sanatcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sanatcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ağustos 2009 Perşembe

İlişkilerde erkekler ne söylese boş

"İlişkilerde erkekler ne söylese boş!"

Melike BİRGÖLGE / mbirgolge@hurriyet.com.tr 29 Haziran 2009
İlişkilerde erkekler ne söylese boş!

En çok izlenen dizilerin başında gelen Aşk-ı Memnu’daki canlandırdığı ‘Nihat’ karakteriyle dikkatleri çeken İlker Kızmaz’la yaptığımız keyifli röportaj…

Milyonlarca izleyici sizi Aşk-ı Memnu dizisindeki Nihat karakteriyle tanıdı. Kimdir Nihat’a hayat veren İlker Kızmaz?
1975 yılında İzmir'de doğdum. Okul hayatım İzmir'de geçti. Liseden mezun olduğum Cuma gününün ertesi günü çalışmaya başladım. Bir daha da durmadım. Çalışırken aynı zamanda yüksek öğrenimimi tamamladım. Bir çok değişik iş yaptım.

Hangi işlerde…
Torna tesviye, nakliye, döşemelik kumaş satışı, tezgahtarlık… Bunların arasında beden gücü gerektiren zor işler de vardı. İnsanlarla uğraşmamı gerektiren, onları sevk ve idare etmem gereken işler de vardı. Ama ilkokuldan beri tiyatrodan hiç kopmadım. Bir şekilde hep içinde oldum. Son beş yıldır da İstanbul’da yaşıyorum.

‘Aşk-ı Memnu’ya dahil olmadan önce neler yapıyordunuz?
Diziden önce Levent Semerci'nin yönettiği İlker Altınay ve Hakan Evrensel'in senaryosunu yazdığı ‘Nefes’ isimli bir sinema filminde rol aldım. Filmin çekimi için bir buçuk yıl kadar Antalya'daydım.

“İZMİR’İ TERKETMEK BÜYÜK CESARET!”

Ondan önce de ‘Candan Öte, Duvar’ gibi birkaç dizi projesinde yer aldınız. Peki, 2004 yılında İzmir’den İstanbul’a yerleşmeniz hangi vesileyle…
Hep istiyordum zaten. Ömrümün geri kalanını oyunculuk yaparak İstanbul'da geçirmeyi... Ama bunun doğru zamanının gelip gelmediğini kestiremiyordum. İzmir'de yaşayanlar da bilirler, oradan çıkıp başka bir şehre yerleşmek için çok büyük sebeplerinizin ya da çok büyük hedeflerinizin olması lazım. Yani İzmir gibi bir şehri terk ediyorsanız hedeflerinize giden yolun yarısını kat ettiniz demektir. Büyük cesaret… (Gülüyor)

Alaylı oyunculardansınız. Nasıl başladınız oyunculuğa?
Ben daha ilkokul birinci sınıftayken 23 Nisan günü törene çıkacak üst sınıflardan bir çocuk hastalanınca çok sevdiğim öğretmenim Asiye Menteş bir saat içinde bana bir tekerleme ezberletip beni sahneye itip kaçtı. (Gülüyor) Yanımda Fikri diye arkadaşım daha vardı aynı kaderi paylaşan… O günden sonra Fikri ile beraber törenden törene koşup durduk. O saatten sonra nerede şiir, şarkı ya da müsamere varsa "İlker, Fikri gelin oğlum bu yapılacak. Hadi koçlarım, göreyim sizi" deyip liseye kadar bizi her türlü organizasyonda görevlendirdiler.

“REKLAM DEYİP GEÇMEMEK LAZIM!”

Dizilerden önce reklamlarda da rol almışsınız. Neler kaldı size reklam çekimlerinden?
Çok fazla reklam çekmedim. Taş çatlasın dört beş tane reklamım oldu. Ne kaldı geriye derseniz zor zamanları geçirmek için biraz para bir sonraki iş için biraz tecrübe… Çekim esnasında tanıştığım ve büyük ihtimalle ileride bir şekilde yollarımızın tekrar kesişeceği çok önemli insanlar… Hatta Formula1 tanıtım filminde beraber çalıştığımız Şenol Altun'la daha sonra ‘Nefes’ filminin setinde de karşılaştık. Bir buçuk senemiz beraber geçti. Kendisinin ilk başından sonuna kadar çok yardımı dokunmuştur bana. Çevrede güvendiğin tanıdık birinin olması güzel bir duygu. Reklam deyip geçmemek lazım.

Canlandırdığınız Nihat karakteri size geldiğinde neydi bu rolü kabul etmeniz konusunda sizi cezbeden? Hangi özellikleri…
‘Nihat' karakterinden önce yapımcımız Kerem Çatay'ın ve yönetmenimiz Hilal Saral'ın tutumu, yaklaşımı, samimiyeti cezbetti beni. Bana ‘Süleyman Efendi'yi oyna’ deselerdi ona da ‘Hayır’ diyemezdim herhalde. (Gülüyor) Biz diziye başlarken bir takım kodlar verildi Nihat ile ilgili bana.

Karakteri aklınızda analiz edebilmeniz için…
Aynen… Üzerinde düşünmem gereken ipuçları… Peyker'i seven… Ki o zaman karısı değildi. Onun için birçok şeyi feda edebilecek saf bir aşkı olan ama dışardan sürekli müdahaleye uğrayan baba merkezli bir adamdı Nihat. Ama zaman içinde çok iyi bir eş, çok iyi bir baba profili çıktı. Bu yönü de hayli keyifli oldu.

İLK ÇEKİMDE ŞAŞKINLIKTAN NE YAPACAĞIMI BİLEMEDİM!

Dizinin ilk çekiminde zorlanmışsınız. Neden?
Aslında zorlanmak denemez ama ilk gün olması nedeniyle hepimizde bir heyecan, bir telaş vardı. Çünkü dizinin ilk sahnesi, ilk planı çekilecekti ve o plan benim tek başıma olduğum bir plan idi. Kayıt deyip başladık. Sahne çekildi ve Hilal Hanım ‘Kes’ der demez iyi mi oldu kötü mü oldu diye etrafa bakarken birden bir alkış kıyamet koptu. Ben daha ilk sahnenin şaşkınlığını atamadan ortalık yıkılıyordu. Öylesine şaşırdım ki ne yapacağımı bilemedim. Sonradan anladım ki ilk plan çekildikten sonra adettenmiş alkışlanıp tebrik edilirmiş. (Gülüyor) İlk defa böyle bir an yaşadım ama hayatım boyunca unutamam sanırım.

“AİLEM VE ARKADAŞLARIM MÜTEVAZI YAŞAYAN, KALENDER İNSANLAR!

Nihat karısına aşık ama onun ve kendi ailesinin çekişmelerinin arasında sıkışmış biri. Ki toplumumuzda bu çekişme arasında kalan çok kişi var. Siz kendi hayatınızda böyle bir durumla karşılaşsanız nasıl tepki verirsiniz?
Hayat çok acayip! Her gün başka bir şey için şaşırıyoruz. Bu benim başıma gelmez dediğimiz her şeyde bizim ya da yakınlarımızın başına geliyor bir şekilde. Nihat'ın da başına gelmeyen kalmadı. Tabi bu arada daha da iyi günleri bunlar. Ama benim başıma bunlar gelse ne yapardım bilmiyorum. Çünkü şartlar değişik. Benim ailem ve arkadaşlarım mütevazı yaşayan, kalender insanlar. İşler bu kadar ayyuka çıkmadan her şey tatlıya bağlanır bir şekilde.

“FİRDEVS'ÇİLER BİHTER’İ ELEŞTİRİYOR, BİHTER'CİLER DE FİRDEVS’İ…”

Bunu yani izleyicilerin, dizinizi futbol takımı tutar gibi izlediklerini ‘Aşk-ı Memnu’ da daha sık görebiliyoruz. Firdevs'çiler Bihter’i eleştiriyor, Bihter'ciler de Firdevs’i… Sevdikleri karakterleri savunmalarını, karşısındaki karakterleri ise eleştirmelerini neye bağlıyorsunuz?
Herhalde kendine yakın gelen karakteri izleyip kendi zaafını onda yakalamak, yapamadığı şeyleri onun yapmasını izlemek ya da kendi giydiği kıyafeti onun üstünde de görmek karakterle arasında duygusal bir bağ kurulmasını sağlıyor. Mesela Firdevs'çiler Bihter’i eleştiriyor, Bihter'ciler de Firdevs’i… Erkekler Alex mi Hagi mi diye tartışırken bayanlarda Adnan mı Behlül mü diye tartışıyorlar. (Kahkahalar…)

Ya seyircilerin, oyuncuları canlandırdıkları karakterle birebir özdeşleştirmeleri konusunda neler söyleyeceksiniz? Günlük hayatınızda gördüklerinde rolünüzdeki kişi gibi davranmalarını neye…

Onlar işe kendini kaptıranlar. İnandırıyoruz demek ki! (Gülüyor)

“BASTIĞIN YERİ HİSSET, BAKTIĞIN YERİ GÖR!”

Oyunculuğunuzu nelerle besliyorsunuz?
Beslemek, aç kalmak susuz kalmak gibi ihtiyaçlar olduğunu düşünmüyorum oyunculuk açısından. Dün kötü oynadım; biraz kitap okuyayım, tiyatroya gideyim, bir film izleyeyim besleneyim de bugün toparlanayım, daha iyi oynayayım diye bir şey olmuyordur herhalde. Ama insan olarak beslenmemiz gereken o kadar çok şey var ki... Okumak, izlemek, gezmek, görmek, yaşamak daha milyon tane şey... Bahçeşehir Üniversitesi'nde Hazal Selçuk bizim hocamız idi. Farkındalığımızı arttırmak için hep söylediği ve sürekli tekrarladığı bir şey vardı. ‘Nefes al, nefes ver. Bastığın yeri hisset, baktığın yeri gör'' Farkındalığımızı hep yüksek tuttuğumuz zaman çevremizdeki olayların, insanların, ülkeyi yönetenlerin, yazılan kitapların, çekilen filmlerin, oynanan oyunların, gökyüzünün renginin, arkadaşımızın saçının renginin farkında olduğumuz zaman zaten insan olarak besleniyoruz. Daha bu yolda belki toplu iğne ucu kadar ilerlemiş bir insan olarak ben oyuncunun beslenme çantası da faklı değildir diye düşünüyorum.

“ERKEKLER OLMADAN KADINLAR, KADINLAR OLMADAN ERKEKLER YOK!”

İzmir’in kızlarının, güzelliklerini İzmir’in erkeklerine borçlu olduğunu söylüyorsunuz. Nasıl yani? Niye erkeklere borçlular?
İzmir'de böyle bir alacak verecek durumu olduğunu sanmıyorum. Herkes hesabını kapatmış orada, defterler kapanmış. (Kahkahalar…) ‘Ben daha güzelim sen de fena değilsin’ gibi bir şey yok. Şehir güzel, herkes güzel herkesin yüzü gülüyor. Herkes samimi, şartlar elverdiği ölçüde de mutlu. Erkekler olmadan kadınlar, kadınlar olmadan erkekler yok! Ying yang (Gülüyor)

“Kız meselelerinde acemiyim. Bu konuları çok da konuşamıyorum, utanıyorum.” diyorsunuz. Neden?
Aslında konuşurum tabii, neden konuşmayayım. Ama bunlar insana özel şeyler olduğu için herkesle paylaşmaktan hoşlanmam. Sıkılırım başkasını da sıkarım.

“OKULU AŞIK OLDUĞUM KIZ SAYESİNDE BİTİRDİM!”

Aşık olunca neler değişir İlker Kızmaz’da? Nasıl yaşarsınız aşkı?
Sabah kalkışınız oturuşunuz yürüyüşünüz, nefes alışınız her şeyiniz değişir. İlk yaşadığım aşk kadar olmasa da hayatımın yüzde 80'ini etkiler.

İlk aşkınız…
İlk defa ilkokulda aşık olmuştum ben. Kızın çantasına hangi akla hizmetse sakız, çikolata koyardım ders aralarında. Gece yatarken sabah kalkınca ilk düşündüğüm şey o olurdu. Okula bile onu görmeye gidiyordum diyebilirim. İlkokulu, ortaokulu bitirdiysem o kız sayesinde. (Gülüyor)

“NE KENDİMİN NE DE ARKADAŞLARIMIN GEÇMİŞİNİ ASLA UNUTMAM!”

Anılarınızı saklamayı seviyormuşsunuz. İlkokuldaki hatıra defteriniz bile duruyormuş. Birçok insan geçmişi unutmayı tercih eder. Sakladığınız bazı anılar acıtmıyor mu sizi?
Geçmişi unutmamak, belleğimi diri tutmak benim en önemli düsturlarımdandır. Kendim için ailem için arkadaşlarım için yarını bugünden daha iyi hale getirebilmek adına dünü unutmamam gerekiyor diye düşünüyorum. Ne kendimin ne de arkadaşlarımın geçmişini asla unutmam.

“KADINLARIN İLİŞKİ ANLAYIŞI İNANILMAZ DEĞİŞTİ! ERKEKLER ARTIK NE SÖYLESE BOŞ!”

“Issız Adam çıktı, mertlik bozuldu” diyorsunuz. Neden?
Çünkü son dönemde kadınların ilişki anlayışı inanılmaz değişti. Erkekler artık ne söylese boş. İlişki kötüye gitmiyor olsa dahi yaşanan en ufak tartışmada ‘Issız Adam’ etiketi erkeğe yapıştırılıyor.

Kadınların ilişkiye bakışının inanılmaz değiştiğini söylüyorsunuz. Nasıl yani, ne yönde bu değişiklikler?
Lisedeyken kız arkadaşımın elini tutabilmek yan yana yürümek, Kordon’da bir yere oturamadığımız için bankta oturup sohbet edebilmek bile başlı başına bir ilişki sayılırdı. Ve inanın çok acayip bir zaman gerektiriyordu kızın elini tutabilmek bile! Bir de şimdiki ilişkileri düşünün. Başka bir şey söylemeye gerek bile yok.

29 Ekim’de gösterime girecek olan ‘Nefes’ adlı film çok önemli sizin için. Biraz bu filmden bahseder misiniz?
Bir reklam görüşmesi için reklam şirketine gitmiştim. Orada yönetmenimiz Levent Semerci ile tanıştım. Deneme çekiminden sonra “Bir film çekeceğim, seni de oynatacağım” dedi. “Beş dakikalık görüntünü getir bana, ne yaparsan yap beş dakika içinde” dedi. Aradan zaman geçti yine bir gün şirketin önünden geçerken yönetmen yardımcımız Hande Türkel kolumdan çekip “Gel bakim sen buraya hani senin beş dakikalık görüntün, çabuk geç stüdyoya beş dakika konuşacaksın kameraya” dedi. Apar topar girdik, o kamerayı açtı ve kaçtı gitti. Aradan iki sene falan geçti sanırım. Bir gün Hande aradı. ‘Biz başlıyoruz projeye ne durumdasın?’ dedi. Uçarak gittim tabi. Toplantılar, deneme çekimi falan derken sekiz on kere bir araya geldik. Sonunda otuz beş kişilik falan bir kadro seçildi. O şanslı insanlardan biri de bendim.

Peki filmin hikayesi…
Film Kuzey Irak operasyonu sırasında sınırda bulunan bir role istasyonunu korumak için görevlendirilen 30 komandonun hikayesini anlatıyor. Yönetmenimiz Levent Semerci, yardımcıları Hande Türkel, Barış Kaya senaristleri Hakan Evrensel, İlker Altınay oyuncuları da burada ismini tek tek sayamayacağım on numara insanlar.

Çekimden önce, tüm oyuncular, iki ay boyunca eğitim almışsınız. Nasıl geçti o askeri eğitim süreci?
Normal bir komando eri acemilik dönemimde ne yapıyorsa aynılarını yapmaya çalıştık. Onlar kadar ağır geçmemiştir mutlaka ama yakın olduğuna eminim. Çok iyi askeri danışmanlarımız vardı başımızda. Bildikleri birçok şeyi bizimle paylaştılar, bize öğrettiler. Botları kardan korumayı, yağmurda ateş yakmayı, gece karanlıkta görünmeyen alevi, yaralı taşımayı birbirlerine hayatını emanet ettikleri bir takım olmayı. Hiç birimiz o kışlaya girdiğimiz gibi çıkmadık, olgunlaştık ve büyüdük. Levent Semerci bizi asker yaptı, birbirimize kenetledi bıraktı, sonra da filmimizi çekti. Film esnasında kimse ‘Silahı böyle tut, MG 3 böyle çalışır, şarjör böyle değişir’ demedi. Bize zaten öğretmişlerdi biliyorduk.

“NEFES FİLMİ HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI!”

Kariyerinizde dönüm noktası olacak diyebilir misiniz bu film için?
Filmin bana kattığı şeyleri sadece kariyerimde dönüm noktası oldu diye özetlemek benim için çok yetersiz ve film için de büyük haksızlık olurdu herhalde. Hayatımın dönüm noktası oldu diyebilirim.

Dizilerde rol alan çoğu oyuncu, sinema için “Bambaşka bir şey” der. Siz de öyle… Nedir sizce sinemayı bu kadar büyülü yapan?
Bu benim ilk sinema filmim o yüzden bu duyguları ilk defa yaşıyorum. Dizi veya tiyatro bambaşka bir haz kesinlikle. Ama Levent Semerci başta olmak üzere bütün ‘Nefes’ ekibiyle oyuncusundan asistanına arkamızı toparlayan, çayımızı kahvaltımızı hazırlayan kişiye kadar bu ekipteki herkesle her zaman içinde ne olarak yer aldığıma bakmaksızın her işi yapabilirim.

Binicilikle ilgileniyorsunuz. Bunun yanı sıra uzun yıllar aikido yapmışsınız. Neden aikido… Nerden bu merak…
Yapı olarak asabi veya çok şiddete meyilli biri değilimdir. Ama uzak doğu sporlarına da küçüklükten beri bir ilgim vardı. Araştırdım ve içlerinden bana en yakın ve en uygun olarak Aikido’yu keşfettim. İzmir’de çok da iyi hocalarım vardı. Normalde günlük bir saat olan idmanın dışında üç saat daha ekstradan çalıştım hocalarımla. Sonra onlara ders esnasında ‘Ukemi’lik yaptım. Yani teknik yapılırken dayak yiyen adam. Japonya'daki diğer savaş sanatları gibi Aikido sadece kendini korumak için değil aynı zamanda ruhsal gelişim için de bir öğretidir. Ai: birleşme, uyum - ki; yaşam gücü, ruh - do: yol demektir bir bütün olarak da anlamı ‘Yaşam Gücü İle Bütünleşme Yolu’dur. Aikido’nun felsefesi insanın kendi yaşam gücünü geliştirmekten ibarettir. Çok teknik terim kullanmadan anlatayım. Aikido’da ilk önce dayak atmadan dayak yememeyi öğrenirsiniz. Daha sonra rakibin kendi gücüyle doğru orantılı olarak ve onun gücünü kullanarak belli

tekniklerle onu etkisiz hale getirmeyi öğrenirsiniz.

Dizide ne kadar kararsız ve arada kalsanız da gerçek hayatınızda ne istediğinizi biliyorsunuz. Yapmak istedikleriniz arasında neler var?
Kalıcı bir şeylere hizmet eden söyleyecek sözleri olan, anlatılacak derdi olan işler yapabilmek. Kendi hayallerimi gerçekleştirirken hayallerini gerçekleştirmek isteyen insanlara da faydalı olabilmek…

7 Şubat 2008 Perşembe

Tolga Çevik Röportaj

Komedyen olmak tiyatro kökeni ve adap gerektirir



Yeşim ÇOBANKENT Fotoğraflar: Boğaç DALKIRAN-Semih KANMAZ

Komedyen olmak tiyatro kökeni ve adap gerektirir "Komedi Dükkanı"nda Salih Kalyon ile beraber doğaçlama performans sunan Tolga Çevik, Elle dergisine konuştu.

Formatını kendi yarattığı "Komedi Dükkanı"nda Salih Kalyon ile beraber doğaçlama performans sunan Tolga Çevik, Elle dergisine konuştu.Kendilerini canlı olarak izlemek isteyenlerin sıraya girdiğini söyleyen Çevik, "13 bin kişi bizi izlemek için sırada bekliyor. Dubai’den gelenler, yurtdışından gelişini programa denk getirmeye çalışanlar da var" dedi.

"Avrupa Yakası"nın Sacit’i Tolga Çevik, bir süredir de TV8’de yayınlanan "Komedi Dükkanı" ile gündemde... Formatını kendi yarattığı bu programda Salih Kalyon ile birinci sınıf doğaçlama bir performans sunan oyuncu, Elle dergisine verdiği röportajda "Şu an 13 bin kişi bizi izlemek için sırada bekliyor" dedi.

"Avrupa Yakası" ve "Komedi Dükkanı". İkisi bir arada nasıl yürüyor?

- "Komedi Dükkanı" benim bulduğum bir format olduğu için benim üzerime kurulu. Diğeri takım oyunu. Bir hamur olmak ve üsluba uymak zorundasınız. "Avrupa Yakası"nda antreman yapıyorum, "Komedi Dükkanı"nda kendi maçıma çıkıyorum.

"Komedi Dükkanı"nda kendinizle çok fena dalga geçiyorsunuz. Bu yeni nesil Türk komiklerinin pek girmediği bir alan...

- Sahnede olmak için zeki bir insan olmalısınız. Zeki adam sahnede ne yapacağını bilir. Bulduğumuz formatta iki tane zeki adamı bir araya getirip sahnede gerizekalıyı oynatıyoruz. Seyirci seyrederken bizim gerizekalı olduğumuzu sanmasın diye de bir üçüncü kişi olarak yönetmenin dış sesine yer veriyoruz. İlk 12 bölümde seyirci, "Bu herifler ne kadar salak" diye düşünürken şimdi bizim arkamıza geçti.

Sizi tiyatro sahnesinde izleyen küçük grupla sıcak bir ilişkiniz var. İkinci grupsa bu programı evlerinde beyazcamdan izleyenler. Dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

- Sahnede dibimize gelen seyirciyle evdeki seyirci arasında bir bağ kuruyoruz. Oyuna gelen seyirciyi öyle bir çıldırtıyoruz ki, televizyon başındaki "Biz de gidelim şunları izlemeye" diyor. Bütün derdimiz o zaten, çünkü ben de seyirci görmek istiyorum. Tiyatro kökenli olduğum için sadece kameraya bakmak bana o kadar zevk vermiyor. Formatı denemek için piyasadaki arkadaşları seyirci olarak getirdik ve 64 kişilik bir salonda çektik ilk kez. Seyirciler ikinci programdan itibaren bilet almak istedi ve şu an 13 bin kişi sırada bekliyor. Dubai’den gelenler, yurtdışından gelişini programa denk getirmeye çalışanlar... Yakında dünya turnesine de çıkacağız. İnsanlar programı yabancı arkadaşlarına da seyrettiriyorlar ve anlamadıkları halde çok güldüklerini söyleyen yabancı lisanda mail’ler geliyor. Charlie Chaplin durumu yani.

/_newsimages/4915254.jpg Siz ne kadar eğleniyorsunuz program esnasında?

- Çoook. Benim hayatım bu. 12 yıldır bu işteyim ve en çok inandığım şeyi yapıyorum. Türk sinemasında Ses Dergisi yarışmasında star olan birinden komedyen çıktı mı? Hayır. Komedyen olmak tiyatro kökeni ve adap gerektirir. Sadece kameraya bakarak oynayan insanlar burunları havada gezer, çünkü hiçbir zaman seyircinin gözüne bakmamışlardır. Oysa tiyatro adabınız varsa, seyircinin sizi sevişini, sevmeyişini yaşadıysanız, bu işin matematiğini çözersiniz.

Oyunculuk skalanız epey geniş. Trajedi ve dram oynarken neden komediyi seçtiniz?

- Programdan salondaki seyirciyi çıkarın, herkes halimize ağlar. Durumun komediyle hiç ilgisi yok, gerçekten çok acıklı iki insan var. Bir tanesi 65, diğeri 35 yaşında hiçbir şey olamamış iki zavallı. İnatla da bir şeyler yapmaya çalışan, "loser" iki insan... Ayrıca hayatımda çocuklarımın olduğu ve rahatlamak istediğim bir dönem. Benden komik şeyler görsünler ve içleri açılsın. Sonra ne yaptığımı anladıkları zaman belki tekrar drama dönerim.

Amerika’da tiyatro eğitimi almak sizi nasıl etkiledi?

- Burada konservatuvarı kazanamadım. Bizdeki sistem çok saçma, zaten iyi oynayabilecek adam niye gitsin ki okula? Amerika’daysa sizdeki hamuru görürler ve öğrenmeyi öğrenirsin. Türkiye’de oyuncular hocasından ayrılınca topal olur. Sahnede ya ağlar gibi yaparsın ya da gerçekten ağlarsın. Ben ağlamayı seçiyorum. Gibi yaparsanız, seyirci de sizi seviyormuş gibi yapar.

Komedyenler politik espriler yapardı. Bunun modası geçti mi artık?

- Ben 1974 doğumluyum ve apolitik bir insanım. Tek politik görüşüm: "Herşey daha güzel ve insanca olmalı!"

Peki "Komedi Dükkanı" size çok para kazandırdı mı?

- Salak değilim tabii, para kazanmıyorsam niye yapayım? Yine de trilyonlar kazanacak hale gelmek için programın miyadının dolmasını beklemeyeceğim. Bir şey üretip üzerine yatarsanız bir gerizekalı gibi yaşarsınız. Bu tembelliktir.

Başarının sırrı ailede yatar

Genç yaşta iki çocuk sahibi olmuş mazbut bir aile babası olarak, şöhretli Türk erkeği tipolojisine uymuyorsunuz.

- Şöhret çok şaka bir şeydir. Başarının sırrı ailede yatar. Aile olayını kuramamışsanız geçmiş olsun. Bizde öyle şeyler de aradılar; Beyoğlu’nda Engin Günaydın’ın evinden çıkıyorum, "Yengenin haberi var mı?" diye soruyorlar. Eşim ünlü bir aileden geliyor, ama umrunda bile değil, çünkü o taraklarda bezi yok. Onun işi benimle. Yaşıtları Bağdat Caddesi’nde gezerken o 25 yaşında iki çocukla uğraşıyor. Oğlumuz (Tan) 2,5, kızımız (Tuna) 1,5 yaşında. Yanlış bir birliktelik hayatımı altüst edebilirdi ama benimki çok doğru bir birliktelik. Şu anki durumum onun müsamahası ve özverisinin bir sonucu çünkü biz bir takımız. Benim örneğim 50 senedir evli olan Gazanfer Özcan. Bizim aile yapılarımız da bunu gerektiriyor. Sanatçılık senin işin, sanatçı yaşam tarzı filan, bıraksınlar bu işleri. Biz bayramın birinci günü onun ailesinde, ikinci günü bizim taraftayız. Bunu seviyoruz...

http://www.hurriyet.com.tr/magazin

medyadan

BlogcuZade Master