirebilecek miyim?’ düşüncesi… Sonrasında dünyaya getireceğiniz çocuk… Onu şartlar en iyi şekilde olduğunda dünyaya getirmelisiniz ki, ‘İyi ki beni dünyaya getirmişsiniz’ diyebilsin.

“SORUMLULUK ALAN BİRİYİM”

Canlandırdığınız ‘Burak’ karakteri sorumluluklardan kaçan, asi, şımarık biri. Sizde bu tür özellikler var mı?

Hayır, tam tersi sorumluluklardan kaçmak yerine sorumluluk alan biriyim. Çok asi değilimdir. Ama Burak’ın şu özelliğini seviyorum. Adam başına buyruk yaşıyor, çok rahat. Hiçbir sorumluluğu yok. Derdi yok, tasası yok. Nerde akşam orda sabah… Para sorunu yok. Çok lüks evlerde oturuyor, pahalı arabalar… Bunları görünce diyorsun ki ‘Vay be! Böyle hayatlar da var.’ Belki zor, belki yanlış ama böyle hayatlar da ne yazık ki var.

“BEN KADINLARA ‘BURAK’ GİBİ YAKLAŞAMAM!”

Zaten oyunculuğu çekici kılan nedenlerden biri de bu olsa gerek. Yani yapamadıklarınızı roller sayesinde yaşamak…

Kesinlikle… Olmadığın birini oynamak… O çok keyifli bir şey. Hayatında yapamadığın şeyleri rolle yapmak başka bir şey. Mesela, Burak’ın kadınlara yaklaşması… Ben öyle yapamam mesela. Hani televizyonda görüyorsun ‘Noluyor yaa… Aaa bu muymuş? Ya da ‘Kadına böyle yaklaşılır mı?’ diyorsun.

Kendinde olmayan başka özellikleri canlandırmak insana neler düşündürüyor? Neler katıyor?

Bakıyorsun… Böyle yaşasam, böyle bir kültürden gelmiş olsam, böyle şımartılsam ben de böyle olabilirim diyorsun. Burak, gerçekten şımartılmış, çok rahat yetişmiş, vs… Gerçek hayatla yüzleşmesi engellenmiş.

“KOLAY KOLAY KİMSEYİ ALDATMAM”

Mert’in Burak’tan ayrılan yönleri neler?

Kolay kolay hiç kimseyi aldatmam, insanları yarı yolda bırakmam, insanların hayatlarıyla bu kadar oynamam, Burak’ın Melek’e yaptığı gibi. Böyle anlık şeyler yaşamam. Ben anlık değil, gerçekçi ve daha uzun vadeli düşünürüm.

“BİZ SİZE GICIK OLUYORUZ!”

İnsanlar nasıl tepki veriyorlar sizi gördüklerinde? Ne diyorlar ve niye kızıyorlar daha çok?

Melek’i bırakmış olmama… Ama geçen gün şöyle ilginç bir şey oldu. Bankaya gitmiştim, üç kızdan bir tanesi ‘Ay biz size gıcık oluyoruz!’ dediler. (Kahkahalar…)

Genelde ‘Ailecek sizi seviyoruz’ derler ya, bu kez ilginç bir yorum olmuş gerçekten.

Aynen… Ama görsen, nasıl sevinerek söylüyorlar. ‘Teşekkür ederim’ dedim ben de.

Gelelim rol aldığınız tiyatro oyununa. ‘Testosteron’ Siz, Metin Coşkun, Emre Karayel, Fırat Tanış, İnan Ulaş Torun, Timur Acar ve Tuna Kırlı rol alıyorsunuz. Nasıl kimlikle karşımıza çıkacaksınız bu kez oyunda?

Gazeteci Tretyn’i canlandırıyorum. Magazin gazetecisi, nerde sansasyon varsa ona yönelen, ‘bir kelimeden başka türlü nasıl anlam çıkarabilirim’ diye düşünen bir gazeteci…

Oyunun konusu da kadın – erkek ilişkileri…

Evet… Erkekler arasında kadın konusu… Erkeğin kadına bakışı… Hayatında var olan kadınları nasıl gördüklerini anlatıyor. Aslında kadının, erkeğin hayatındaki yeri… Bir de kadın her yönden ele alınıyor oyunda. Medyatik, biyolojik, toplumsal… Komik bir şekilde…

Erkeklerin ipliğini pazara çıkarıyorsunuz diyebilirim. (Kahkahalar…)

Erkeklerin dünyası… Erkek olmanın ne kadar zor olduğunu, aslında hatanın nerde başladığını anlatıyoruz. Bir yandan da erkeklerin kadınlara bakışını…

“ERKEKLER DOĞURAMADIĞI İÇİN KADINLARI CİNSEL OBJE OLARAK GÖRÜYORLAR!”

Erkekler kadınları neden cinsel obje olarak görüyor?

Oyun tam da bunu irdeliyor. Kadınları neden cinsel obje olarak görüyor erkekler? Bunun nedeni çok basit ve çok açık aslında. Erkeklerin doğurganlık özellikleri olmadığı için!

Bunun temelinde, yani kadınları cinsel obje olarak görme konusunda ‘erkekliğin doğası’ diye savundukları o olgu mu var? Yoksa başka bir sebep mi…

Hem erkeğin doğasında var hem de şu, bir kadın çocuk dünyaya getirebiliyor. Evet erkekler her şeye sahip olabiliyorlar. Yönetici oluyorlar, fabrikalar kuruyorlar. Başarılar kazanıyorlar, para kazanıyorlar, güç sahibi oluyorlar. Ama doğuramadıkları için de kadınları cinsel obje olarak görmekten vazgeçmiyorlar, vazgeçemiyorlar.

İlginç…

Doğurganlık özelliği kadında olup erkekte olmayınca… Erkek ne yaparsa yapsın, bu anlamda yani doğurganlık anlamında yoktan var edemiyor. Ama kadında öyle değil. Hatta öyle ki, kadınlar yakın gelecekte erkeğe hiç ihtiyaç duymadan çocuk sahibi de olabilecek. Bu, daha da beter bir kaygı yaşatıyordur birçok erkeğe.

“Oyunculuk bir laboratuvar. Bir yaşam biçimi ve sonsuz bir şey” diyorsunuz Peki ne tür deneyler yapıyorsunuz? Yani oyunculuğunuzu nasıl ve nelerle besliyorsunuz?

Gözlemle… İnsanları ve olayları gözlemleyerek… Bazen bilinçli bazen de farkında olmadan…

Detaycı bir yapınız var gibi. Detaycı ama sabırsız…

Evet aynen… Çok sabırsızım. Bir şey olacaksa hemen olsun isterim. Neyi istiyorsam onun üstüne giderim.

“CASUS OLMAK İSTİYORUM!”

Ankara Devlet Tiyatrosu’nda; ‘Suç ve Ceza, Şeyh Bedrettin, Palyaço Prens, Atları da vururlar’ adlı oyunlarda, İstanbul’a geldiğinizde de ‘Hırçın Kız’ oyununda rol aldınız. Geçen yıl ‘Hayattan Korkma’ filminde rol aldınız. Şimdi de ‘Binbir Gece’ dizisiyle ekranlarımızdasınız. Dizi oyunculuğunuzun yanı sıra yeni oyun ‘Testosteron’la tiyatro sahnelerindesiniz. Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?

Sinema yapmak istiyorum. Sinema, tiyatro… Oyunculuğumu geliştirmek, iyi roller oynamak... Oynamak istediğim çok rol var.

Mesela…

Bir casusu canlandırmayı isterdim mesela. Aksiyon türündeki kurguların olduğu filmlerde rol almak isterdim. Derinliği olan karakterleri canlandırmayı istiyorum. Hem oyunculuğumu geliştireceğini hem de derinliği olan rolleri canlandırmanın keyifli olacağını düşünüyorum

“SEYİRCİ ROLÜMÜ ANLIYORSA BAŞARI BUDUR!”

'Hırçın Kız' oyunundaki ‘Tranio’ rolünüzle 2006 yılında ‘Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü'ne layık görüldünüz. Nedir başarı kıstasınız…

Başarı benim için, karşılık bulmaktır. Yaptığım işin karşı tarafa geçmesi demektir. Yaptığım iş karşı tarafa geçiyor ve seviliyorsa, seyirci anlıyorsa başarı budur benim için. Oynadığınız bir rol ya da yaptığınız bir iş seyirciye geçmiyorsa başarısızlıktır o.
Kaynak: Hürriyet Magazin

15 Aralık 2008 Pazartesi

Mahsun olmasa ben yoktum

Mahsun olmasa ben yoktum

Mahsun olmasa ben yoktum Beren Saat, şöhret olmasında Mahsun Kırmızıgül'ün büyük rolü olduğunu söyledi.

"Güz Sancısı" filminin çekimlerine tamamlayan Beren Saat, şöhret olmasında Mahsun Kırmızıgül'ün büyük rolü olduğunu söyledi.
Ünlü oyuncu Beren Saat, kariyerinde Mahsun Kırmızıgül'ün önemine dikkat çekti. 2005 yılında yayınlanan ilk dizisi "Aşka Sürgün"le şöhreti yakalayan güzel oyuncu, başarısını Mahsun Kırmızıgül'e borçlu olduğunu söyledi. Saat, "Mahsun Kırmızıgül benim gibi tanınmamış biriyle dizi çekerek büyük bir risk aldı. Başkasıyla oynasam, belki dizi başarısız olacak ve kaybolup gidecektim. Mahsun olmasa ben yoktum" dedi.

Beren Saat, son olarak senaryosunu Etyen Mahçupyan ve Nilgün Öneş'in yazdığı, Tomris Giritlioğlu’nun yönettiği "Güz Sancısı"nda rol aldı. 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül olaylarının gölgesinde iki gencin aşk hikâyesinin anlatıldığı filmde, Rum kızı Elena'yı canlandıran Saat, "Daha önce başrol oynadığım 'Hatırla Sevgili' dizisi ülkemizin yakın tarihini anlatmak amacıyla yapılmış bir projeydi, bu da Hatırla Sevgili’nin bir uzantısı. Benim oynadığım Elena, bir Müslüman'a aşık. Film, ülke koşullarının onları nasıl ayrı düşürmeye çalıştığını anlatıyor. Çok güzel bir film oldu" diyor.

Beren Saat, "Aşka Sürgün"de Mahsun Kırmızıgül'ün eşini canlandırmıştı.
Kaynak:http://www.hurriyet.com.tr/magazin/

12 Aralık 2008 Cuma

Yoğun ilgi rahat uyumamı sağlıyor!




"Yoğun ilgi rahat uyumamı sağlıyor!"

Melike BİRGÖLGE / mbirgolge@hurriyet.com.tr
Yoğun ilgi rahat uyumamı sağlıyor! ‘…dan Sonra’ ile yaptığı başarılı çıkışından sonra şimdi de kliplendirdiği ‘Kenar Süsü’ şarkısıyla karşımıza çıkan Sıla’yla keyifli bir sohbet…



Bir süredir ekranlarda dönen bir klip, radyolarda çalan bir şarkı var. ‘Kenar Süsü’ sözleri ve müziğiyle dikkatimi çekiyor. Ayrılık sonrası yaşadıklarımızı o kadar iyi anlatmış ki... Dilime dolanıyor. Bir bu şarkıyla dolansa iyi. Albümündeki ‘Dön Demeyi Unuttum’ ve ‘Malum’ başta olmak üzere birkaç şarkısı daha dilime düşünce “Ruh hallerini böyle iyi anlatan bu kişiyi bulup, konuşmam gerek!” diyorum. İşte şarkıları, müziği ve hayatıyla Sıla karşımızda.

“MÜZİK DOĞUŞTAN GELEN İÇGÜDÜSEL BİR ŞEY”

‘Sıla’ adını verdiğiniz albümünüzdeki şarkıların tüm sözleri sizin. Bestelerin birçoğu da size ait. Albümde başka kimlerin imzası var?

Ozan Doğulu prodüktörlüğünde toplam beş aranjörün imzası var. Efe Bahadır, Mustafa Ceceli, Nedim Ruacan, Murat Yeter ve Ozan Doğulu. Efe Bahadır ile ortak bestelerimiz var. Benim yazdığım şarkılar var. Sezen Aksu ile ortak şarkımız var. Bir tane de Ozan Doğulu bestesi var. Ayrıca ‘Ne Desem İnanırsın’ ve ‘Dön Demeyi Unuttum’ da Yalın’la ortak çalışmalarımız içinde. Bu ilk albümde çok kıymetli müzisyenlerle çalışma fırsatı yakaladık.

Albümünüzde pop rock da var, Ege ezgileri de... Bunun yanı sıra slow şarkılar ağırlıkta. Konsepti düşünecek olursa siz tarzınızı ne olarak tanımlıyorsunuz peki?

Aslında bir tek müzik tarzı üzerine yoğunlaşmış bir albümden çok ‘Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği’ adı altında duymak istediğimiz neredeyse her şeyi bir araya getirmeye çalıştık. Ve mümkün olduğunca bu çeşitlilik devam edecek çünkü bu zenginlik, kulağına Türkçe müzik çalınan her dinleyicinin içinde mevcut.

“ŞANSA ÇOK İNANIRIM”

İlk albümünüz ile çoğu kişi sizi tanıdı. “Hesap mı verecem …dan sonra” diyorsunuz çıkış şarkınızda. Tamam hesap vermeyin de… Hangi vesileyle yani neden sonra ‘Müzik mesleğim olmalı’ dediniz? Müzik nasıl girdi kanınıza?

Son derece doğuştan ve içgüdüsel olduğunu düşünüyorum. Zira kanıma nasıl girdiğini hiç hatırlamıyorum. Tabii ki gözümde çocukluk yıllarıma uzanan belli başlı resimler yok değil. Saç fırçası ya da deodorant şişesini mikrofon bellediğim ve onlarla saatler geçirdiğim zamanlar hâlâ hatırımda.

Denizli’de geçen çocukluk ve okul hayatı… İstanbul’a gelmeniz hangi vesileyle…

Denizli’de doğdum ve ilkokul bitene kadar Denizli’de yaşadım. Ortaokul ve lise yıllarım ise İzmir’de geçti. İstanbul hikâyem ise İstanbul Üniversitesi’ni kazanmam ile başladı.

Fransız Dili ve Edebiyatını kazanmışsınız. Müzik aşkınız ağır basmış, okulu bırakmışsınız. O zaman o cesareti gösterip, o riski göze almasaydınız bugün farklı bir yerde mi olurdunuz acaba? Yoksa ‘Öyle ya da böyle müzikle buluşurdum’ mu diyorsunuz?

Fransız Dili ve Edebiyatı maceram İstanbul Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümü’ne girmem ile son buldu. Kenan Doğulu ile çalışmaya başlama fırsatını yakaladığım dönem de aynı tarihlere denk düşüyor.

Bu denk düşüş biraz da şansla alakalı diyebilir miyiz?

Evet… Şansa çok inanırım; şansım yaver de gitti ama başka meslek yapabileceğim bir okulu da bitirmiş olsaydım döner dolaşır yine şarkı söylerdim yine şarkı söylerdim; yine şarkı söylerdim.

“KENAN’A NE ZAMAN ELİMİ UZATSAM TUTACAĞINI BİLİYORUM”

Kenan Doğulu’yla tanışıp, ona vokal yapmanız nasıl gerçekleşti. Kim kimi, nasıl buldu?

Kenan Doğulu’nun bayan vokal arayışı ile benim işlerin ucundan tutma isteğim aynı zamana denk geldi. Cem Öcal’dan aldığım bir telefonla bu ekibe dahil oldum.

Peki ondan müzik, sahne, hayat adına öğrendikleriniz neler?

Ondan müzik ve sahne adına öğrendiklerimi maddelemem tabii ki çok güç. Yaptığımı özetlemem gerekirse Kenan’ın anlattıkları dışında bolca gözlem yaptım. Müzisyenlerin ve solistin her adımını takip ettim, ‘iş’i öğrenmeye başladım.

Yedi yıllık vokalistlik hayatı size neler öğretti, neler kattı?

Deneyim, disiplin ve çok çalışmak. “Sahne”nin getirdiklerini ve götürdüklerini; getirebileceklerini ve götürebileceklerini öğrendim.

Kenan’ın albümünüze ve ilk klibinizde rol alarak destek olması sizi mutlu etmiş olmalı.

Elbette. Solo albüm aşamasına gelmeden de Kenan’a bir takım şarkılarımı dinletmiştim. Ve bana inancının gerçek olduğunun farkındaydım. O da bunun hep arkasında durdu zaten. Ne zaman elimi uzatsam tutacağını biliyorum.

“YOĞUN İLGİ RAHAT UYUMAMI SAĞLIYOR!”

İkinci klip şarkınız Kenar Süsü’. Kalplere dokunan, ayrılık sonrası yaşananları en şeffaf haliyle anlatan bir şarkı bu. Sıradaki klip hangi şarkıya gelecek?

Sıradaki klip “Dön Demeyi Unuttum” şarkısına gelecek. Ekipçe hangi şarkıya klip çekeceğimizi artık şaşırmış durumdayız. Bu yoğun ilgi tabii ki benim daha rahat uyumamı sağlıyor. Uykumu kaçıran yeni albüm şarkılarını saymazsak.

Aslında albümüz öncesinden adınıza aşinayız. Sıla dizisinin jenerik şarkısı olan ‘Töre’de sizin imzanız var Sezen Aksu’yla. Bu proje nasıl gerçekleşti?

Gül Oğuz bana ‘Sıla’ dizi projesinden bahsettiğinde ve “Şöyle bir şarkıya ihtiyacım var” dediğinde altından kalkabileceğimi biliyordum. Çünkü hikâye son derece ilgimi çekmişti. Ben “Can Perperişan”ı yazdıktan sonra Sezen Hanım (Aksu) bu şarkıyı dinledi ve “Töre”yi yazdı. İkisi birleşti ve seslendirmek bana nasip oldu.

“İÇİMDE ÇOK KİŞİ VAR!”

Dizi için yaptığınız ‘Can Perperişan’ adlı şarkıyı dinleyip, sizi sonradan görenler çok şaşırmış ilk başlarda. Neden?

Bilmem, neden? Sanırım ‘dan Sonra’yı yazan ile ‘Can Perperişan’ı yazan
aynı kimse olamaz diye düşündüler. Çok kişiyiz içimizde; hepimizin söyleyecek sözü çok. Ben uzaktan bakıyorum resme ve uyuyorum renklere.

Bu şarkının sözlerinde insanların isyanını ve feryadını dile getirdiniz. Töreyi yaşamadığınız halde bu kadar güzel anlatabilmenizi neye bağlıyorsunuz?

Empati… O da yoksa etrafınızda olup biten her şeye bir daha ve bir daha dönüp bakmaya ve kayıtsız kalamamaya. Hiçbir şeye…

Ferhat Göçer, Kenan Doğulu ve Emel’e şarkılar vermişsiniz albümünüz çıkmadan önce. İşin mutfağından da keyif alıyorsunuz sanırım.

Ferhat Göçer, ‘Yolun Açık Olsun’ albümünde sözleri bana müziği ise Efe Bahadır’la ikimize ait olan ‘Vur Kadehi Ustam’ı söyledi. Kenan Doğulu ise ‘Demedi Deme’ albümünde sözleri bana ait olan ‘Boğaziçi’ isimli şarkıyı seslendirdi. Emel’de ise sözü ve bestesi bana ait olan ‘Ağla’ isimli şarkı hayat buldu. Üretkenliği sadece kendimde kullanmak yerine başkaları ile paylaşmayı kıymetli bulanlardanım. Ne mutlu bize şarkılarımız bu değerli müzisyenlerin elinde daha da değer kazanıyor.

“BAZI KORKULAR HAYATTA FAYDALI!”

Gelelim Sıla’ya… Değişken bir yapınız varmış. Bu değişken yapınız çılgınlıklar barındırıyor mu içinde?

Zaman içinde değişken ruh hallerime yön vermeyi öğrendim ve avantaja çevirdim dezavantajlarımı. Herkes kadar çılgınım. Olmayacak şeyler için kendimi tehlikeye atmam. Risk alırım ama bazı korkuların da hayatta faydalı olduğuna inanırım.

Üzüntüyü ve sevinci uçlarda yaşıyorsunuz. Neler sevindirir sizi?

Küçük ve düşünceli şeyler... Büyük şeyleri zaten planlıyor ve uygulamaya çalışıyoruz.

Peki ya neler kızdırır?

Adaletsizlik ve göstermelik, içi boş zaferler… Kötü kalpler…

AŞK DÜŞERKEN CANINIZIN SIKILMADIĞI DİPSİZ BİR KUYU!”

Aşk deyince aklınıza ne geliyor?

Renkli ve eğlenceli dipsiz kör bir kuyu. Düşerken canınız sıkılmıyor.

Aşkı nasıl yaşarsınız? Aşık olunca neler değişir Sıla’da?

Aşka izin veren biriyim. Aşk iyidir hoştur, seslere kokulara duyulara başka anlamlar yüklenir aşk zamanı. Bende de farklı olmuyor. Aşk size ne yapıyorsa bana da aynısını yapıyor.

Şarkıda dediğiniz gibi, ‘kenar süsü’ olduğunuzu hissettiğini aşk ya da aşklar oldu mu? Tepkiniz ne oluyor o zaman?

İşte o zaman ben şarkı yazıyorum. İçinde de neler olup bittiğini anlatıyorum.

“HER YARA FARKLI SÜREDE KAPANIYOR”

Ayrılığı ve sonrasında yaşananları, hemen hepimizin yaşadığı şeyleri o kadar iyi anlatmışsınız ki… ‘Ayrılık sonrası hiçe döndüğümüzü, çürüye çürüye tükendiğimizi, kendimizi rezil etmemizi, ona buna ağlamamızı, gülmeyi unuttuğumuzu…’ Siz ayrılık sonrası kolay toparlanabilenlerden misiniz? Nasıl atlatırsınız ayrılık dönemini?

Eğer yaşadığım ayrılık hayırlı ise yani o aşk zaten bana iyi gelmeyecekse, bu düşünceyi yerleştirip aklıma hayatıma devam ediyorum. Ama tahmin edersiniz ki her yara farklı sürede kapanıyor. O yüzden bir genelleme yapabileceğimi zannetmiyorum.

‘İçimdeki kadınlar konuştu’ diyorsunuz albümünüzle ilgili olarak. Peki hayatınızda hangi kadın daha ağır basıyor? Nahif, kırılgan, agresif, depresif…

İşte bu saydıklarınızın hepsine ben bir yer buldum. Hangisi gerekiyorsa onu çıkartıyorum. Hepsine eşit şans vermekte fayda buldum.

Üreten biri olarak ruhunuzu nelerle zenginleştiriyorsunuz? Kendinizi nasıl, nelerle besliyorsunuz?

Üreten insanların hayatlarında yoğun trajediler yaşadıkları ve bunlarla beslendikleri fikrini külliyen yalan ve abartılmış buluyorum. Günlük hayat, içinden her şeyi çıkartmaya yetecek kadar sert ve renkli. Büyük mevzuların olması gerekmiyor. Çünkü olan her şey üretmeyenlerden daha fazla bize dokunup geçiyor. Yapı gereği daha hassasız. Zaten hayattan çıkarttıkları ile bir şeyler yaratmaya çalışanın tüm aklı fikri bu doğrultuda işliyor.

28 yaşındasınız. 30’lu yaşlarınızı iple çekiyormuşsunuz. Neden?

Kendimle ilgili sorularımın cevaplarına o güne kadar ulaşırım diye ümit ediyorum. Yenileri gelir gelmez o benim bileceğim bir şey değil.

“VERİLENLE YETİNİRİM!”

“Hiçbir şeye anlam yüklemem ben” diyorsunuz. Yani…

Hiçbir şeye gereksiz anlam yüklemem. Verilen ile yetinirim.

Bunun yani hiçbir şeye anlam yüklememenizin size sağladığı artılar ve eksiler neler?

Hayatım kolaylaşıyor. Zaten anlam yüklemem gereken bir sürü şey varken…

Çok sorgular mısınız hayatı?

Hayır. Hepimiz bildiğimiz ve inandığımız yolla yaşamaya çalışıp bize ayrılan süreyi güzel değerlendirmeye gayret göstermeliyiz diye düşünüyorum. Sapmadan, sapıtmadan gelişi muhtemel her arızayı misafirperver karşılayıp deneyimleyerek…

İki dedeniz milletvekilliği yapmış, babanız il başkanlığı yapmış. Peki sizin siyasetle aranız nasıl?

Benim aram hiçbir zaman iyi olmadı. Elbette takipçisiyim ama her vatandaş gibi gazeteden, televizyondan. Her işin erbabı farklıdır. Siyaset işini de erbabının yapması gerektiğine inanıyorum. Ben onlarla büyüsem de hiçbir zaman siyasete yakınlık duyamadım.
Kaynak Hürriyet Magazin

26 Kasım 2008 Çarşamba

Bond Daniel Craig’le Ropörtaj

Benim favorim kendi sevgilim


Röportaj: Ayşegül EKİNCİ

Rol aldığı iki Bond macerasından 26 milyon dolar kazanan İngiliz aktörle Ayşegül Ekinci görüştü.

Son James Bond Daniel Craig’e, dün vizyo- na giren serinin son filmi “Quantum of Solace”ta Ukraynalı Olga Kurylenko eşlik ediyor. Rol aldığı iki Bond macerasından 26 milyon dolar kazanan İngiliz aktörle Ayşegül Ekinci görüştü. Craig, “Favori James Bond’unuz Sean Connery, peki favori Bond kızınız kim” sorusuna şu yanıtı verdi: “Bond kızları birbirinden seksi ve hepsi farklı karakterler. ‘Quantum of Solace’taki Camille, sanki biraz dişi James Bond havasında. Ailesi gözlerinin önünde öldürüldüğü için intikam duygusuyla büyümüş ve çok korkusuz. Ama bütün Bond kızları içinde, benim favorim ise sevgilim.”
Bundan iki yıl önce "Casino Royal" için birbirinden yakışıklı 200 aktör arasından seçildiğinde, dünya basını Daniel Craig’e demediğini bırakmamıştı. O zamanlar "Kısa, çirkin ve James Bond karizmasına sahip değil" diye eleştirilen Craig, şimdi ise herkesin ayakta alkışladığı bir star... Rol aldığı iki Bond macerasından 26 milyon dolar kazanan İngiliz aktör ile İngiltere'de görüştük. Hem yeni filmi "Quantum of Solace"ı sorduk hem de Türkiye hakkındaki görüşlerini öğrendik.

- Yıllarca pek çok ünlü aktör tarafından canlandırılmasına rağmen, artık "James Bond denince akla ilk siz geliyorsunuz. Yönetmenler, sinema eleştirmenleri, James Bond hayranları sizi tüm zamanların en iyi Bond’u olarak görüyor. Bunu nasıl başardınız?

Öyle görüyorsanız çok teşekkür ederim. Ben gençliğimde hep Bond filmlerini seyrederdim. Gerçekten James Bond hayranıydım. Benim favori Bond’um ise Sean Connery’ydi... Onun ardından, onun bıraktığı elektrikle bu işe yakışır

bir performans sergilemek istedim, bunun için de çok çabaladım. "Casino Royal"in başarısının ardından kendimi bırakmadım. "Quantum of Solace"in çekimleri başlamadan ben fiziksel olarak hazırlanmaya başlamıştım bile. Hem beyin olarak hem de ruh olarak kendimi yeni filme adapte ettim. Yönetmen Marc Foster ile sabahlara kadar çalıştık. Film çekimleri sırasında da sete erkenden gidiyordum. Kısacası gerçek bir disiplin içindeydim. Sanırım bu da başarıyı getirdi. Hiçbir şey tesadüf değil.

- Siz çekimlerde dublör kullanmayı istemiyorsunuz. "Quantum of Solace" ise öncekinden bile daha hızlı ve bol aksiyonlu bir Bond filmi. Peki kendinizi fiziksel olarak "James Bond" karakterinin o hızlı yaşamına nasıl hazırlıyorsunuz?

"Casino Royal" için neredeyse bir yıl boyunca her gün vücut geliştirme çalışmıştım. O günlerin çok faydasını gördüm. Ama "Quantum of Solace"a da farklı bir şekilde hazırlandım. Vücut geliştirmeden ziyade, bana hız ve çekimlerdeki aksiyon sahneleri için gereken çevikliği kazandıracak bir spor rejimine girdim. Filmlerde dublör kullanmamama gelince... Ben farklı bir Bond yaratmak istedim. Bugüne kadar James Bond karakterini oynayan her aktör kendi tarzını yansıttı. Benim istediğim de modern ve hızlı bir gizli ajan yaratmaktı. Eğer çekimlerde bol bol dublör kullanırsam, sonra da hiçbir şey olamamış gibi bir yerlerden çıkıp kameraya gülümsersem, bu ne kadar inandırıcı olur? Benim karakterimin inandırı olabilmesi için önce kendimi James Bond gibi hissetmem gerek. Bu sahneleri çekip, bir de yaralanınca, zaten inandırıcılık beraberinde geliyor.

- Bu arada omzunuz askıya alınmış. Filmdeki aksiyon sahnelerinin azizliğine mi uğradınız?

Aslında bu sorun " of Solace"dan mı, yoksa "Casino Royal"den mi, pek anlayamadık. Ama bildiğim bir tek şey var, bu iş kazasına dublör kullanmamam yol açtı. Sekiz hafta önce omzumdan ameliyat oldum, şimdi biraz ağrım var. Dinlenmem gerekiyor. Ancak filmin tanıtımları için dünya turuna çıkacağız. Nasıl dinleneceğim, bilmiyorum.

- Şimdiye kadar iki James Bond filminde oynadınız, bildiğimiz kadarıyla da dört filmlik imza attınız. Böylesine fenomen haline gelmiş bir karakteri başarıyla canlandırmak, hayatınızda ne gibi değişiklikler yarattı?

Evet, dört film için imza attım, ama sinema endüstrisi belli olmaz. İmzayı bir kağıt parçası üzerine atıyorsunuz, yarın her şey değişebilir. İyimser olarak bakarsak, Bond’u oymamak çok keyifli. İnanılmaz bir karakter. Bazen kendini acayip durumlara sokabiliyor. Çok gülüyorum. Hayatımda Bond’dan sonra değişen en önemli şey, gelecek güvencem oldu. Artık başımı sokacak güzel bir evim, arabam ve bankada param var. "Bunlar önemsiz" diyecek kadar aptal değilim! Bu karakterin bana kazandırdığı bir diğer şey de bol bol seyahat etme fırsatı... James Bond sayesinde neredeyse /_np/8522/6768522.jpg/_np/8522/6768522.jpggörmediğim yer kalmadı. Bunun dışında ben hayatımı alabildiğince normal yaşamaya çalışıyorum.

- "Atatürk" filmiyle ilgili bazı spekülasyonlar oldu. Sizin oynayacağınız gibi haberler gündeme geldi. Bu konuda ne sonuca varıldı? Bir de aranızda fiziksel benzerlik bulanlar çok...

Öyleymiş, bana da Atatürk'e benzediğimizi söylediler. Şaşırdım. Tabii ki böyle bir teklifin sunulması beni çok onurlandırdı. Atatürk benim de kahramanım. Ama söz konusu projede yer alacağım doğru değil.

- Daha önceki röportajımızda ünlü modacı Rıfat Özbek’in arkadaşınız olduğundan ve sizi Türkiye’ye davet ettiğinden bahsetmiştiniz. Özellikle son yıllarda Türkiye’nin güney kıyılarına gitmek oldukça popüler. Var mı sizin de bu tip bir tatil planınız?

Türkiye’yi çok beğeniyorum. Çok güzel bir ülke. Film çekimleri için birkaç yıl önce İzmir’e gitmiştim. İstanbul’u da kısa bir süreliğine de olsa gördüm. Ama ben Türkiye’ye tatil yapmak için gelmek istiyorum. Hiç iş düşünmemeliyim. İş için geldiğim zaman aynı olmuyor, o keyfi alamıyorum.

- Son filme dönersek... Bu kez hayranları nasıl bir James Bond bulacaklar karşılarında?

Öncelikle Türkiye’deki James Bond hayranlarının filmi beğeneceklerini düşünüyorum. Casino Royal’deki heyecanı devam ettirmeye çalıştık. Bu filmde Bond’u her yerde, her köşede farklı bir tehlike bekliyor. Daha dikkatli olması gereken bir ajan var karşımızda. CIA, MI5 ile birlikte çalışıyor. Bu arada Bond hiç beklemediği insanlardan kazık yiyor. Artık daha olgun ve temkinli. Bununla birlikte sevdiği kadını kaybeden James Bond hâlâ üzgün... Yürek acısı dinmemiş. Acısını belli etmemeye çalışşa da zaman zaman küçücük detaylarda bunu yakalayabiliyoruz. Film içinde tekrar insani yönleri ortaya çıkacak ama...

Benim favorim kendi sevgilim

- Son olarak size şunu sormak istiyorum. Bond kızları güzellikleriyle ünlüdür. Her yeni Bond hikayesinde kimin Bond kızı olacağı merakla beklenir. Favori James Bond’dunuz Sean Connery, peki favori Bond kızınız kim?

Bond kızları birbirinden seksi ve hepsi farklı karakterler. "Quantum of Solace"daki Camille, sanki biraz dişi James Bond havasında... Ailesi gözlerinin önünde öldürüldüğü için intikam duygusuyla büyümüş ve çok korkusuz... Olayların içine rahatça dalıyor, kendini ölüme atabiliyor. Ama bütün Bond kızları içinde, benim favorim ise sevgilim.

Kaynak:Hürriyet Magazin

18 Kasım 2008 Salı

Nurgül’ün yaptığı da klasik festival polemiği


Nurgül’ün yaptığı da klasik festival polemiği


Röportaj: Sinem VURAL

Nurgül’ün yaptığı da klasik festival polemiği Fadik Sevin Atasoy, arkasında durmadığı kararlar verildiğini belirtti ve ekledi.

45. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde jüri koltuğunda yer alan Fadik Sevin Atasoy, arkasında durmadığı kararlar verildiğini belirtti ve ekledi: "Ama konuşulan her şeyin de standart festival polemiği olduğunu bilecek kadar kafam çalışıyor. Nurgül'ün de yaptıkları klasik festival polemiği."

Altın Portakal nasıl geçti?

- Benim için çok iyi oldu. 16 filmi 8 günde 10’ar dakika arayla izledik. Jüri çok eğlenceliydi. İyi arkadaşlıklar kurdum. Beraber film izledik, yemek yedik... Sonrasında paket jüri olarak bizi diğer festivallere de gönderseler diye düşündük. Bizim için çok hararetli günlerdi. İlk günlerde jüri pikniği yapıp nar toplamaya gittik. Festival benim için keyifli oldu. Ödül töreninden sonra iki gün telefonumu kapatıp Antalya’da tatil yaptım.


İstanbul’a gelip telefonunuzu açtınız ve...

- Açmak zorundaydım, bir açtım hiç susmadı.

Arayanlar sadece gazeteciler miydi yoksa sonuçları değerlendirmek isteyen yönetmen ve oyuncular da var mıydı?

- Hepsi, herkes vardı. Bir arkadaşımın doğum gününe gittim, kameralar yine yakaladı. Beni gören Altın Portakal soruyor ama festival de bitti, jürilik de... Seneye ben Sheraton’dayım.

Hillside’daki gecelerde lobi yapmadı mı kimse? "Filmimizi nasıl buldun" diyen yönetmen ve oyuncular çıkmadı mı?

- Hiç yapmadılar. Belki de beni bildikleri içindir. Sinema salonlarında jüri koltuğundan ayağa kalkıp millete öpücük yolladığım için (gülüyor). İşimi ahlakıyla yaptığımı düşünüyorum. Kendi fikirlerimi jüri toplantılarında da söyledim. Sonuçta tek kişiyim, herkesin fikirleri çok faklı. Ortak bir fikre varmak da zor. 9 ayrı göz, 9 ayrı bakış açısı vardı orada. Kendi ahlakımca savunduğum fikirleri koydum ortaya. Bunlar ne kadar oldu, ne kadar olmadı tartışılır. Arkasında durduğum kararlar var, arkasında durmadığım kararlar var. O masada konuşulanlardın hepsi sonsuza kadar orada kalacaklar.

Sonuçtan ötürü mutsuz olduğunuz oldu mu?

- Sevindiklerim de üzüldüklerim de oldu. Ama ahlaken 9 jüri üyesi de tek masada oturup bu konuyu konuşmadan ben de konuşamam. Konuşulan her şeyin de standart festival polemiği olduğunu bilecek kadar kafam çalışıyor. Nurgül’ün de yaptıkları klasik festival polemiği.

Sizde dizi projesi pek durmuyor. Tam gözümüz alışmışken diziden bir şekilde ayrılıyorsunuz. Bunun nedeni nedir?

- "Sonbahar" ve "Dudaktan Kalbe"den ben ayrıldım. Çünkü diziden para kazanıp hemen sinema filmine ya da Amerika’daki Türk tiyatrosuna yatırıyorum. Param bittiğinde gene diziye girip para kazanıp yine aynı şekilde parayı dağıtıyorum. Amerika’daki tiyatro kazanç güdülmeyen bir tiyatro olduğu için kazandığımı oraya yatırıyorum. Mesela "Zeynep’in Sekiz Günü"nde para almadan oynadım. Zeynep’in kıyafetlerini de ben satın aldım. Türk sinemasına bir şekilde katkı yapmak istediğim için ekmek param diziler.

/_np/9084/6709084.gif Türk sanatının neferi mi olmak istiyorsunuz?

- Naçizane. Bir arkadaşınız hasta olsa onun için elinizden geleni yapmaz mısınız? Sinema da benim arkadaşım ve dostum. Elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum.

FİLM İÇİN ALDIĞIM KİLOLARI VERİYORUM

"Usta"nın çekimleri bitti mi?

- Daha iki sahnemiz kaldı. İstanbul’da onları çekeceğiz. Şubat gibi gösterime girmesi planlanıyor.

"Usta"daki karakteriniz için kilo aldığınızı söylemiştiniz...

- Kara kuru Anadolu kadını olur mu? Etine, butuna dolgun olması lazım. Ben de kilo almıştım, şimdi hepsini veriyorum. Orada Orta Anadolu lehçesiyle konuşuyorum. Kocasına aşık, çocuğu olsun isteyen bir kadın. Kocası uçak yapmak hevesiyle karısını biraz ihmal ediyor. Aralarındaki aşk adam yüzünden bitmeye yüz tutarken kadın aşkını geri kazanmaya çalışıyor. Sonuçta aşk sana gelmiyorsa, sen aşka git oluyor.

"Türkiye’de Türk karakter oynayamıyorum" diye bir serzenşiniz vardı...

- Nihayet bir Anadolu kadını oynadım. Yeni bir teklif geldi, o da Rus. Kadrolu Rus oyuncusuyum. Tüm yabancı roller benden geçiyor (gülüyor).

n Bu kadar yabancıyı oynarken, Avrupa’dan teklif gelmiyor mu?

- Bağlantılarım var ve geliyor. Ama benim isteğim benim senaristim, benim yönetmenim ve Türk oyuncularla burada bir iş yapıp oraya göndermek. Türkiye’den anlattığımız bir hikayeyi evrensel bir noktaya ulaştırmak. Yoksa ben de gider orada oynarım, bu bir marifet değil ki. Önemli olan kendi hikayeni anlatabilmen. Elini attığın her yerden bir hikaye çıkıyor. Bunu evrensel bir dille anlatmaya başlasak hepimiz birlikte yurtdışına açılacağız.

Kevin Spacey de Antalya’da Masterclass’ta bundan bahsediyordu...


- Ben bunu bir sene önce söyledim "Hollywood’a gitmem, Hollywood bana gelsin" diye. Herkes bana güldü. Tabii ki bana gelecek. Hikaye bende, manzara bende. Şehri daha keşfetmediler ve bakir. Ama sorsan New York’un bütün sokaklarını ezbere biliriz. Diye diye bu işi yapacağım herhalde. Kevin Spacey değilim ya kimse beni dinlemiyor. Nasıl tanındığın önemli. Ben ona niye hamburger pişireyim ki, onun alasını yapıyor. Ben bir yaprak sarması, bir mantı yapınca kıymetli olurum.

Tiyatro adına bu aralar neler yapıyorsunuz?

- Amerika’da kurduğumuz tiyatro 7 eyalette turne yapıyor şu anda. Geldim Harbiye Açıkhava’da Chicago müzikalinden bir bölüm oynadım. "Usta"yı bitirdik, Köln’e gidip dizi çektim. Geldim Antalya’da jüriydim. Filmin kalan sahneleri ve kısa film derken uçakta görenler yanıma oturmuyordu. 2 ayda 8 ayrı karakter oynadım.

Türk Sineması’nın yetenekli isimlerinden biri olduğunuz söyleniyor. Peki hiç olumsuz bir şey duydunuz mu kendinizle ilgili?

- Tüm dürüstlüğümle söyleyebilirim ki: Duymaz olur muyum? Sektör küçük vallahi herkesi, her şeyi duyuyorum. Benim için ukala ve sivri dilli diyorlarmış.

Artık sadece bacaklarımla oynayacağım

Siz bir de kısa film projesinde yer alacakmışsınız...

- Artık sadece bacaklarımla oynayacağım (gülüyor). Cannes’a gidecek kısa bir film. İsmi Red 215. Fotoğrafta kırmızının kodu. Gerçekten sadece bacaklarım oynayacak. Kadın yönetmenlerin yaptığı her işte varım. Mutlaka destek veriyorum. Sinema sektörünü erkek egemenliğinden kurtarmak lazım.

Röportaj: Sinem VURAL
Hürriyet Kelebek


17 Kasım 2008 Pazartesi

Gökhan Özen’le Ropörtaj

"İhanet midemi bulandırıyor"



Melike BİRGÖLGE

İhanet midemi bulandırıyor Türk Pop Müziği’nin yakışıklı ve sevilen ismi Gökhan Özen’le; yeni single’ı, müzik, aşk ve hayatla ilgili her konuda konuştuk.

Yeni albüm öncesi maxi single ile karşımızdasınız. Adı ‘Bize Aşk Lazım’

Evet yeni albüm öncesi maxi single ile sevenlerime ulaşmak istedim. Single piyasaya çıkmadan önce Dj arkadaşların fikirlerini almak istedim. Ben de profesyonel sanat kariyerimden önce yıllarını radyo stüdyolarında ve koridorlarında geçirmiş birisi olarak, radyocu arkadaşların fikirlerine çok güveniyorum. O gün paylaştığımız o güzel ortam, albümün aldığı olumlu tepkiler ve müziğim adına arkadaşlarımla yaptığım o değerli sohbet, bundan sonra yapacağım işler için bana yeni fikirler verdi. Güzel de bir motivasyon oldu diyebilirim.

Motivasyonlar sizi doğru yönlendiriyor gibi. Fazla kapılmadan, başarıya giden…

Evet, aynen… Bugüne kadar yapmış olduğum bütün albümlerde iddia ve motivasyonla başarıyı yakaladığımı düşünüyorum. Ama burada önemli olan söz konusu iddiayı yıpratıcı bir hırs haline dönüştürmeden yaşamaktır.

Neler yaşandı da, bu maxi single ortaya çıktı?

Repertuarına baktığımız zaman, içeriğinin yıllar öncesine dayandığını söyleyebilirim. 5 - 6 yıldır bilgisayarımda gün yüzüne çıkmaya bekleyen şarkıların yanı sıra yeni yaptığım besteler de bu maxi single’da yer alıyor. Bu maxi single’ı hazırlarken aşkı hiç olmadığı kadar gözler önüne serdik.

“Bu single’da gizli anılar var” diyorsunuz bir de.

Albümlerimde olduğu gibi bu single’da da son birkaç yıldır yaşadıklarım, benimle birlikte yaşayanlar da var, bensiz yaşayanlar da…

‘Bensiz yaşayanlar’ ı biraz açar mısınız?

Bensiz yaşayanlar demek bensiz yaşayanlar demek. Yani ilişki bitince bensiz kaldıkları için bensiz yaşayanlar.

Vah vah ilk klip şarkınız… Kliplerinizde yabancı mankenlerden vazgeçemiyorsunuz. Özellikle Brezilyalılar’dan… Kanınız kaynıyor onlara galiba! Ne dersiniz?

İnanın klipteki mekanı ve cast’ı ben seçmiyorum. Klibin yönetmeni ve prodüksiyon ekibi belirliyor. Demek ki daha uygunlar.

‘Bize Aşk Lazım’ diyorsunuz. Doğru diyorsunuz da… Gerçek aşkı bulamayanlar ne yapsın peki?

Aşksız da duruyor insan ama bunun sonucu olarak hayatındaki birçok şeyin içinin boşalmasıyla, biraz anlamsız ve boş duruyor. Buna sırasını beklemek de denebilir. Ne de olsa her güzel şey, hayatta her an bizimle olmuyor.

Maxi single’ınızın adından yola çıkarak, “Bize ve size lazım olan aşk bu aralar kapınızı çaldı mı? Hayatınızda biri var mı” diye sorsam, yok dersiniz şimdi değil mi? (Gülmeler…)

Bugüne kadar özel hayatımı ne gözler önüne serdim ne de bununla ilgili bir açıklama yaptım. Bu hem kendime hem de sevenlerime karşı göstermiş olduğum bir saygıdır bana göre.

Niye saklamak gereği duyuyorsunuz sizler, böyle bir şeyi, heyecanla yaşamak yerine? Hayran kaybetmek endişesiyle mi, yoksa başka sebeplerden mi?

Saklamak değil dediğim gibi adı üstünde özel hayat. Kişiye özel.

Nasıl bir aşıktır Gökhan Özen?

Ben nasıl bir aşık olduğumu şarkılarımda anlatıyorum. Onları yaşanmışlıklarımla yapıyorum. Ben aşkı şarkılarımda yaşıyorum.

Şarkılara dökmek dışında aşkı tanımlamanız gerekirse…

Bunun çok ve farklı belirtileri vardır. Onu aramadan önce telefonu elime aldığımda düşündüklerimi, söyleyeceklerimi hesaplıyorsam, planlıyorsam ‘aşığım’ demektir. Ama telefonu elime alıp da öylesine arıyorsam ‘aşık değilim’ demektir. Bu, verdiğiniz değerle alakalı.

“İLİŞKİMİ ARKADAŞ ORTAMINDA BİLE MEVZU YAPMAM!”

Değer deyince… Sizin için yıllardır özel olan ve değer verdiğiniz bir aşkınız varmış, zaman zaman içinizde yaşadığınız. Bununla ilgili olarak da “Değer verdiğim kişiyi paylaşmayı sevmiyorum” diyorsunuz. Hemen herkes yaşadığı ilişkiyi çevresindekilere anlatırken sizin böyle demeniz…

Ben yaşadığım, değer verdiğim benim için özel olan bir ilişkiyi ve kişiyi bırakın 70 milyonla paylaşmayı arkadaş ortamında bile mevzu yapmam. Arkadaşlarımla bile tartışmam. Yani erkek erkeğe konuştuğumuz bir ortamda o kız ya da o insan hakkında bir soru sorulduğunda ya da konuşulduğu zaman konuyu kapatırım. Ben bunu insanlarla paylaşmayı doğru bulmuyorum.

Aşk neden çok acıtıyor insanı?

Aşk acıtır tabii. Aşk ayrılıklarla acıtır.

Aslında burada şöyle bir durum var. Acı çekeceğimizi bile bile aşık oluyoruz.

E öyle tabii. O acıdan zevk alınıyor aslında. Biraz öyle bir şey de var yani. O acıdan zevk alan çok insan var benim tanıdığım.

“AŞK ACISINDAN ZEVK ALIYORDUM!"

Peki ya siz?

Ben de eskiden o acıdan zevk alıyordum ama şu anda aşkı mutlulukla, keyifle yaşamaktan yanayım.

Evet aşk mutlulukla yaşanmalı tabii ama bittikten sonraki hal…

Bittikten sonra aynı mutlulukla karşılayamazsın, aynı mutlulukla yaşayamazsın tabii. Ne güzel ilişkim bitti diyen bir insan düşünülemez. O acı mutlaka yaşanacaktır. Güzellikleri yaşıyorsak ilerde onunla gelecek acıyı da kabullenmek gerekiyor. Bu acıyı atlatmanın tek yolu zamandır. Evde kalsınlar, bol bol ağlasınlar, yatsınlar, uyusunlar uyansınlar. Başka yolu yok. Geçer, güzel hatıraları kalır geriye.

Aşkta sizi neler üzer?

Belki de benim gösterdiklerimin, verdiklerimin karşısındaki vefayı görememek olabilir. Ya da ne bileyim karşındaki insan da o anlamda çok vefalıdır, iyidir, seni seviyordur, sen de onu çok seviyorsundur ama zaman doğru zaman değildir. Ben doğru insanı bulmuş da olsam, doğru zaman olmadıktan sonra demek ki taşlar yerine oturmuyor. Bir çok şey olabilir.

Kıskanç mıdır Gökhan Özen ilişkilerinde?

E tabii ki... Olması gerektiği kadar kıskancımdır ama…

Maçoluk boyutuna vardırmıyorsunuzdur umarım.

Yok. Öyle karşımdakini sıkıp, saçma sapan şeylerle zor durumda bırakan kıskançlıklarım yoktur. Ama seven insan kıskanıyor tabii.

Söylediğiniz bir cümle dikkatimi çekti. “Aşk, tövbelerle büyür ve devleşir.” Yani?

E devleşir tabii… Çünkü o tövbeyi edene kadar geçen bir süreç var. İnsan o süreçte acı yaşıyor. Ne kadar çok acı yaşarsan içindeki o aşk büyüyor. Seni tövbe etmeye kadar götüren o süreç, içindeki o aşkı büyütüyor. Bu çok doğal.

Yaşananlar, çekilen acılar büyütüyor insanı…

Tabii ki… Yaşadığımız iyi ve kötü şeyler bizi oluşturuyor sonuçta. Bu herkes için böyle. Senin için de, benim için de… Her insanın gelişiminde yaşadıklarının mutlaka bir payı, rolü var. İnsanı oluşturan yaşadıkları...

Nasıl biri sizi etkiler? Karşınızdakinin ne yapması lazım bu anlamda?

Özel olarak hiçbir şey yapmamak lazım. Özel olarak bir şey yapıldığı zaman çekici olmuyor benim için. Hayatın doğal akışında aşık olacaksam olurum zaten. Karşımdakinin bir şey yapmasına gerek yok.

Evliliğe sıcak bakıyor musunuz?

Evliliği şu an düşünmüyorum. İlişki yaşamak çok ayrı bir şey. Evlenip bütün hayatını bir insanla paylaşmak, aileyi kurmak, çocuk sahibi olmak, aile olarak bu şekilde hayata devam etmek… Bunlar başlayınca hayatına bir şeye nokta koymak ayrı bir şey. O yüzden şu an evliliğe konsantre olamam. Ne zaman ki iş hayatımdaki yoğunluk azalır (artık 30 - 35 imden 40’ımdan sonra mı bilmiyorum) Bunları hesaplamak da bize kalmış bir şey de değil ama ne zaman kendimi hazır hissedersem o zamanda hayatımda doğru insan varsa…

“İHANET MİDEMİ BULANDIRIYOR!”

İhanet neler düşündürür?

İhanet kelimesini duyduğum zaman bile midem bulanıyor!

İhanete uğradığınızı düşündüğünüzde bunu nasıl ödetirsiniz?

Ödetmem. Kendimi çekerim, beni kaybetmiş olur. Bu kadar basit!

Şöhret boş bir yalan ve oyuncak mı?

Aynen... Kendini fazla kaptırmadığın sürece keyifli bir şey. Bir enerjisi var. Şöhrete kendini kaptırdığın zaman vay haline! Her zaman başını yastığa koyduğun zaman eski günlerini düşüneceksin hatırlayacaksın. ‘Ne oldum demeyeceksin, ne olacağım’ diyeceksin. Bunları düşünürken keyfini kaçırmadan şöhretin keyfini tadını yaşıyorum, bunun tadını çıkartıyorum. Çok sevdiğim bir işi yapıyorum. Ama onun dışında da bunun bomboş ve yalan bir şey olduğunu biliyorum.

“Şöhreti bırakır giderim ama karakterimi asla bırakmam” diyorsunuz.

Tabii ki… Sahip olduğum her şeyi bırakır giderim ama karakterimi, kendime olan saygımı asla bırakmam.

Peki şöhrete alışmış, bunu yaşamış biri olarak bırakıp gitmek bu kadar kolay mı?

Valla benim için en değerli şey, kendime duyduğum saygı. Bir tercih yapmam gerekirse yaptığım her şeyi bırakabilirim ama kendime saygıyı bırakamam. Çünkü ben kendime saygı duymadan yaşayamam.

Son günlerde magazin polemikleri çok fazlalaştı. Bu tür polemikleri yaratmanın sebebi olarak neleri görüyorsunuz?

Yani bilmiyorum ki... Bu bir tercih meselesi. Demek ki öyle tercih ediyorlar. Demek ki tercih ettikleri yol bu doğrultuda ama bana yanlış geliyor. Bu, doğru bir politika olarak gelmiyor bana. İnsan konuşmak yerine yapacaklarına konsantre olup, işlerine baksa daha iyi, daha yaratıcı, daha huzurlu çalışacak, daha başarılı olacak diye düşünüyorum. Konuşa konuşa bir yere varılmıyor. Daha doğrusu boş laf konuşarak bir yere varılmıyor!

“MELANKOLİĞİM!”

Magazinin içinde olmanız gerekirken magazinin dışında kalmanız… Bilinçli bir tercih belli.

Bilinçli bir tercih tabii ki. Bu çok da zor bir şey değil. Benim keyif alarak yaşadığım hayat bana bunu getiriyor zaten. Evde biraz daha kendimle yaşamak, hatıralarımla… Biraz melankolik bir insanımdır. Çok fazla sağa sola bulaşmadan, çok fazla gereksiz tartışmalara girmeden yaşadığınız zaman zaten doğal olarak magazinin dışında bir hayat sürüyorsunuz.

Bir çok kişi şöhret olmak için her şeyi yapmaya her şeyi göze almaya hazır. Nedir insanların gözünde şöhreti cazip kılan?

Bilmiyorum. Şöhretin bana cazip gelen hiçbir yanı yoktu. Çünkü ben bu işi şöhret olmak için başlamadım. Ben içimdeki müzik aşkından dolayı bu işe başladım. Şöhret bundan sonra kendiliğinden gelen bir şey.

Birkaç yıldır dizilerle de ekranlardasınız. Oyunculuğa neden başladığınızı sormak istiyorum.

Oyunculuk yapmayı istiyordum. Ama doğru zamanda olmalı diye düşünüyordum. Doğru zamandı diye hissettiğimde de birçok senaryo içinden ilk rol aldığım dizi olan ‘Sevda Çiçeği’ni seçerek oyunculuğa ilk adımımı attım, bundan birkaç yıl önce. Devamı da geldi.

“BUNDAN SONRA BENİ SİNEMALARDA İZLEYECEKSİNİZ!”

Yaz döneminde birçok albüm çıktı. Rakiplerinizin bir çoğu albüm çıkardı. “Albümler çıksın ki, zirvede tek olmayayım” diyorsunuz. İddialı bir laf değil mi bu?

Yani yaptığın işe güveniyorsan iddialı olacaksın! Ben böyle düşünüyorum.

Oyunculuk anlamında daha yolun başındasınız ama oyunculuk adına neler yapmak istiyorsunuz?

Bundan sonra beni sinemalarda izleyeceksiniz!

O kadar iddialısınız yani.

Daha doğrusu şöyle düzelteyim; beni bundan sonra sinemalarda izleyeceksiniz!

“RİSK ALMADAN OLMUYOR!”

Risk almaktan kaçınmayanlardansınız galiba.

Evet. Risk almaktan kaçmam ama mantıksız riskler de almam! Başarı ya da başarısızlığa giden bir yol risk. Risk almadan da bir yerlere gelinmiyor.

Birçok sanatçı müzik sektörünün bittiği görüşünde. Bundan yola çıkarak albüm yapmayacaklarını, şarkılarını dijital ortamlarda insanlarla paylaşmak taraftarı. Bununla ilgili neler söyleyeceksiniz?

Bunun gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta bir albümü elinize aldığınızda orda emeği olan sadece yorumcu değildir. Bu bencillik olur. Evet teknolojinin bu gelişimi bazı olumsuzluklar getiriyor. Ama ben yılmıyorum. Gökhan Özen albümleri devam edecek.

Korsan, internetten şarkı indirmek… Müzik sektörünün bu halinin önüne geçilebilecek mi sizce?

Bunun bir yolu olacaktır eminim. Avrupa’da bunun önüne geçilebiliyor yüzde yüz olmasa da. Sabretmek lazım biraz.

Melike BİRGÖLGE, Gökhan Özen’le Ropörtaj, Hürriyet Magazin

14 Kasım 2008 Cuma

Can Dündar ile "Mustafa" filmi hakkında

Atatürk'ü anlatmakta Atatürk kadar cesur olamadık




Atatürk'ü anlatmakta Atatürk kadar cesur olamadık Can Dündar, tartışmalar yaratan "Mustafa" filmi hakkında konuştu:

Atatürk’ü anlatmakta onun kadar cesur olamadık
Can Dündar, ölümünün 70’inci yılında, kimilerinin yüksek sadakatle gönülden bağlı olduğu, kimilerin ise inatla görmezden gelmeye çalıştığı bir lideri, Atatürk’ü sadece "Mustafa" olarak beyaz perdeye taşıdı. Ve o andan itibaren geniş bir kesimin eleştiri oklarına hedef oldu. Dündar, filmini ve kendi bakış açısını Eve dergisine anlattı.

Ölümünün 70. yılına geldik, onunla ilgili bir film yapamamış olmanın acısını çekiyordum. Bu eksikliği bir belgesel yapımcısı olarak kapatmak istedim. Hayatının belli dönemlerini zaten belgeselleştirmiştik, tüm o birikimi bir araya getiren bir proje oldu bu.

Kişisel arşivler, haklı bir güven ilişkisi sayesinde açıldı. Genelkurmay Arşivi de onlardan biri. Belgeselde arşivlerin boyutu gerçekten hissedilecektir.

Atatürk’ün kişisel arşivleri de açıldı, biz de onları büyük bir özenle inceledik. Bu değerli arşiv, gençlik yıllarından başlıyor, Harbiye’deki öğrencilik dönemine dek uzanıyor.

ESKİ DEFTERLERDE KALBİNİN İNİLTİSİ GİZLİ

O defterde hakikaten Mustafa ile karşılaşıyorsunuz. Bugün bile, yakın çevrenizden birinin ergenlik döneminde yazdıklarını bulmak özeldir, o kırılgan bir dönemdir çünkü. Kalbinin iniltilerini yazmış...

Cebindeki parasının harcamalarına yetmediğinden yakınmış. Aldığı mektuplardan bazıları onu hüzünlendirmiş, kırmış, sinirlendirmiş... Tipik bir ergenlik dönemi aslında.

Atatürk’ün Karlsbad’da böbrek tedavisi görürken tuttuğu günlükler var bir de... Türkiye’deki kadın ve erkeklerin, ne zaman oradaki gibi birlikte dans edip çağdaş bir şekilde eğlenebileceklerini düşünmüş. Bunun hayalini kurmuş. Şam’a gitmiş, orada da defter tutmuş. Sarıkamış facialarının etkilerini de defterlerine yazmış. Hayatına tanık olan bu defterlerin beni olduğu kadar insanları da şaşırtacağını düşünüyorum.

Şu kadarını söyleyebilirim ki Atatürk’ü anlatmakta Atatürk kadar cesur olamadık. Bu ülkeyi olağanüstü koşullarda gün ışığına çıkarmış ve o dönem söylediği her söz kanun olmuş bir liderden bahsediyoruz.

Atatürk’ü 20’li ve 30’lu yıllarda değerlendirmekle bugün değerlendirmek arasında ciddi bir fark var. O yıllara ait arşivler önümüze serilince şunu gördük; ona en yakın duran insanlar bile onu doğru dürüst anlatmaya cesaret edememişler. Yalnızca zaafları değil, çok sert çıkışları da olmuş. Kürt meselesi ve İslam konusunda bazı ifadelerinden zarar görebileceği düşünülmüş belki de.

Önyargıyla yapılmış ertelemeler... Onları aşmak konusunda biz, bir nebze daha cesur olmaya çalıştık, ama yine de tedirginlik hissettim.

MACERAPERESTLİK VE CESARETİ KARIŞTIRMAMIŞ

Bandırma-Samsun yolculuğu, çok net bir şekilde Atatürk’ün hayatını ikiye ayırıyor. Müthiş hırsları olan, çağının en iyi /_np/0886/6760886.gifeğitimini görmüş, kendi kuşağındakilere göre çok cesur bir adam. Fakat buna karşın Enver Paşa ve diğer İttihatçılar’a göre sınırlarını hep doğru bilmiş. Maceraperest değil. Bu iki özelliğin ne kadar önemli olduğunu ben yeni yeni kavrıyorum. Bir insanın cesur olup maceraperest olmaması inanılmaz doğrusu. Hepimiz cesur olabiliriz ama Sarıkamış’a gidip binlerce askerin ölümüne yol açabiliriz. Ya da tamamen sineriz. Bu dengeyi bulmasının en büyük başarısı olduğunu keşfediyorum.

"Arkadaşlar, hayır. Olmayacaksa olmayacak" deyip çekilebilen, kendi doğduğu topraklardan vazgeçebilen bir yanı da var, vatanın toprağını korumak uğruna.

Atatürk müthiş sağlığı bozuk bir adammış. Müthiş ama! Hayatı boyunca sürekli bir sağlık sorunu yaşamış, sürekli bir sıkıntı çekmiş.

Gözünden yaralanıyor, gözü kapanma noktasına geliyor. Böbrek sürekli arızalı. Sürekli sancılar içinde. Son 10 yılı zaten kalp krizi vesaire... Ve bu mektuplarında görülüyor.

ISTIRAPLARI ONU DAHA SAYGIDEĞER YAPIYOR

Çocukluğunda bile bir uyku problemi var, böbrek tedavisi dolayısıyla sürekli sıcak su içmesi gerekiyor.

Herkes zannediyor ki bu zaafları ortaya koyarsak Atatürk gücünü kaybeder. Halbuki bende tam tersi bir etki yaratıyor. Tüm o ıstırapların içinden böyle bir eser çıkarması çok daha saygıdeğer bir şey değil mi? İzleyicide de böyle bir duygu yaratacağını tahmin ediyorum.


Özel Röportaj

Asena ile yeni kasedi hakkında

Kadın gibi kadın değil höt höt bir hatunum




Kadın gibi kadın değil höt höt bir hatunum Çok yakında albüm çıkaracak olan ünlü oryantal Asena, heyecanlı olduğunu söyledi.

Albümde özellikle "Esmer Sevda" adlı şarkıya güvendiğini söyleyen Asena, "Senin gibi hem dans edip hem şarkı söyleyen bir Nez var, bir de Tanyeli. Nasıl buluyorsun onları" sorusuna şu yanıtı verdi: "İkisini de hiç seyretmedim hayatımda. Bizim konseptimiz bambaşka. Yorum yapamayacağım."

Öncelikle albümün hayırlı olsun diyelim ve soralım: Bu da ilki gibi mi? Çünkü önceki enstrümantal olmasına rağmen şarkılı türkülü gibi lanse edilmişti. Oryantal müziklerin yer aldığı, sözsüz bir albümdü...

- Evet, ilk albüm sözsüzdü ve oryantal parçalardan oluşuyordu. Mesleğimle ilgiliydi aslında. Sevdiğim parçaları tekrar çaldırmıştık ustalarımıza.

İkinci albümle ilgili kararı nasıl verdin?

- Üç tane şarkı var albümde. Emre Kaya diye bir arkadaşım var, kendisi hem besteci hem şarkıcı. Bir gün kahve içerken suratıma bakıp bakıp bir şeyler yazdı. Sonra "Ben sana, senin bu ruh haline şarkı yaptım" dedi. Hoşuma gitti,seslendirdim. Hayatımdaki en büyük amacım yurtdışında dans etmek olduğu için "Türkiye’de artık daha fazla ne yapabilirim?" diye düşündüm. Çünkü burada bir şeyler yapıp, yurtdışında sıfırdan başlamak istiyorum. O yüzden burada böyle bir albüm yapayım dedim. Hem ekstralara giderim, hem dans ederim, hem de şarkı söylerim diye düşündüm. Bu amaçla bu CD’yi yaptım. Dans olarak yurtdışını hedefliyorum. Hem şarkı hem dans olarak da Türkiye’de bir şeyler yapmak istiyorum. Çünkü insanların buna ihtiyacı var. O kadar çok yoruldular ki 100 bin dolarları solistlere ödemeye, her şeyi bir arada bulabilecekleri çok az sanatçı var. Belki bir Muazzez Abacı değilim ama en azından kulağı da rahatsız etmeyecek şekilde şarkı söylüyorum. Her telden şarkı söyleyen ve dans eden pek sanatçı görmedim ben. Biraz zaman alacak ama iyi olacağına inanıyorum. İnsanlar beni çok seviyor.

En çok beğendiğin, tutacağına inandığın şarkılar hangileri?

- Aslında "Esmer Sevda"... Ben biraz höt höt bir hatunum. Sertim yani. Çok sportif ve seksi olmayanlardan işte. Çok "kadın kadın" değilim. Bu şarkı da benim çok enteresan bir yönümü çıkardı ortaya. "Ben bu kadar duygusal mıyım?" diye düşündüm. "Dönüşü Yok" da, her şeye kafa kaldırdığım için biraz benimle ilgili bir şarkı. Hiçbir şeye dönüş yok yani!

Hatırası olan, mesaj veren şarkılar mı bu şarkılar?

- Lise dönemimde çok spor yapıyordum, body’ci gibiydim. Hiç erkek arkadaşım yoktu. O zamanlar birisinden çok hoşlanıyordum. Okul dışından çok güzel bir kızla nişanlıydı. Bütün okulun kızları ona aşıktı. Baktım kimse benimle çıkmıyor, bizden üst sınıfta olan o çocuğa "Abi benimle bir kere tur atar mısın okulun etrafında? Herkes dalga geçiyor benimle, kimse bakmıyor" dedim. Çocuk anladı derdimi. İki tur attı benimle zil çalana kadar. Sonra herkes geldi yanıma "Ne konuştunuz?" demeye başladı. "Ne kadar güzel fiziğin var, spor mu yapıyorsun?" dediğini söyledim çocuğun. Oysa hiç alakası yok! O çocuk esmerdi. Hep içimde esmer sevdam kaldı. İşte o çocuğu hatırladım o şarkıda. Kim bilir şimdi ne durumdadır... Batu’ydu ismi.

Sağlam gemi olduğu için yakamamışsın!

- Yakamadım gerçekten. Gemiye bile binemedim.

Mehmet Ali Erbil’in yanında olunca onun esprileri de size geçiyor.

- O bana çok şey öğretiyor. Açık söyleyeyim, hiç kitap okumam ama onun yanında olduğumdan beri her şeye ilgi duyuyorum. Beni iyi yönde etkiliyor. Onunla tanıştığımdan beri kitap okuyorum. Espriler de geçiyor tabii.

O sana "Çarkıfelek"te şarkı da söyletir artık...

/_np/4287/6794287.jpg- Çok destekliyor beni. Şarkıcılık konusunda da desteğini esirgemez benden biliyorum.

En büyük pişmanlığın nedir?

- Saçlarımı zamanında kesmiştim. En büyük pişmanlığım o. Kaşımın bir yerine bir arkadaşım kalem yapmak istedi. Bir de o pişmanlığım var. Düzeltemiyorum.

Ama bunlar gelir geçer...

- Aklınıza tahminimce ilişkiler geliyor... Ama ilişkilerde pişmanlığım yok. Ben kadere inanırım. Allah’ın yazdıklarına pişmanlık demem.

NEZ VE TANYELİ’Yİ HAYATIMDA İZLEMEDİM

Sesine güveniyor musun, aldığın dersler oldu mu?

- Hálá ders alıyorum. Sahnede olması lazım bir şeylerin. Gözü kara olmak lazım. Günay’da çıkacağız her cuma. 15 kişi.

Oryantal yapacak mısın?

- Yapacağım. Sanıyorum Mehmet Ali Bey de ocak ayında başlayacak Günay’da...

Senin gibi dans edip şarkı söyleyen Nez ve Tanyeli var.

- İkisini de seyretmedim hayatımda. Bizim konseptimiz bambaşka. Yorum yapamayacağım.

SEVGİLİM OLSA KOLUMA TAKIP GÖSTERİRİM

Kalbin boş mu dolu mu? Herkes bunu merak ediyor...

- Her gün evlendiriyor beni Mehmet Ali Bey. Mesela bir ara Servet (Çetin) takıldı dillere. Servet’i tanıyorum, benim arkadaşımdır. Bazen buluşur kahve içeriz. Ortak arkadaşlarımız da var. Ama Servet benim değil. Ne benim o, ne de ben onun sevgili portresiyiz. Sevgilim olsa koluma takıp "Bu benim sevgilim" derim. Cesaretliyim.

Biri var mı peki?

- Yedi ay önce Serhat’tan (Fafal) ayrıldım. Dört buçuk sene süren bir ilişkim oldu. İnanın kimseyle ciddi bir ilişki yaşamak istemiyorum. Yoruldum çünkü. Beraber olduğum zaman çok sahiplenirim ve o insana sadık kalırım. Bütün ilişkilerime ileride evlenecekmişim gibi bakarım. Ondan ona, ondan ona ilişkileri sevmiyorum. Çok aday var. Bakıyorum bakıyorum ama hiçbiri kalbimi çarptırmıyor.


Röportaj: Yüksel ŞENGÜL Fotoğraflar: Zeynel Abidin AĞGÜL

19 Şubat 2008 Salı

Aysel Gürel'in, kızı Mehtap Ar'a açıkladığı vasiyet

Aysel Gürel, kızı Mehtap Ar'a açıkladığı vasiyetinde neler söyledi.

İşte herkesi güldüren Aysel Gürel sözlerinden bazıları...

İşte vasiyeti
Mehtap Ar, Aysel Gürel'in vasiyetini şöyle sundu, “Annemin vasiyeti şuydu, tüm kadınlara söyle; bilsinler ki ben 80 yaşıma kadar çalıştım ve dimdik ayaktayım. Çalışmak ve ayakta kalmak güç ama ben başardım, tüm kadınlar da başarabilir"

Aysel Gürel... Türkoloji mezunu, şair, tiyatro ve sinema sanatçısı, şarkı sözü yazarı... Çok dolu bir hayat hikayesi. Herkes adına yaşanmış yıllar, kağıtlara dökülmüş, çoğu hayat bulmuş, çoğu her hangi bir notada hayat bulamamış 20 bin şiir. Hepsi sığmış 79 yılın içine. Kimisi ucundan dokunur kimisi tam bizi anlatır. Daha yapacakları vardı, hasta yatağında yakınlarıyla paylaştığı. Ne sözleri uçtu ne yazıları, hepsi kaldı ondan hatıra. İşte o hayattan kalan 'komik' hatıralar...

Çocuklarına bu şiiri yazdı
Her anne gibiydi o da ve kızları hiç büyümüyordu sanki. Hasta olduğu halde yılbaşını evde geçirmek için doktorlardan izin aldığı gün, kızlarını ağlatacak bu şiiri yazdı onlara.

Beni yıkadılar
Tertemiz giydirdiler
Aşkın tertemiz damlalarında
Kendilerine iki küçük kadın hazırladılar
O küçük sandığım, o büyük iki kadın
Beni onurlandırıp, beni efsanelere kattılar
Bana hayatımın şiirini emzirdiler
Çöp arabasına otostop yaptı
Aysel Gürel, ilginç açıklamaları, yaptığı sıradışı hareketlerle uzun süre akıllardan silinmeyecek. Bir keresinde Beyoğlu'nda bir gece kulübüne eğlenmeye gidince sabah 5'te evine gitmek üzere dışarı çıktı. Çıkar çıkmaz karşısında çöp kamyonu ve temizlik işçilerini görünce hemen yanlarına gidip, 'Beni evime bırakır mısınız' ricasında bulundu. Taksim'den Nişantaşı istikametine giden işçiler, Aysel Gürel'in bu ricasını kırmayarak onu Teşvikiye'deki evine kadar bıraktı. Taksi yerine evine çöp kamyonuyla gitmenin kendisini çok heyecanlandırdığını söyleyen Gürel, "Sıradan olmak, sıradan şeyleri yapmak tarzım değil" demişti.

Östrojen hormonum fazla
Şu bir gerçek ki, ben henüz menopoza girmedim. Evet, regl olmuyorum, yumurtlamıyorum ama östrojen hormonum aynı şiddette vücudumda var. Böyle olduğu için, ben azgın, hala fıkır fıkır bir kadınım. Bunun için yaşlılık kompleksim yok.

Muhsin Ertuğrul onu keşfetti
Akciğer kanseri tanısıyla iki aydır tedavi gören Aysel Gürel, bugün Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecek. 1929'da Denizli'de Aysel Gürel'in çocukluğu ve gençliği hakim olan babasının görevi nedeniyle Trabzon'da geçti. Trabzon Atatürk Lisesi'nden mezun olduktan sonra, 1948 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü'ne girdi. 1952'de üniversiteden mezun olan Gürel, aynı yıl Küçük Sahne'de Muhsin Ertuğrul'un keşfiyle tiyatro oyunculuğuna başladı. 25 yıl çeşitli tiyatrolarda oynayan Gürel, aynı zamanda çok sayıda sinema filminde de rol aldı. Çocukluğundan itibaren şiire merak salan Aysel Gürel, yazdığı şiirleri de kitap olarak yayımladı.
İlk öpücük
18 yaşındaydım. Trabzon'dan İstanbul'a geliyordum. Kamaram vardı tek kişilik. Kapı çalındı, "Buyurun, girin" dedim. Nihat girdi. Birdenbire saldırdı ve dudaklarımı emmeye başladı. Dudaklarım, böyle ateşe, kora değmiş gibi yanıyordu. Kurtuldum ve "Bu ne?" dedim. "Öpüş" dedi.

Şu an sevişiyorum
Evini arayan gazetecilerden bunaldığı bir anda telefon eden kişiye "Şu anda yatakta sevişiyorum iki saat sonra arayın" der.

Otoseksüelim
Cinsel kimliğiyle ilgili sorulara, "otoseksüelim" diye cevap verir.

Nasıl evlendim
Alt kültürün tesiriyle oluşan, bekaret muhafazası diye bir şey vardı. Baskı vardı yani, tahsil hayatım uzun sürdüğü için bekaretimizi muhafaza ettik. Bazı günler, ortaokul arkadaşlarım beni ziyarete gelirdi, ben 22-23 yaşlarındayım. Yanlarında da yetişkin kız, erkek çocuklar... 'Aaa ben bunları hatırlamıyorum bunlar kardeşiniz mi' dediğimde onlar da, 'Ne kardeşi, bunlar bizim çocuğumuz' demeye başladılar. Ben de, 'Galiba üreme için geç kalıyorum' dedim. O sırada ben, Küçük Sahne'de oynuyordum, devamlı röportajlar oluyordu. Resimli mecmualara da kapak olarak çıkıyordum. O aralar fuayemize gazeteciler doluşuyordu. Çok güzeldim, kapak çekiyorlardı. O ara çok yakışıklı bir gazeteciye takıldım, Müjde'ye benziyor ama erkek düşün ki, bıyıklısı. O yıllarda Amerikan sinemasının meşhur aktörü Tyron Power vardı, ona benzeyen. Gece Postası'nda çalışıyordu o zaman, röportaj yapmıştı benimle. Bir gün Babıali'den geçerken gazeteye girdim, 'Vedat bey burada mı' dedim, 'Odasında' dediler ve odasına çıkardılar beni. Oturdum karşısına ve 'Benimle evlenir misin' dedim ona... Dört ay kadar sözlü kaldıktan sonra evlendik ama teklif benden geldi. Ben de artık geç kalmadan, ürünlerimi çıkartayım dedim. Ee yaş 25'lere gelmişti...
Ben Türk kadının bilinçaltıyım
'Her kadın en az bir kez, yanında kocası bile yatsa, rüyasında başka bir herifle yatmıştır. Bilinçaltının yarattığı bir durum bu. İlla ki tanıdığın biri olmasına da gerek yok. Hayır ben hiç yaşamadım diyen de yalan söylüyordur"
Kaynak: Hürriyet

13 Şubat 2008 Çarşamba

Okan Bayülgen'in Fotoğraf Sergisi

Bayülgen’in güçlü kadınları


Fotoğraflar: Sinan ÖZBALKAN

Bayülgen’in güçlü kadınları Okan Bayülgen'in, "Erkeklerin Saatlerini Takan Kadınlar" adını verdiği üçüncü fotoğraf sergisi, bugün City's'teki It's a Joke'da açılıyor.

Birbirinden ünlü 12 kadını, farklı konseptlerde erkek saatleriyle görüntüleyen Bayülgen, eski sevgilisi Deniz Akkaya'yı ise uzun erkek donuyla fotoğrafladı. Okan Bayülgen, "Erkeklerin Saatlerini Takan Kadınlar" adını verdiği üçüncü fotoğraf sergisini bugün City’s AVM’de bulunan It’s a Joke’da açıyor. Birbirinden ünlü 12 kadını erkek saatleriyle görüntüleyen Bayülgen, "Artık güçlü kadınlar, erkek kol saati takıyor. Bu, uzun zaman önce farkına vardığım ve fotoğraflamak istediğim bir şeydi" dedi.

Bugüne kadar iki fotoğraf sergisi açtınız. Biri Zekai Demir ile birlikte Afrika’da çektiğiniz fotoğraflardan oluşan "Baobab Yolu" sergisi, diğeri de tiyatrocuları çektiğiniz "Pudra-Zamanın Tozu" sergisi... Şimdi üçüncü serginizi

açacaksınız. Adı da "Erkeklerin Saatlerini Takan Kadınlar"... Bu proje nasıl ortaya çıktı Okan Bey?

- Erkek, kadına karşı bütün aksesuvarlarını kaybettiği gibi en değerli aksesuvarı olan saatini de kaybetti. Uzun zamandır çevremdeki kadınların para verip, iyi, mekanik saatler kullandıklarını görüyorum. Bu kadınlar, pilli saatten vazgeçmiş, her gün o saati kurmaya razı kadınlar. Yani güçlenmiş, erkeksileşmiş kadınlar bunlar. Benim ilgilendiğim taraf da bu gizli güç durumu. Yani kadının "Bir dakika, hep sen fantazi yapmayacaksın, şimdi de ben fantazi yapacağım, ben yöneteceğim" demesini seviyorum. Bunu çok seksi ve güçlü buluyorum. Artık güçlü kadınlar, erkek kol saati takıyor. Bu, uzun zaman önce farkına vardığım ve fotoğraflamak istediğim bir şeydi. Şimdi hayata geçirdim.

"Güçlü kadınlar erkek kol saati takıyor" dediniz ya, peki kadın saati takanlar ne oluyor, güçsüz mü?

- Hayır, tabii ki değil. Sakın öyle algılanmasın. Kadın, bir aşktan dolayı da erkek saati takabilir. Ama benim asıl ilgilendiğim konu güç meselesi... Ayrıca ben, mekanik ustalığa verilen değeri de biraz ön plana çıkarmak istedim. Saatlere ne kadar çok taş takarsanız, fiyatı o kadar artmaz. Aslında dünyanın en pahalı saatleri, hiç taşsız saatlerdir. Kadın artık bu taşlı saatleri sevmiyor. İşte bu gizli güç durumu ve erkeksilik de bana çok seksi geliyor.

Peki kadının bu kadar erkeksileşmesi fena bir durum değil mi?

- Mücevherle kandırılamayan bir kadın bu bence. Bu bir güç belirtisidir. Fena bir durum değil.

Siz bu kadınları seviyorsunuz?

/_newsimages/4965012.jpg- Evet, çok seviyorum.

Taşlı saatlerden kullanan kadını sevmiyorsunuz yani...

- Dediğim gibi, o kadın mücevherle kandırılabiliyor. O yüzden taşlı saati seven kadınlar tercihim değildir.

Öyleyse bu fotoğraf sergisinin amacı, erkeksileşen kadınlara bir övgü...

- Benim aslında tamamlamak istediğim bir şeyler var. Örneğin; Zekai ile Madagaskar’da yaptığımız iş, serüvenci fotoğrafçıya bir saygıydı. Yani poposunu kaldırıp yollara düşen, internetten görüntü indirip fotoğrafın arkasına koymayan bir fotoğrafçıya övgüydü o iş... Bu çalışmanın arkasından yaptığım ikinci iş "Pudra", yüzdeki çizgilere övgüydü. Bu üçüncü iş ise erkeksi bakış açısına bir övgüdür, evet... Ama benim asıl amacım, güzel, iyi bir iş çıkarmaktı. Çıkardığım işi paylaşmaktı. Benim gibi düşünen insanları temsil etmek istiyorum. Delikanlılık da o kadar dijitalleşmedi ya!

Serginin alt cümlesi de ilginç... Orada diyorsunuz ki, "Kadın, güç, lüks ve zaman meselelerine falokrat bir bakış..." Önce "falokrat"ı açıklayarak başlayalım mı?

- Erkeksi bakış açısına övgüyü, Fransızlar’ın aşağılamak için kullandığı bir deyimle yani "falokrat"la ifade ediyorum. Türkçe-Fransızca sözlüğe baktığınız zaman "falokrat"ın karşılığında, "uzvuna tapan" yazar. Sergiye, bunu da koyacağım.

Cidden, koyacak mısınız?

- Koyacağım, çünkü öyle yazıyor. "Falokrat", falüsten gelen, kaba bir erkek bakış açısıdır. Yani "falokrat", kaba erkekliği temsil eder.

Türkçe karşılığı maço erkek demek...

- Evet, ama ben maçoyu kullanmak istemiyorum, "falokrat"ı kullanmak istiyorum. Çünkü aslında bu erkeksilik, kabalık kendi falüsüne tapınma bakış açısını ifade eder.

Evet ama fotoğraflarda kadının üstünlüğü, gücü göze çarpıyor...

- İşte ben bunu yapmak istedim. Aslında bu fotoğraflardaki "falokrat" bakış açısı, sadece benim kadının güzelliğine bakışımdır. Ben kadını güçsüz olarak görmüyorum. Aksine ben kadını çok güçlü görüyorum. Benim fotoğraflarımda elinde tabancasıyla adama giden bir kadın da var, elinde kırbaç olan bir hemşire de... Fakat yine aynı fotoğraflarda kadın adamı aşağı bastırmıştır ve sımsıkı kucaklar. Yani ona annelik yapar, şefkat duyar.

ATA DEMİRER KAÇTI

Ata Demirer’e kendi saat dilimimde program yapmamı, bazıları kurnazlık olarak değerlendirdi. Ne yazık ki bu kadar üstün bir kötülüğe sahip değilim. Ata’nın tek bir derdi vardı, konukları ağırlamak. Baştan itibaren konuk ağırlamak /_newsimages/4965013.jpgistemiyordu. Bunun stresine girdiği için devam etmek istemedi ve kaçtı! Oysa devam etseydi, beni ve Beyaz’ı zorlayacak bir iş yapmış olacaktı. Sadece biraz zaman ve seyircinin Ata’yı tanıması gerekiyordu. Sabredemedi! O sebat etmeyince ben ne yapayım? Oysa ben, bütün egolarımı ayaklar altına alıp, elimde telsizle onun kulis kapısına dikilen bir adam bile oldum. Yani rahat etmesi için elimden geleni yaptım. Fakat istemedi ve kavgasız gürültüsüz ayrıldık. İşin içinde benim ya da Ata’nın bir başarısızlığı yoktur! Ata’nın programı kaldırılmamıştır. Kendisi kaçmıştır. Yoksa Ata’dan ne reyting istendi ne de başka bir şey. Çok lüks şartlarda çalıştı. Benim yerimi doldurması gerekmiyordu. Televizyon bir alışkanlıktır. Onu anlatmaya çalıştık. Yine de istemedi...

Kaynak Hürriye Magazin

12 Şubat 2008 Salı

Nez Dönüyor

Herkese geçmiş olsun



Fotoğraflar: Sinan ÖZBALKAN

Herkese geçmiş olsun Üç yıldır sahnelerden uzak olan Nez, seksi kostümleri ve dans gösterileriyle şov dünyasına dönmeye hazır...

Ünlü şarkıcı, “Kılık değiştirerek kulüplere, konserlere gidip insanların neler yaptığını izledim. Ama gördüm ki yerimi kimse dolduramıyor. Şimdi çok daha muhteşem bir şovla dönüyorum. Herkese geçmiş olsun” sözleriyle rakiplerine meydan okuyor. Üç yıldır sahnelerden uzak olan Nez, yine seksi kostümleri, İngilizce şarkıları ve dans gösterileriyle şov dünyasına dönüyor. Ara verdiği bu üç yıl içinde İngilizce çeviriler yaparak geçimini sağladığını belirten Nez, "Kılık değiştirerek kulüplere, konserlere gidip insanların neler yaptığını da izledim. Ama gördüm ki yerimi kimse dolduramıyor. Şimdi çok daha muhteşem bir şovla dönüyorum. Herkese geçmiş olsun" dedi.

Kaç yıl oldu sahneleri bırakalı?

- Üç yıl oldu. Ama ben hiçbir zaman sahneleri bırakmadım, sadece ara verdim. Bazılarının işine öyle geldiği için bıraktığımı söylediler.

Neden ara verdiniz peki?

- Bana çok sataştılar, çok laf attılar. Kalbim kırıldı. Hem daha fazla üzülmek istemediğim için, hem de eski prodüktörüm ile anlaşmamın bitmesini beklemek için verdim bu arayı. Bir de o kadar çok taklitlerim çıktı ki, ortam keyifsizleşti. Çıkanlar laf söylemeye başladı falan... İyi ki ara vermişim. İlk ve son isim olarak kaldım.

Ben tehdit aldığınız için bıraktığınızı duymuştum.

- Evet, tehdit edildim.

Kimler tehdit etti?

- Hiç ummadığınız isimlerden çok büyük tehditler aldım. Bu tehditler "Seni bu camiada var etmeyeceğiz" şeklindeydi. Tabii ki aleni bir şekilde, "Bacağına sıkarız, dans edemezsin" demediler ama ben onu demek istediklerini anlamıştım. Ya da şu oldu; inanılmaz güzel iş teklifleri alıyordum, fakat o teklifli verenler birden vazgeçiyordu.

Bu tehditler kadınlardan mı, erkeklerden mi geliyordu?

- Benim en büyük düşmanım kadınlardı. Dolayısıyla kadınlar üzerinden geliyordu bu tehditler. Bizim camiamızda kadın kadına olan savaş, çok çirkin boyutlardadır. Erkeklerin savaşından çok daha acımasız ve çirkindir.

Ara vererek onların ekmeklerine yağ sürdünüz ama...

- Başka şansım yoktu. Çünkü ben bu dünyada tek başımayım. Zekiyim, ama dediğim gibi onların savaşı çok farklı.

Ben onların savaş şeklinde yalnızdım. Arkamda, yanımda kimse yoktu.

/_newsimages/4915214.jpg Şu an güçlü müsünüz?

- Şunu anladım; insanlar benim yeteneğimden çekiniyor. Dolayısıyla güçlüyüm. Benim yok olup biteceğimi düşündüler. Tam tersi oldu. Geri çekildim ama hiçbir şey kaybetmedim. Ara verdiğim bu üç yıl, çok güzel yaşadım, öğrendim, çok şey biriktirdim. Hem gidenler de gitti. Kimse kalmadı.

Nasıl yaşadınız bu üç yıl boyunca, geçiminizi nasıl sağladınız?

- İngilizce’den Türkçe’ye çeviriler yaptım. Reklam filmleri seslendirdim. Bazılarına inat, dimdik ayakta durdum. Bu arada kılık değiştirerek gece kulüplerine, konserlere giderek insanların neler yaptığını izledim. Gördüm ki kimse yerimi dolduramamış. Bu yüzden uzun zamandır aklımdaydı geri dönmek...

Bu üç yıllık arada nişanlandınız, Davut Güloğlu ile aşk yaşadınız, sonra da evlendiniz. Bir şey soracağım, askerde olan nişanlınızı aldattınız mı?

- Hayır... Ama ne yazık ki olay böyle yansıtıldı. Bir şey yürümüyorsa, yürümüyordur. Nişanlımla da ilişkimiz yürümüyordu ve ayrıldık. Ayrıldıktan sonra başka birine aşık oldum. Aşk bu, ne zaman, nasıl kapınızı çalacağı belli olmuyor. Aşık oldum ve ilişkimi yaşadım. Bundan da pişman değilim. Neyi yaşadıysam, çok severek yaşadım. Hepsi de çok güzel şeyler kattı bana. Bitmesi gerekiyordu ve bittiler.

Siz böyle çok çabuk mu aşık olursunuz?

- Hayır, çok zor aşık olurum. O yüzden kıymetlidir aşk benim için ve ilişkilerim de uzun sürer. Bu camianın içinde yaşananları görmek, aşkı öldürüyor. Bir süre sonra panikliyorsun ve diyorsun ki; "Ben de aile istiyorum, ben de bir takım şeyleri yaşamak istiyorum. Evimde 50 ödül, 10 albüm olup yalnız yaşamak istemiyorum." Böyle olunca, bulduğum aşkların peşine düştüm. Mutlu olurum, yuva kurabilirim diye... Ama olmadı.

Neden olmadı?

- Ben, kaldırılması güç bir kadınım. Sonuçta bir Nez var, bir de evdeki Nezihe var. Bu anlaşılmadı. Anlaşılmayınca da yürümüyor. İlişki, saygının olmadığı bir hale bürünüyor. Ben de saygının olmadığı bir yerde asla durmam. Bir arkadaşım bana, "Sen aşık olunabilecek en güzel kadınsın" demişti. O zaman neden yürümüyordu? Gördüm ki bazen insanlara fazla gelebiliyorsunuz. Herkes Nez’in kendisine ait olmasını istiyor. Bu da çok normal.

Erkekte ne çeker sizi?

- Zekası... Benimle tartışabilecek erkek olmalı. Ben onunla beyin jimnastiği yapabilmeliyim.

Aşık oldunuz, sizi kaldırabilecek birisini bulduğunuza inandınız ve Berna Nuri Süer’le evlendiniz. Doğru mu?

- Evet. Evlilik çok farklı bir şey. Gerçekten bu kurumda saygı çok önemli. Biz, birbirimize çok saygılıydık. Ama birbirimizi tanıdıkça aramızda farklılıklar olduğunu gördük. Ve ikimiz de birbirimize daha fazla acı çektirmek istemedik.

Ayrı dünyaların insanı olduğunuzu baştan anlayamadınız mı?

- Flört edemedik ki... Bizim flört etme şansımız yok. Hemen saçma sapan şeyler yazılıyor. Evlendik, anlaşamadık ve ayrıldık. Şimdi neden ayrıldığımızı anlatamam. Bu benim çok özelimdir. Ben sadece şuna üzüldüm; ayrılacağımızı gazeteci arkadaşlarıyla paylaşmasına ve "Kirasını ödeyemiyordu" demesine... Bunlar çok çirkindi. Oysa oturduğumuz ev, benim evim. Ben yıllardır Cihangir’de yaşıyorum. Herkes bilir. Ben "Ona evimi, ailemi açtım" derken, hayatımı açtım anlamında söylemiştim. Ama sanırım sözlerimi yanlış algıladı. Bu yüzden de yanlış şeyler söyledi. Biz, her şeyimizi paylaştık. Benim ona, onun bana yardım ettiği günler oldu. Evlilik demek, paylaşmak demektir. Bir ilişki nasıl saygı çerçevesinde başlıyorsa, aynı şekilde bitmelidir. Biz de küçük tatsızlıklar olsa da öyle bitirdik. Kendisi her zaman dostum, arkadaşım olarak kalacaktır.

Şimdi yeniden sahnelere dönüyorsunuz değil mi?

- Evet. 16 Şubat’ta Studio Live’da ilk canlı performansımı yapacağım. Buradan bana sponsor olan Absolut Events Lime Light’a teşekkür ederim.

/_newsimages/4915217.jpg Eski şovlarınızla mı sahnede olacaksınız?

- Evet, o ilk dönemlerde yaptığım şovu geliştireceğim. Benim yeniden dönmeme çok üzülenler de var, sevinenler de var, kıskananlar da... Onlar adına çok üzgünüm. Nez, geri dönüyor. Müthiş sahne kostümleri, şarkılar, şovlar hazırladım. Zenci gırtlağıyla okuyabileceğim şarkılar seçtim ve onları etnik bir hale getirdim. Herkese geçmiş olsun.

Yine eskisi gibi seksi bir Nez mi izleyeceğiz?

- Şimdi biraz daha kontrollü olacağım. İlk çıktığımda da kontrollü olmak isterdim ama sonuçta bu iş stratejik bir oyun. Patron ne derse o oluyor. Sizin söz hakkınız olmuyor ki... Bu arada size bir şey söyleyeyim, şimdikilerin yanında ben yaptıklarımla melek gibi kalıyorum. Ayrıca bugüne kadar benim kliplerim hiç yasaklanmadı. Tahrik edici bulunsaydı, sansürlenirdi.

Peki, seyirci, sahnede işini yapan Nez’i yanlış algıladı mı?

- Hayır, o dönem için doğru algıladı. Erkeklerin güzel kadın olduğumu söylemeleri bazen çok hoşuma gitti. Sonra bana "Türkiye’nin en seksi kadını" ödülü verilince, durup bir düşündüm, "Neden sanatıma değil de çok başka şeylere bakılıyor" diye. Ve gördüm ki, benden önce dişiliğiyle sahnede olan bir kadın yok. Dolayısıyla bu anlamda insanlara çok farklı geldim. Ben sahnelere dişilik ve kostüm getirdim. O yüzden de çok konuşuldum. Normal hayatımda Nezihe’yim ama sahnede Nez... Böyle bir değişim yaşıyorum. Bu değişim de beğenildi. Söyleyecek bir şey yok.

Tacize uğramamak kadınların elinde

- Hiç taciz edildiniz mi peki?

Bugüne kadar hiç tacize uğramadım! Bu beyin gücüdür. Ben sahneye çıkarken "Dinleyin, seyredin ve buradan mutlu ayrılın" diyorum. Yaydığım enerji de sadece şuydu; "Bana ulaşamazsınız, ancak ben istersem size ulaşırım." Her şey kadının elindedir. Kadın ulaşılmaz olmak isterse, olur. Bu kadar basittir.

Umudumu kaybetmedim yine evleneceğim

- Bu arada 3.5 aylık hamileyken bebeğinizi kaybettiniz. Şiddete mi maruz kaldınız?

Hayır. Her 10 kadından beşinin yaşadığı bir şeymiş bu. Tamamen o sebeple bebeğimi kaybettim. Hayatımın en acı dakikalarıdır benim için. Çok acı çektim, çok ağladım. Ama ben umudumu kaybetmedim. Yine aşık olacağım, yine evleneceğim ve evlat sahibi olacağım. Hayattaki tek arzum, isteğim bu.

medyadan

BlogcuZade Master