Binbir Gece etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Binbir Gece etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ağustos 2009 Perşembe

İlişkilerde erkekler ne söylese boş

"İlişkilerde erkekler ne söylese boş!"

Melike BİRGÖLGE / mbirgolge@hurriyet.com.tr 29 Haziran 2009
İlişkilerde erkekler ne söylese boş!

En çok izlenen dizilerin başında gelen Aşk-ı Memnu’daki canlandırdığı ‘Nihat’ karakteriyle dikkatleri çeken İlker Kızmaz’la yaptığımız keyifli röportaj…

Milyonlarca izleyici sizi Aşk-ı Memnu dizisindeki Nihat karakteriyle tanıdı. Kimdir Nihat’a hayat veren İlker Kızmaz?
1975 yılında İzmir'de doğdum. Okul hayatım İzmir'de geçti. Liseden mezun olduğum Cuma gününün ertesi günü çalışmaya başladım. Bir daha da durmadım. Çalışırken aynı zamanda yüksek öğrenimimi tamamladım. Bir çok değişik iş yaptım.

Hangi işlerde…
Torna tesviye, nakliye, döşemelik kumaş satışı, tezgahtarlık… Bunların arasında beden gücü gerektiren zor işler de vardı. İnsanlarla uğraşmamı gerektiren, onları sevk ve idare etmem gereken işler de vardı. Ama ilkokuldan beri tiyatrodan hiç kopmadım. Bir şekilde hep içinde oldum. Son beş yıldır da İstanbul’da yaşıyorum.

‘Aşk-ı Memnu’ya dahil olmadan önce neler yapıyordunuz?
Diziden önce Levent Semerci'nin yönettiği İlker Altınay ve Hakan Evrensel'in senaryosunu yazdığı ‘Nefes’ isimli bir sinema filminde rol aldım. Filmin çekimi için bir buçuk yıl kadar Antalya'daydım.

“İZMİR’İ TERKETMEK BÜYÜK CESARET!”

Ondan önce de ‘Candan Öte, Duvar’ gibi birkaç dizi projesinde yer aldınız. Peki, 2004 yılında İzmir’den İstanbul’a yerleşmeniz hangi vesileyle…
Hep istiyordum zaten. Ömrümün geri kalanını oyunculuk yaparak İstanbul'da geçirmeyi... Ama bunun doğru zamanının gelip gelmediğini kestiremiyordum. İzmir'de yaşayanlar da bilirler, oradan çıkıp başka bir şehre yerleşmek için çok büyük sebeplerinizin ya da çok büyük hedeflerinizin olması lazım. Yani İzmir gibi bir şehri terk ediyorsanız hedeflerinize giden yolun yarısını kat ettiniz demektir. Büyük cesaret… (Gülüyor)

Alaylı oyunculardansınız. Nasıl başladınız oyunculuğa?
Ben daha ilkokul birinci sınıftayken 23 Nisan günü törene çıkacak üst sınıflardan bir çocuk hastalanınca çok sevdiğim öğretmenim Asiye Menteş bir saat içinde bana bir tekerleme ezberletip beni sahneye itip kaçtı. (Gülüyor) Yanımda Fikri diye arkadaşım daha vardı aynı kaderi paylaşan… O günden sonra Fikri ile beraber törenden törene koşup durduk. O saatten sonra nerede şiir, şarkı ya da müsamere varsa "İlker, Fikri gelin oğlum bu yapılacak. Hadi koçlarım, göreyim sizi" deyip liseye kadar bizi her türlü organizasyonda görevlendirdiler.

“REKLAM DEYİP GEÇMEMEK LAZIM!”

Dizilerden önce reklamlarda da rol almışsınız. Neler kaldı size reklam çekimlerinden?
Çok fazla reklam çekmedim. Taş çatlasın dört beş tane reklamım oldu. Ne kaldı geriye derseniz zor zamanları geçirmek için biraz para bir sonraki iş için biraz tecrübe… Çekim esnasında tanıştığım ve büyük ihtimalle ileride bir şekilde yollarımızın tekrar kesişeceği çok önemli insanlar… Hatta Formula1 tanıtım filminde beraber çalıştığımız Şenol Altun'la daha sonra ‘Nefes’ filminin setinde de karşılaştık. Bir buçuk senemiz beraber geçti. Kendisinin ilk başından sonuna kadar çok yardımı dokunmuştur bana. Çevrede güvendiğin tanıdık birinin olması güzel bir duygu. Reklam deyip geçmemek lazım.

Canlandırdığınız Nihat karakteri size geldiğinde neydi bu rolü kabul etmeniz konusunda sizi cezbeden? Hangi özellikleri…
‘Nihat' karakterinden önce yapımcımız Kerem Çatay'ın ve yönetmenimiz Hilal Saral'ın tutumu, yaklaşımı, samimiyeti cezbetti beni. Bana ‘Süleyman Efendi'yi oyna’ deselerdi ona da ‘Hayır’ diyemezdim herhalde. (Gülüyor) Biz diziye başlarken bir takım kodlar verildi Nihat ile ilgili bana.

Karakteri aklınızda analiz edebilmeniz için…
Aynen… Üzerinde düşünmem gereken ipuçları… Peyker'i seven… Ki o zaman karısı değildi. Onun için birçok şeyi feda edebilecek saf bir aşkı olan ama dışardan sürekli müdahaleye uğrayan baba merkezli bir adamdı Nihat. Ama zaman içinde çok iyi bir eş, çok iyi bir baba profili çıktı. Bu yönü de hayli keyifli oldu.

İLK ÇEKİMDE ŞAŞKINLIKTAN NE YAPACAĞIMI BİLEMEDİM!

Dizinin ilk çekiminde zorlanmışsınız. Neden?
Aslında zorlanmak denemez ama ilk gün olması nedeniyle hepimizde bir heyecan, bir telaş vardı. Çünkü dizinin ilk sahnesi, ilk planı çekilecekti ve o plan benim tek başıma olduğum bir plan idi. Kayıt deyip başladık. Sahne çekildi ve Hilal Hanım ‘Kes’ der demez iyi mi oldu kötü mü oldu diye etrafa bakarken birden bir alkış kıyamet koptu. Ben daha ilk sahnenin şaşkınlığını atamadan ortalık yıkılıyordu. Öylesine şaşırdım ki ne yapacağımı bilemedim. Sonradan anladım ki ilk plan çekildikten sonra adettenmiş alkışlanıp tebrik edilirmiş. (Gülüyor) İlk defa böyle bir an yaşadım ama hayatım boyunca unutamam sanırım.

“AİLEM VE ARKADAŞLARIM MÜTEVAZI YAŞAYAN, KALENDER İNSANLAR!

Nihat karısına aşık ama onun ve kendi ailesinin çekişmelerinin arasında sıkışmış biri. Ki toplumumuzda bu çekişme arasında kalan çok kişi var. Siz kendi hayatınızda böyle bir durumla karşılaşsanız nasıl tepki verirsiniz?
Hayat çok acayip! Her gün başka bir şey için şaşırıyoruz. Bu benim başıma gelmez dediğimiz her şeyde bizim ya da yakınlarımızın başına geliyor bir şekilde. Nihat'ın da başına gelmeyen kalmadı. Tabi bu arada daha da iyi günleri bunlar. Ama benim başıma bunlar gelse ne yapardım bilmiyorum. Çünkü şartlar değişik. Benim ailem ve arkadaşlarım mütevazı yaşayan, kalender insanlar. İşler bu kadar ayyuka çıkmadan her şey tatlıya bağlanır bir şekilde.

“FİRDEVS'ÇİLER BİHTER’İ ELEŞTİRİYOR, BİHTER'CİLER DE FİRDEVS’İ…”

Bunu yani izleyicilerin, dizinizi futbol takımı tutar gibi izlediklerini ‘Aşk-ı Memnu’ da daha sık görebiliyoruz. Firdevs'çiler Bihter’i eleştiriyor, Bihter'ciler de Firdevs’i… Sevdikleri karakterleri savunmalarını, karşısındaki karakterleri ise eleştirmelerini neye bağlıyorsunuz?
Herhalde kendine yakın gelen karakteri izleyip kendi zaafını onda yakalamak, yapamadığı şeyleri onun yapmasını izlemek ya da kendi giydiği kıyafeti onun üstünde de görmek karakterle arasında duygusal bir bağ kurulmasını sağlıyor. Mesela Firdevs'çiler Bihter’i eleştiriyor, Bihter'ciler de Firdevs’i… Erkekler Alex mi Hagi mi diye tartışırken bayanlarda Adnan mı Behlül mü diye tartışıyorlar. (Kahkahalar…)

Ya seyircilerin, oyuncuları canlandırdıkları karakterle birebir özdeşleştirmeleri konusunda neler söyleyeceksiniz? Günlük hayatınızda gördüklerinde rolünüzdeki kişi gibi davranmalarını neye…

Onlar işe kendini kaptıranlar. İnandırıyoruz demek ki! (Gülüyor)

“BASTIĞIN YERİ HİSSET, BAKTIĞIN YERİ GÖR!”

Oyunculuğunuzu nelerle besliyorsunuz?
Beslemek, aç kalmak susuz kalmak gibi ihtiyaçlar olduğunu düşünmüyorum oyunculuk açısından. Dün kötü oynadım; biraz kitap okuyayım, tiyatroya gideyim, bir film izleyeyim besleneyim de bugün toparlanayım, daha iyi oynayayım diye bir şey olmuyordur herhalde. Ama insan olarak beslenmemiz gereken o kadar çok şey var ki... Okumak, izlemek, gezmek, görmek, yaşamak daha milyon tane şey... Bahçeşehir Üniversitesi'nde Hazal Selçuk bizim hocamız idi. Farkındalığımızı arttırmak için hep söylediği ve sürekli tekrarladığı bir şey vardı. ‘Nefes al, nefes ver. Bastığın yeri hisset, baktığın yeri gör'' Farkındalığımızı hep yüksek tuttuğumuz zaman çevremizdeki olayların, insanların, ülkeyi yönetenlerin, yazılan kitapların, çekilen filmlerin, oynanan oyunların, gökyüzünün renginin, arkadaşımızın saçının renginin farkında olduğumuz zaman zaten insan olarak besleniyoruz. Daha bu yolda belki toplu iğne ucu kadar ilerlemiş bir insan olarak ben oyuncunun beslenme çantası da faklı değildir diye düşünüyorum.

“ERKEKLER OLMADAN KADINLAR, KADINLAR OLMADAN ERKEKLER YOK!”

İzmir’in kızlarının, güzelliklerini İzmir’in erkeklerine borçlu olduğunu söylüyorsunuz. Nasıl yani? Niye erkeklere borçlular?
İzmir'de böyle bir alacak verecek durumu olduğunu sanmıyorum. Herkes hesabını kapatmış orada, defterler kapanmış. (Kahkahalar…) ‘Ben daha güzelim sen de fena değilsin’ gibi bir şey yok. Şehir güzel, herkes güzel herkesin yüzü gülüyor. Herkes samimi, şartlar elverdiği ölçüde de mutlu. Erkekler olmadan kadınlar, kadınlar olmadan erkekler yok! Ying yang (Gülüyor)

“Kız meselelerinde acemiyim. Bu konuları çok da konuşamıyorum, utanıyorum.” diyorsunuz. Neden?
Aslında konuşurum tabii, neden konuşmayayım. Ama bunlar insana özel şeyler olduğu için herkesle paylaşmaktan hoşlanmam. Sıkılırım başkasını da sıkarım.

“OKULU AŞIK OLDUĞUM KIZ SAYESİNDE BİTİRDİM!”

Aşık olunca neler değişir İlker Kızmaz’da? Nasıl yaşarsınız aşkı?
Sabah kalkışınız oturuşunuz yürüyüşünüz, nefes alışınız her şeyiniz değişir. İlk yaşadığım aşk kadar olmasa da hayatımın yüzde 80'ini etkiler.

İlk aşkınız…
İlk defa ilkokulda aşık olmuştum ben. Kızın çantasına hangi akla hizmetse sakız, çikolata koyardım ders aralarında. Gece yatarken sabah kalkınca ilk düşündüğüm şey o olurdu. Okula bile onu görmeye gidiyordum diyebilirim. İlkokulu, ortaokulu bitirdiysem o kız sayesinde. (Gülüyor)

“NE KENDİMİN NE DE ARKADAŞLARIMIN GEÇMİŞİNİ ASLA UNUTMAM!”

Anılarınızı saklamayı seviyormuşsunuz. İlkokuldaki hatıra defteriniz bile duruyormuş. Birçok insan geçmişi unutmayı tercih eder. Sakladığınız bazı anılar acıtmıyor mu sizi?
Geçmişi unutmamak, belleğimi diri tutmak benim en önemli düsturlarımdandır. Kendim için ailem için arkadaşlarım için yarını bugünden daha iyi hale getirebilmek adına dünü unutmamam gerekiyor diye düşünüyorum. Ne kendimin ne de arkadaşlarımın geçmişini asla unutmam.

“KADINLARIN İLİŞKİ ANLAYIŞI İNANILMAZ DEĞİŞTİ! ERKEKLER ARTIK NE SÖYLESE BOŞ!”

“Issız Adam çıktı, mertlik bozuldu” diyorsunuz. Neden?
Çünkü son dönemde kadınların ilişki anlayışı inanılmaz değişti. Erkekler artık ne söylese boş. İlişki kötüye gitmiyor olsa dahi yaşanan en ufak tartışmada ‘Issız Adam’ etiketi erkeğe yapıştırılıyor.

Kadınların ilişkiye bakışının inanılmaz değiştiğini söylüyorsunuz. Nasıl yani, ne yönde bu değişiklikler?
Lisedeyken kız arkadaşımın elini tutabilmek yan yana yürümek, Kordon’da bir yere oturamadığımız için bankta oturup sohbet edebilmek bile başlı başına bir ilişki sayılırdı. Ve inanın çok acayip bir zaman gerektiriyordu kızın elini tutabilmek bile! Bir de şimdiki ilişkileri düşünün. Başka bir şey söylemeye gerek bile yok.

29 Ekim’de gösterime girecek olan ‘Nefes’ adlı film çok önemli sizin için. Biraz bu filmden bahseder misiniz?
Bir reklam görüşmesi için reklam şirketine gitmiştim. Orada yönetmenimiz Levent Semerci ile tanıştım. Deneme çekiminden sonra “Bir film çekeceğim, seni de oynatacağım” dedi. “Beş dakikalık görüntünü getir bana, ne yaparsan yap beş dakika içinde” dedi. Aradan zaman geçti yine bir gün şirketin önünden geçerken yönetmen yardımcımız Hande Türkel kolumdan çekip “Gel bakim sen buraya hani senin beş dakikalık görüntün, çabuk geç stüdyoya beş dakika konuşacaksın kameraya” dedi. Apar topar girdik, o kamerayı açtı ve kaçtı gitti. Aradan iki sene falan geçti sanırım. Bir gün Hande aradı. ‘Biz başlıyoruz projeye ne durumdasın?’ dedi. Uçarak gittim tabi. Toplantılar, deneme çekimi falan derken sekiz on kere bir araya geldik. Sonunda otuz beş kişilik falan bir kadro seçildi. O şanslı insanlardan biri de bendim.

Peki filmin hikayesi…
Film Kuzey Irak operasyonu sırasında sınırda bulunan bir role istasyonunu korumak için görevlendirilen 30 komandonun hikayesini anlatıyor. Yönetmenimiz Levent Semerci, yardımcıları Hande Türkel, Barış Kaya senaristleri Hakan Evrensel, İlker Altınay oyuncuları da burada ismini tek tek sayamayacağım on numara insanlar.

Çekimden önce, tüm oyuncular, iki ay boyunca eğitim almışsınız. Nasıl geçti o askeri eğitim süreci?
Normal bir komando eri acemilik dönemimde ne yapıyorsa aynılarını yapmaya çalıştık. Onlar kadar ağır geçmemiştir mutlaka ama yakın olduğuna eminim. Çok iyi askeri danışmanlarımız vardı başımızda. Bildikleri birçok şeyi bizimle paylaştılar, bize öğrettiler. Botları kardan korumayı, yağmurda ateş yakmayı, gece karanlıkta görünmeyen alevi, yaralı taşımayı birbirlerine hayatını emanet ettikleri bir takım olmayı. Hiç birimiz o kışlaya girdiğimiz gibi çıkmadık, olgunlaştık ve büyüdük. Levent Semerci bizi asker yaptı, birbirimize kenetledi bıraktı, sonra da filmimizi çekti. Film esnasında kimse ‘Silahı böyle tut, MG 3 böyle çalışır, şarjör böyle değişir’ demedi. Bize zaten öğretmişlerdi biliyorduk.

“NEFES FİLMİ HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI!”

Kariyerinizde dönüm noktası olacak diyebilir misiniz bu film için?
Filmin bana kattığı şeyleri sadece kariyerimde dönüm noktası oldu diye özetlemek benim için çok yetersiz ve film için de büyük haksızlık olurdu herhalde. Hayatımın dönüm noktası oldu diyebilirim.

Dizilerde rol alan çoğu oyuncu, sinema için “Bambaşka bir şey” der. Siz de öyle… Nedir sizce sinemayı bu kadar büyülü yapan?
Bu benim ilk sinema filmim o yüzden bu duyguları ilk defa yaşıyorum. Dizi veya tiyatro bambaşka bir haz kesinlikle. Ama Levent Semerci başta olmak üzere bütün ‘Nefes’ ekibiyle oyuncusundan asistanına arkamızı toparlayan, çayımızı kahvaltımızı hazırlayan kişiye kadar bu ekipteki herkesle her zaman içinde ne olarak yer aldığıma bakmaksızın her işi yapabilirim.

Binicilikle ilgileniyorsunuz. Bunun yanı sıra uzun yıllar aikido yapmışsınız. Neden aikido… Nerden bu merak…
Yapı olarak asabi veya çok şiddete meyilli biri değilimdir. Ama uzak doğu sporlarına da küçüklükten beri bir ilgim vardı. Araştırdım ve içlerinden bana en yakın ve en uygun olarak Aikido’yu keşfettim. İzmir’de çok da iyi hocalarım vardı. Normalde günlük bir saat olan idmanın dışında üç saat daha ekstradan çalıştım hocalarımla. Sonra onlara ders esnasında ‘Ukemi’lik yaptım. Yani teknik yapılırken dayak yiyen adam. Japonya'daki diğer savaş sanatları gibi Aikido sadece kendini korumak için değil aynı zamanda ruhsal gelişim için de bir öğretidir. Ai: birleşme, uyum - ki; yaşam gücü, ruh - do: yol demektir bir bütün olarak da anlamı ‘Yaşam Gücü İle Bütünleşme Yolu’dur. Aikido’nun felsefesi insanın kendi yaşam gücünü geliştirmekten ibarettir. Çok teknik terim kullanmadan anlatayım. Aikido’da ilk önce dayak atmadan dayak yememeyi öğrenirsiniz. Daha sonra rakibin kendi gücüyle doğru orantılı olarak ve onun gücünü kullanarak belli

tekniklerle onu etkisiz hale getirmeyi öğrenirsiniz.

Dizide ne kadar kararsız ve arada kalsanız da gerçek hayatınızda ne istediğinizi biliyorsunuz. Yapmak istedikleriniz arasında neler var?
Kalıcı bir şeylere hizmet eden söyleyecek sözleri olan, anlatılacak derdi olan işler yapabilmek. Kendi hayallerimi gerçekleştirirken hayallerini gerçekleştirmek isteyen insanlara da faydalı olabilmek…

18 Aralık 2008 Perşembe

Kadınlara Burak gibi yaklaşamam

Kadınlara 'Burak' gibi yaklaşamam

Melike BİRGÖLGE / mbirgolge@hurriyet.com.tr
Kadınlara 'Burak' gibi yaklaşamam ‘Binbir Gece’ dizisindeki ‘Burak’ ile ilgili merak edilenler…

Sıradaki röportaj konuğum Mert Fırat desem, ‘O kim?’ diye düşünür çoğu kişi. Ama ‘Binbir Gece’ dizisi ve ‘Burak’ dersem birçok kişinin ‘Aaaaa! O mu!’ deyip, ilgiyle röportajı okuyacağını tahmin etmem hiç zor değil. Canlandırdığı asi, şımarık karakterin tam tersi mütevazı kişiliğiyle karşınızda Mert Fırat. Nam-ı diğer ‘Binbir Gece’ dizisindeki ‘Zengin Bey Burak’ hayranları bu röportaj sizin için.

Dizideki ‘Sezen’ karakterinin deyimiyle ‘Zengin Bey’ olarak diziye nasıl dahil oldunuz?

‘Binbir Gece’ dizisinden önce ‘Yersiz Yurtsuz’ dizisinde rol alıyordum. Beni orda TMC’nin sahibi Erol Avcı görmüş. Bana uygun bir rol olduğunu söylediler. Kabul ettim. Bu şekilde geçtiğimiz sezon diziye dahil oldum.

“İSVEÇ’TE AŞÇILIK – GARSONLUK YAPTIM!”

Ankaralı olduğunuzu biliyorum. Bunun dışında kimdir Mert Fırat? Sizi tanıyalım biraz.

Liseden sonra Rus Dili’ni kazandım Konya’da ama gitmek istemedim. Sonra bir arkadaşımın vasıtasıyla İsveç’e gittim. Orda Radyo – Televizyon – Medya Yönetimi okudum. Ama oradan mezun olmadım. İki yıl okudum, okumaktan çok çalıştım. Bunun nedeni de İsveç’te okumak kolaydı ama ekonomik koşullarım elvermedi. Yaşam şartları kolay değildi orda. Aşçılık, garsonluk yaptım. Müzikle de uğraştım.

“OYUNCU OLMAK İSTEDİĞİMDE AİLEM KARŞI ÇIKTI!”

Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro - Oyunculuk Bölümü mezunusunuz. Tiyatroyla tanışmanız nasıl oldu peki?

Ortaokuldan beri vardı ilgim. Şöyle ki; okuduğum o yıllarda bir hocamız vardı, bizi iki gruba ayırmıştı. Her hafta bir oyun ve skeçler yazmamızı istedi, hem de İngilizce olarak... Bu şekilde farkında olmadan adım atmış oldum aslında. Baktım güzel gidiyor ve kendimi geliştirebiliyorum da. Ondan sonra okulun tiyatro çalışmalarına, oyunlarına katılmaya başladım. Ve lise yıllarında ‘Ben oyuncu olmak istiyorum’ dedim. Ama ailem ilk önce karşı çıktı. ‘Önce üniversite oku sonra oyunculuğunu yap’ diyerek…

İsveç’ten döndükten sonra…

Döndükten sonra Ankara’da Devlet Tiyatrosu’na girdim sözleşmeli olarak. ‘Suç ve Ceza’ oyununda oynadım. O oyunda rol alırken sınava gidim. Ankara Üniversitesi Tiyatro - Oyunculuk Bölümü’nü kazandım. Bir yandan tiyatro oyunculuğu, diğer yandan okul…

Bu arada bir de, TRT’de ‘Bizim Evin Halleri’nde rol aldınız.

‘Suç ve Ceza’ oyununda oynarken, oradan beni bilen Hülya Gülşen Irmak ve Mehmet Atay, o dizi ekibine beni önermiş. O şekilde Bizim Evin Halleri’nde rol aldım.

‘Ver elini İstanbul’ deyişiniz…

2006’da okulum bitmişti. Ve burası yani ‘Oyun Atölyesi’ sınav açmıştı. Sınava girdim, ‘Hırçın Kız’ oyunu için seçildim. Gidip gelmek zor olacaktı, İstanbul’a yerleştim. Yerleştikten üç dört hafta sonra ‘Yersiz Yurtsuz’ dizisinde rol almaya başladım, şimdi de Binbir Gece’ dizisi…

Asi, sorumluluktan kaçan ‘Zengin Bey Burak’, Sezen’in peşinden çok koştu. Gözü kara bir halde… Ne buldu Sezen’de Burak?

Evet, çünkü gerçekten aşık oldu. Uğruna her şeyi yaptı, aşkı için mücadele etti. Kek bile yapıp kapısına dayandı. (Gülmeler…)

“AŞK İÇİN ÇABA HARCANMALI!”

Peki siz gerçek yaşamınızda böyle gözü kara mısınız aşk söz konusu olunca?

Evet, daha beterim hatta. Bazı şeylerin mücadele ile olacağının daha doğru olacağını düşünüyorum. Bir aşk için çaba harcanmalı, mücadele edilmeli. Ama hani gerçekten değen biriyse, değiyorsa mücadele edilmeli diyorum.

Zaten mücadele, aşkta - ilişkide olması gereken…

Tabii, kesinlikle… Bir insanın kendisiyle savaşırken, hatta ailesiyle bile savaşması zorken başka birini hayatına dahil etmek, her şeyine ortak olmak, sorunları beraber paylaşabilmek çok önemli. Bu da mücadeleyi gerektiriyor tabii.

“EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRÜYOR!”

Mücadele sonrasında kaybetme korkusu aşkı tetikliyor mu sizce, ilişkiyi canlandırma anlamında?

Aynen öyle… Kaybetme korkusu ilişkiyi canlı tutuyor. Dolayısıyla evliliğin bu anlamda aşkı öldürdüğüne inanıyorum. Çünkü şöyle bir şey var, yaşanan ilişkide, karşındaki kişinin kapıyı vurup gidecek olmasının verdiği endişe korkutuyor ve bir yerde tutuyor aslında.

Sezen ve Burak neden gizlice evlenerek ailelerini böyle bir tepkiyle cezalandırdılar?

Herkes onlara karşı çıkınca içindeki aşk ve güçle bu konuyu aşabileceklerine inandılar ve bunu göstermek istediler.

“AŞIK OLUNCA GÖZÜM HİÇBİR ŞEY GÖRMEZ”

Gelelim aşka…

Çok heyecanlanırım aşık olunca. Gözüm başka hiçbir şeyi görmez. Sürprizler yapmayı severim.

“EVLİLİK BİR NİKÂH DAİRESİ KADAR YAKIN!”

Üç yıldır süren bir birlikteliğiniz var. Evlilik uzak mı size?

Evlilik bir nikah dairesi kadar yakın aslında ama... (Gülüşmeler…) Büyük bir sorumluluk, maddi koşullar da var. Hani evlenince ‘Eyvah, ben şimdi ne yapacağım? Hani beraber olduğum kişiye onun istediği şartları sunabilecek miyim, onu rahat ettirebilecek miyim?’ düşüncesi… Sonrasında dünyaya getireceğiniz çocuk… Onu şartlar en iyi şekilde olduğunda dünyaya getirmelisiniz ki, ‘İyi ki beni dünyaya getirmişsiniz’ diyebilsin.

“SORUMLULUK ALAN BİRİYİM”

Canlandırdığınız ‘Burak’ karakteri sorumluluklardan kaçan, asi, şımarık biri. Sizde bu tür özellikler var mı?

Hayır, tam tersi sorumluluklardan kaçmak yerine sorumluluk alan biriyim. Çok asi değilimdir. Ama Burak’ın şu özelliğini seviyorum. Adam başına buyruk yaşıyor, çok rahat. Hiçbir sorumluluğu yok. Derdi yok, tasası yok. Nerde akşam orda sabah… Para sorunu yok. Çok lüks evlerde oturuyor, pahalı arabalar… Bunları görünce diyorsun ki ‘Vay be! Böyle hayatlar da var.’ Belki zor, belki yanlış ama böyle hayatlar da ne yazık ki var.

“BEN KADINLARA ‘BURAK’ GİBİ YAKLAŞAMAM!”

Zaten oyunculuğu çekici kılan nedenlerden biri de bu olsa gerek. Yani yapamadıklarınızı roller sayesinde yaşamak…

Kesinlikle… Olmadığın birini oynamak… O çok keyifli bir şey. Hayatında yapamadığın şeyleri rolle yapmak başka bir şey. Mesela, Burak’ın kadınlara yaklaşması… Ben öyle yapamam mesela. Hani televizyonda görüyorsun ‘Noluyor yaa… Aaa bu muymuş? Ya da ‘Kadına böyle yaklaşılır mı?’ diyorsun.

Kendinde olmayan başka özellikleri canlandırmak insana neler düşündürüyor? Neler katıyor?

Bakıyorsun… Böyle yaşasam, böyle bir kültürden gelmiş olsam, böyle şımartılsam ben de böyle olabilirim diyorsun. Burak, gerçekten şımartılmış, çok rahat yetişmiş, vs… Gerçek hayatla yüzleşmesi engellenmiş.

“KOLAY KOLAY KİMSEYİ ALDATMAM”

Mert’in Burak’tan ayrılan yönleri neler?

Kolay kolay hiç kimseyi aldatmam, insanları yarı yolda bırakmam, insanların hayatlarıyla bu kadar oynamam, Burak’ın Melek’e yaptığı gibi. Böyle anlık şeyler yaşamam. Ben anlık değil, gerçekçi ve daha uzun vadeli düşünürüm.

“BİZ SİZE GICIK OLUYORUZ!”

İnsanlar nasıl tepki veriyorlar sizi gördüklerinde? Ne diyorlar ve niye kızıyorlar daha çok?

Melek’i bırakmış olmama… Ama geçen gün şöyle ilginç bir şey oldu. Bankaya gitmiştim, üç kızdan bir tanesi ‘Ay biz size gıcık oluyoruz!’ dediler. (Kahkahalar…)

Genelde ‘Ailecek sizi seviyoruz’ derler ya, bu kez ilginç bir yorum olmuş gerçekten.

Aynen… Ama görsen, nasıl sevinerek söylüyorlar. ‘Teşekkür ederim’ dedim ben de.

Gelelim rol aldığınız tiyatro oyununa. ‘Testosteron’ Siz, Metin Coşkun, Emre Karayel, Fırat Tanış, İnan Ulaş Torun, Timur Acar ve Tuna Kırlı rol alıyorsunuz. Nasıl kimlikle karşımıza çıkacaksınız bu kez oyunda?

Gazeteci Tretyn’i canlandırıyorum. Magazin gazetecisi, nerde sansasyon varsa ona yönelen, ‘bir kelimeden başka türlü nasıl anlam çıkarabilirim’ diye düşünen bir gazeteci…

Oyunun konusu da kadın – erkek ilişkileri…

Evet… Erkekler arasında kadın konusu… Erkeğin kadına bakışı… Hayatında var olan kadınları nasıl gördüklerini anlatıyor. Aslında kadının, erkeğin hayatındaki yeri… Bir de kadın her yönden ele alınıyor oyunda. Medyatik, biyolojik, toplumsal… Komik bir şekilde…

Erkeklerin ipliğini pazara çıkarıyorsunuz diyebilirim. (Kahkahalar…)

Erkeklerin dünyası… Erkek olmanın ne kadar zor olduğunu, aslında hatanın nerde başladığını anlatıyoruz. Bir yandan da erkeklerin kadınlara bakışını…

“ERKEKLER DOĞURAMADIĞI İÇİN KADINLARI CİNSEL OBJE OLARAK GÖRÜYORLAR!”

Erkekler kadınları neden cinsel obje olarak görüyor?

Oyun tam da bunu irdeliyor. Kadınları neden cinsel obje olarak görüyor erkekler? Bunun nedeni çok basit ve çok açık aslında. Erkeklerin doğurganlık özellikleri olmadığı için!

Bunun temelinde, yani kadınları cinsel obje olarak görme konusunda ‘erkekliğin doğası’ diye savundukları o olgu mu var? Yoksa başka bir sebep mi…

Hem erkeğin doğasında var hem de şu, bir kadın çocuk dünyaya getirebiliyor. Evet erkekler her şeye sahip olabiliyorlar. Yönetici oluyorlar, fabrikalar kuruyorlar. Başarılar kazanıyorlar, para kazanıyorlar, güç sahibi oluyorlar. Ama doğuramadıkları için de kadınları cinsel obje olarak görmekten vazgeçmiyorlar, vazgeçemiyorlar.

İlginç…

Doğurganlık özelliği kadında olup erkekte olmayınca… Erkek ne yaparsa yapsın, bu anlamda yani doğurganlık anlamında yoktan var edemiyor. Ama kadında öyle değil. Hatta öyle ki, kadınlar yakın gelecekte erkeğe hiç ihtiyaç duymadan çocuk sahibi de olabilecek. Bu, daha da beter bir kaygı yaşatıyordur birçok erkeğe.

“Oyunculuk bir laboratuvar. Bir yaşam biçimi ve sonsuz bir şey” diyorsunuz Peki ne tür deneyler yapıyorsunuz? Yani oyunculuğunuzu nasıl ve nelerle besliyorsunuz?

Gözlemle… İnsanları ve olayları gözlemleyerek… Bazen bilinçli bazen de farkında olmadan…

Detaycı bir yapınız var gibi. Detaycı ama sabırsız…

Evet aynen… Çok sabırsızım. Bir şey olacaksa hemen olsun isterim. Neyi istiyorsam onun üstüne giderim.

“CASUS OLMAK İSTİYORUM!”

Ankara Devlet Tiyatrosu’nda; ‘Suç ve Ceza, Şeyh Bedrettin, Palyaço Prens, Atları da vururlar’ adlı oyunlarda, İstanbul’a geldiğinizde de ‘Hırçın Kız’ oyununda rol aldınız. Geçen yıl ‘Hayattan Korkma’ filminde rol aldınız. Şimdi de ‘Binbir Gece’ dizisiyle ekranlarımızdasınız. Dizi oyunculuğunuzun yanı sıra yeni oyun ‘Testosteron’la tiyatro sahnelerindesiniz. Bundan sonra neler yapmak istiyorsunuz?

Sinema yapmak istiyorum. Sinema, tiyatro… Oyunculuğumu geliştirmek, iyi roller oynamak... Oynamak istediğim çok rol var.

Mesela…

Bir casusu canlandırmayı isterdim mesela. Aksiyon türündeki kurguların olduğu filmlerde rol almak isterdim. Derinliği olan karakterleri canlandırmayı istiyorum. Hem oyunculuğumu geliştireceğini hem de derinliği olan rolleri canlandırmanın keyifli olacağını düşünüyorum

“SEYİRCİ ROLÜMÜ ANLIYORSA BAŞARI BUDUR!”

'Hırçın Kız' oyunundaki ‘Tranio’ rolünüzle 2006 yılında ‘Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü'ne layık görüldünüz. Nedir başarı kıstasınız…

Başarı benim için, karşılık bulmaktır. Yaptığım işin karşı tarafa geçmesi demektir. Yaptığım iş karşı tarafa geçiyor ve seviliyorsa, seyirci anlıyorsa başarı budur benim için. Oynadığınız bir rol ya da yaptığınız bir iş seyirciye geçmiyorsa başarısızlıktır o.
Kaynak: Hürriyet Magazin

medyadan

BlogcuZade Master