| ||
Röportaj: Ayşegül EKİNCİ | ||
Rol aldığı iki Bond macerasından 26 milyon dolar kazanan İngiliz aktörle Ayşegül Ekinci görüştü. Son James Bond Daniel Craig’e, dün vizyo- na giren serinin son filmi “Quantum of Solace”ta Ukraynalı Olga Kurylenko eşlik ediyor. Rol aldığı iki Bond macerasından 26 milyon dolar kazanan İngiliz aktörle Ayşegül Ekinci görüştü. Craig, “Favori James Bond’unuz Sean Connery, peki favori Bond kızınız kim” sorusuna şu yanıtı verdi: “Bond kızları birbirinden seksi ve hepsi farklı karakterler. ‘Quantum of Solace’taki Camille, sanki biraz dişi James Bond havasında. Ailesi gözlerinin önünde öldürüldüğü için intikam duygusuyla büyümüş ve çok korkusuz. Ama bütün Bond kızları içinde, benim favorim ise sevgilim.” - Yıllarca pek çok ünlü aktör tarafından canlandırılmasına rağmen, artık "James Bond denince akla ilk siz geliyorsunuz. Yönetmenler, sinema eleştirmenleri, James Bond hayranları sizi tüm zamanların en iyi Bond’u olarak görüyor. Bunu nasıl başardınız? Öyle görüyorsanız çok teşekkür ederim. Ben gençliğimde hep Bond filmlerini seyrederdim. Gerçekten James Bond hayranıydım. Benim favori Bond’um ise Sean Connery’ydi... Onun ardından, onun bıraktığı elektrikle bu işe yakışır - Siz çekimlerde dublör kullanmayı istemiyorsunuz. "Quantum of Solace" ise öncekinden bile daha hızlı ve bol aksiyonlu bir Bond filmi. Peki kendinizi fiziksel olarak "James Bond" karakterinin o hızlı yaşamına nasıl hazırlıyorsunuz? "Casino Royal" için neredeyse bir yıl boyunca her gün vücut geliştirme çalışmıştım. O günlerin çok faydasını gördüm. Ama "Quantum of Solace"a da farklı bir şekilde hazırlandım. Vücut geliştirmeden ziyade, bana hız ve çekimlerdeki aksiyon sahneleri için gereken çevikliği kazandıracak bir spor rejimine girdim. Filmlerde dublör kullanmamama gelince... Ben farklı bir Bond yaratmak istedim. Bugüne kadar James Bond karakterini oynayan her aktör kendi tarzını yansıttı. Benim istediğim de modern ve hızlı bir gizli ajan yaratmaktı. Eğer çekimlerde bol bol dublör kullanırsam, sonra da hiçbir şey olamamış gibi bir yerlerden çıkıp kameraya gülümsersem, bu ne kadar inandırıcı olur? Benim karakterimin inandırı olabilmesi için önce kendimi James Bond gibi hissetmem gerek. Bu sahneleri çekip, bir de yaralanınca, zaten inandırıcılık beraberinde geliyor. - Bu arada omzunuz askıya alınmış. Filmdeki aksiyon sahnelerinin azizliğine mi uğradınız? Aslında bu sorun " of Solace"dan mı, yoksa "Casino Royal"den mi, pek anlayamadık. Ama bildiğim bir tek şey var, bu iş kazasına dublör kullanmamam yol açtı. Sekiz hafta önce omzumdan ameliyat oldum, şimdi biraz ağrım var. Dinlenmem gerekiyor. Ancak filmin tanıtımları için dünya turuna çıkacağız. Nasıl dinleneceğim, bilmiyorum. - Şimdiye kadar iki James Bond filminde oynadınız, bildiğimiz kadarıyla da dört filmlik imza attınız. Böylesine fenomen haline gelmiş bir karakteri başarıyla canlandırmak, hayatınızda ne gibi değişiklikler yarattı? Evet, dört film için imza attım, ama sinema endüstrisi belli olmaz. İmzayı bir kağıt parçası üzerine atıyorsunuz, yarın her şey değişebilir. İyimser olarak bakarsak, Bond’u oymamak çok keyifli. İnanılmaz bir karakter. Bazen kendini acayip durumlara sokabiliyor. Çok gülüyorum. Hayatımda Bond’dan sonra değişen en önemli şey, gelecek güvencem oldu. Artık başımı sokacak güzel bir evim, arabam ve bankada param var. "Bunlar önemsiz" diyecek kadar aptal değilim! Bu karakterin bana kazandırdığı bir diğer şey de bol bol seyahat etme fırsatı... James Bond sayesinde neredeyse görmediğim yer kalmadı. Bunun dışında ben hayatımı alabildiğince normal yaşamaya çalışıyorum. - "Atatürk" filmiyle ilgili bazı spekülasyonlar oldu. Sizin oynayacağınız gibi haberler gündeme geldi. Bu konuda ne sonuca varıldı? Bir de aranızda fiziksel benzerlik bulanlar çok... Öyleymiş, bana da Atatürk'e benzediğimizi söylediler. Şaşırdım. Tabii ki böyle bir teklifin sunulması beni çok onurlandırdı. Atatürk benim de kahramanım. Ama söz konusu projede yer alacağım doğru değil. - Daha önceki röportajımızda ünlü modacı Rıfat Özbek’in arkadaşınız olduğundan ve sizi Türkiye’ye davet ettiğinden bahsetmiştiniz. Özellikle son yıllarda Türkiye’nin güney kıyılarına gitmek oldukça popüler. Var mı sizin de bu tip bir tatil planınız? Türkiye’yi çok beğeniyorum. Çok güzel bir ülke. Film çekimleri için birkaç yıl önce İzmir’e gitmiştim. İstanbul’u da kısa bir süreliğine de olsa gördüm. Ama ben Türkiye’ye tatil yapmak için gelmek istiyorum. Hiç iş düşünmemeliyim. İş için geldiğim zaman aynı olmuyor, o keyfi alamıyorum. - Son filme dönersek... Bu kez hayranları nasıl bir James Bond bulacaklar karşılarında?
Benim favorim kendi sevgilim - Son olarak size şunu sormak istiyorum. Bond kızları güzellikleriyle ünlüdür. Her yeni Bond hikayesinde kimin Bond kızı olacağı merakla beklenir. Favori James Bond’dunuz Sean Connery, peki favori Bond kızınız kim? Bond kızları birbirinden seksi ve hepsi farklı karakterler. "Quantum of Solace"daki Camille, sanki biraz dişi James Bond havasında... Ailesi gözlerinin önünde öldürüldüğü için intikam duygusuyla büyümüş ve çok korkusuz... Olayların içine rahatça dalıyor, kendini ölüme atabiliyor. Ama bütün Bond kızları içinde, benim favorim ise sevgilim. Kaynak:Hürriyet Magazin |
26 Kasım 2008 Çarşamba
Bond Daniel Craig’le Ropörtaj
18 Kasım 2008 Salı
Nurgül’ün yaptığı da klasik festival polemiği
| ||
Röportaj: Sinem VURAL | ||
Fadik Sevin Atasoy, arkasında durmadığı kararlar verildiğini belirtti ve ekledi. 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde jüri koltuğunda yer alan Fadik Sevin Atasoy, arkasında durmadığı kararlar verildiğini belirtti ve ekledi: "Ama konuşulan her şeyin de standart festival polemiği olduğunu bilecek kadar kafam çalışıyor. Nurgül'ün de yaptıkları klasik festival polemiği." Altın Portakal nasıl geçti? - Benim için çok iyi oldu. 16 filmi 8 günde 10’ar dakika arayla izledik. Jüri çok eğlenceliydi. İyi arkadaşlıklar kurdum. Beraber film izledik, yemek yedik... Sonrasında paket jüri olarak bizi diğer festivallere de gönderseler diye düşündük. Bizim için çok hararetli günlerdi. İlk günlerde jüri pikniği yapıp nar toplamaya gittik. Festival benim için keyifli oldu. Ödül töreninden sonra iki gün telefonumu kapatıp Antalya’da tatil yaptım. İstanbul’a gelip telefonunuzu açtınız ve... - Açmak zorundaydım, bir açtım hiç susmadı. Arayanlar sadece gazeteciler miydi yoksa sonuçları değerlendirmek isteyen yönetmen ve oyuncular da var mıydı? - Hepsi, herkes vardı. Bir arkadaşımın doğum gününe gittim, kameralar yine yakaladı. Beni gören Altın Portakal soruyor ama festival de bitti, jürilik de... Seneye ben Sheraton’dayım. Hillside’daki gecelerde lobi yapmadı mı kimse? "Filmimizi nasıl buldun" diyen yönetmen ve oyuncular çıkmadı mı? - Hiç yapmadılar. Belki de beni bildikleri içindir. Sinema salonlarında jüri koltuğundan ayağa kalkıp millete öpücük yolladığım için (gülüyor). İşimi ahlakıyla yaptığımı düşünüyorum. Kendi fikirlerimi jüri toplantılarında da söyledim. Sonuçta tek kişiyim, herkesin fikirleri çok faklı. Ortak bir fikre varmak da zor. 9 ayrı göz, 9 ayrı bakış açısı vardı orada. Kendi ahlakımca savunduğum fikirleri koydum ortaya. Bunlar ne kadar oldu, ne kadar olmadı tartışılır. Arkasında durduğum kararlar var, arkasında durmadığım kararlar var. O masada konuşulanlardın hepsi sonsuza kadar orada kalacaklar. Sonuçtan ötürü mutsuz olduğunuz oldu mu? - Sevindiklerim de üzüldüklerim de oldu. Ama ahlaken 9 jüri üyesi de tek masada oturup bu konuyu konuşmadan ben de konuşamam. Konuşulan her şeyin de standart festival polemiği olduğunu bilecek kadar kafam çalışıyor. Nurgül’ün de yaptıkları klasik festival polemiği. Sizde dizi projesi pek durmuyor. Tam gözümüz alışmışken diziden bir şekilde ayrılıyorsunuz. Bunun nedeni nedir? - "Sonbahar" ve "Dudaktan Kalbe"den ben ayrıldım. Çünkü diziden para kazanıp hemen sinema filmine ya da Amerika’daki Türk tiyatrosuna yatırıyorum. Param bittiğinde gene diziye girip para kazanıp yine aynı şekilde parayı dağıtıyorum. Amerika’daki tiyatro kazanç güdülmeyen bir tiyatro olduğu için kazandığımı oraya yatırıyorum. Mesela "Zeynep’in Sekiz Günü"nde para almadan oynadım. Zeynep’in kıyafetlerini de ben satın aldım. Türk sinemasına bir şekilde katkı yapmak istediğim için ekmek param diziler. /_np/9084/6709084.gif Türk sanatının neferi mi olmak istiyorsunuz? - Naçizane. Bir arkadaşınız hasta olsa onun için elinizden geleni yapmaz mısınız? Sinema da benim arkadaşım ve dostum. Elimden geldiğince destek olmaya çalışıyorum. FİLM İÇİN ALDIĞIM KİLOLARI VERİYORUM "Usta"nın çekimleri bitti mi? - Daha iki sahnemiz kaldı. İstanbul’da onları çekeceğiz. Şubat gibi gösterime girmesi planlanıyor. "Usta"daki karakteriniz için kilo aldığınızı söylemiştiniz... - Kara kuru Anadolu kadını olur mu? Etine, butuna dolgun olması lazım. Ben de kilo almıştım, şimdi hepsini veriyorum. Orada Orta Anadolu lehçesiyle konuşuyorum. Kocasına aşık, çocuğu olsun isteyen bir kadın. Kocası uçak yapmak hevesiyle karısını biraz ihmal ediyor. Aralarındaki aşk adam yüzünden bitmeye yüz tutarken kadın aşkını geri kazanmaya çalışıyor. Sonuçta aşk sana gelmiyorsa, sen aşka git oluyor. "Türkiye’de Türk karakter oynayamıyorum" diye bir serzenşiniz vardı... - Nihayet bir Anadolu kadını oynadım. Yeni bir teklif geldi, o da Rus. Kadrolu Rus oyuncusuyum. Tüm yabancı roller benden geçiyor (gülüyor). n Bu kadar yabancıyı oynarken, Avrupa’dan teklif gelmiyor mu? - Bağlantılarım var ve geliyor. Ama benim isteğim benim senaristim, benim yönetmenim ve Türk oyuncularla burada bir iş yapıp oraya göndermek. Türkiye’den anlattığımız bir hikayeyi evrensel bir noktaya ulaştırmak. Yoksa ben de gider orada oynarım, bu bir marifet değil ki. Önemli olan kendi hikayeni anlatabilmen. Elini attığın her yerden bir hikaye çıkıyor. Bunu evrensel bir dille anlatmaya başlasak hepimiz birlikte yurtdışına açılacağız. Kevin Spacey de Antalya’da Masterclass’ta bundan bahsediyordu... - Ben bunu bir sene önce söyledim "Hollywood’a gitmem, Hollywood bana gelsin" diye. Herkes bana güldü. Tabii ki bana gelecek. Hikaye bende, manzara bende. Şehri daha keşfetmediler ve bakir. Ama sorsan New York’un bütün sokaklarını ezbere biliriz. Diye diye bu işi yapacağım herhalde. Kevin Spacey değilim ya kimse beni dinlemiyor. Nasıl tanındığın önemli. Ben ona niye hamburger pişireyim ki, onun alasını yapıyor. Ben bir yaprak sarması, bir mantı yapınca kıymetli olurum. Tiyatro adına bu aralar neler yapıyorsunuz? - Amerika’da kurduğumuz tiyatro 7 eyalette turne yapıyor şu anda. Geldim Harbiye Açıkhava’da Chicago müzikalinden bir bölüm oynadım. "Usta"yı bitirdik, Köln’e gidip dizi çektim. Geldim Antalya’da jüriydim. Filmin kalan sahneleri ve kısa film derken uçakta görenler yanıma oturmuyordu. 2 ayda 8 ayrı karakter oynadım. Türk Sineması’nın yetenekli isimlerinden biri olduğunuz söyleniyor. Peki hiç olumsuz bir şey duydunuz mu kendinizle ilgili? - Tüm dürüstlüğümle söyleyebilirim ki: Duymaz olur muyum? Sektör küçük vallahi herkesi, her şeyi duyuyorum. Benim için ukala ve sivri dilli diyorlarmış. Artık sadece bacaklarımla oynayacağım Siz bir de kısa film projesinde yer alacakmışsınız... - Artık sadece bacaklarımla oynayacağım (gülüyor). Cannes’a gidecek kısa bir film. İsmi Red 215. Fotoğrafta kırmızının kodu. Gerçekten sadece bacaklarım oynayacak. Kadın yönetmenlerin yaptığı her işte varım. Mutlaka destek veriyorum. Sinema sektörünü erkek egemenliğinden kurtarmak lazım.
|
17 Kasım 2008 Pazartesi
Gökhan Özen’le Ropörtaj
14 Kasım 2008 Cuma
Can Dündar ile "Mustafa" filmi hakkında
| ||
Can Dündar, tartışmalar yaratan "Mustafa" filmi hakkında konuştu: Atatürk’ü anlatmakta onun kadar cesur olamadık Ölümünün 70. yılına geldik, onunla ilgili bir film yapamamış olmanın acısını çekiyordum. Bu eksikliği bir belgesel yapımcısı olarak kapatmak istedim. Hayatının belli dönemlerini zaten belgeselleştirmiştik, tüm o birikimi bir araya getiren bir proje oldu bu. Kişisel arşivler, haklı bir güven ilişkisi sayesinde açıldı. Genelkurmay Arşivi de onlardan biri. Belgeselde arşivlerin boyutu gerçekten hissedilecektir. Atatürk’ün kişisel arşivleri de açıldı, biz de onları büyük bir özenle inceledik. Bu değerli arşiv, gençlik yıllarından başlıyor, Harbiye’deki öğrencilik dönemine dek uzanıyor. ESKİ DEFTERLERDE KALBİNİN İNİLTİSİ GİZLİ O defterde hakikaten Mustafa ile karşılaşıyorsunuz. Bugün bile, yakın çevrenizden birinin ergenlik döneminde yazdıklarını bulmak özeldir, o kırılgan bir dönemdir çünkü. Kalbinin iniltilerini yazmış... Cebindeki parasının harcamalarına yetmediğinden yakınmış. Aldığı mektuplardan bazıları onu hüzünlendirmiş, kırmış, sinirlendirmiş... Tipik bir ergenlik dönemi aslında. Atatürk’ün Karlsbad’da böbrek tedavisi görürken tuttuğu günlükler var bir de... Türkiye’deki kadın ve erkeklerin, ne zaman oradaki gibi birlikte dans edip çağdaş bir şekilde eğlenebileceklerini düşünmüş. Bunun hayalini kurmuş. Şam’a gitmiş, orada da defter tutmuş. Sarıkamış facialarının etkilerini de defterlerine yazmış. Hayatına tanık olan bu defterlerin beni olduğu kadar insanları da şaşırtacağını düşünüyorum. Şu kadarını söyleyebilirim ki Atatürk’ü anlatmakta Atatürk kadar cesur olamadık. Bu ülkeyi olağanüstü koşullarda gün ışığına çıkarmış ve o dönem söylediği her söz kanun olmuş bir liderden bahsediyoruz. Atatürk’ü 20’li ve 30’lu yıllarda değerlendirmekle bugün değerlendirmek arasında ciddi bir fark var. O yıllara ait arşivler önümüze serilince şunu gördük; ona en yakın duran insanlar bile onu doğru dürüst anlatmaya cesaret edememişler. Yalnızca zaafları değil, çok sert çıkışları da olmuş. Kürt meselesi ve İslam konusunda bazı ifadelerinden zarar görebileceği düşünülmüş belki de. Önyargıyla yapılmış ertelemeler... Onları aşmak konusunda biz, bir nebze daha cesur olmaya çalıştık, ama yine de tedirginlik hissettim. MACERAPERESTLİK VE CESARETİ KARIŞTIRMAMIŞ Bandırma-Samsun yolculuğu, çok net bir şekilde Atatürk’ün hayatını ikiye ayırıyor. Müthiş hırsları olan, çağının en iyi eğitimini görmüş, kendi kuşağındakilere göre çok cesur bir adam. Fakat buna karşın Enver Paşa ve diğer İttihatçılar’a göre sınırlarını hep doğru bilmiş. Maceraperest değil. Bu iki özelliğin ne kadar önemli olduğunu ben yeni yeni kavrıyorum. Bir insanın cesur olup maceraperest olmaması inanılmaz doğrusu. Hepimiz cesur olabiliriz ama Sarıkamış’a gidip binlerce askerin ölümüne yol açabiliriz. Ya da tamamen sineriz. Bu dengeyi bulmasının en büyük başarısı olduğunu keşfediyorum. "Arkadaşlar, hayır. Olmayacaksa olmayacak" deyip çekilebilen, kendi doğduğu topraklardan vazgeçebilen bir yanı da var, vatanın toprağını korumak uğruna. Atatürk müthiş sağlığı bozuk bir adammış. Müthiş ama! Hayatı boyunca sürekli bir sağlık sorunu yaşamış, sürekli bir sıkıntı çekmiş. Gözünden yaralanıyor, gözü kapanma noktasına geliyor. Böbrek sürekli arızalı. Sürekli sancılar içinde. Son 10 yılı zaten kalp krizi vesaire... Ve bu mektuplarında görülüyor. ISTIRAPLARI ONU DAHA SAYGIDEĞER YAPIYOR Çocukluğunda bile bir uyku problemi var, böbrek tedavisi dolayısıyla sürekli sıcak su içmesi gerekiyor. Herkes zannediyor ki bu zaafları ortaya koyarsak Atatürk gücünü kaybeder. Halbuki bende tam tersi bir etki yaratıyor. Tüm o ıstırapların içinden böyle bir eser çıkarması çok daha saygıdeğer bir şey değil mi? İzleyicide de böyle bir duygu yaratacağını tahmin ediyorum. |
Asena ile yeni kasedi hakkında
| ||
Çok yakında albüm çıkaracak olan ünlü oryantal Asena, heyecanlı olduğunu söyledi. Albümde özellikle "Esmer Sevda" adlı şarkıya güvendiğini söyleyen Asena, "Senin gibi hem dans edip hem şarkı söyleyen bir Nez var, bir de Tanyeli. Nasıl buluyorsun onları" sorusuna şu yanıtı verdi: "İkisini de hiç seyretmedim hayatımda. Bizim konseptimiz bambaşka. Yorum yapamayacağım." Öncelikle albümün hayırlı olsun diyelim ve soralım: Bu da ilki gibi mi? Çünkü önceki enstrümantal olmasına rağmen şarkılı türkülü gibi lanse edilmişti. Oryantal müziklerin yer aldığı, sözsüz bir albümdü... - Evet, ilk albüm sözsüzdü ve oryantal parçalardan oluşuyordu. Mesleğimle ilgiliydi aslında. Sevdiğim parçaları tekrar çaldırmıştık ustalarımıza. İkinci albümle ilgili kararı nasıl verdin? - Üç tane şarkı var albümde. Emre Kaya diye bir arkadaşım var, kendisi hem besteci hem şarkıcı. Bir gün kahve içerken suratıma bakıp bakıp bir şeyler yazdı. Sonra "Ben sana, senin bu ruh haline şarkı yaptım" dedi. Hoşuma gitti,seslendirdim. Hayatımdaki en büyük amacım yurtdışında dans etmek olduğu için "Türkiye’de artık daha fazla ne yapabilirim?" diye düşündüm. Çünkü burada bir şeyler yapıp, yurtdışında sıfırdan başlamak istiyorum. O yüzden burada böyle bir albüm yapayım dedim. Hem ekstralara giderim, hem dans ederim, hem de şarkı söylerim diye düşündüm. Bu amaçla bu CD’yi yaptım. Dans olarak yurtdışını hedefliyorum. Hem şarkı hem dans olarak da Türkiye’de bir şeyler yapmak istiyorum. Çünkü insanların buna ihtiyacı var. O kadar çok yoruldular ki 100 bin dolarları solistlere ödemeye, her şeyi bir arada bulabilecekleri çok az sanatçı var. Belki bir Muazzez Abacı değilim ama en azından kulağı da rahatsız etmeyecek şekilde şarkı söylüyorum. Her telden şarkı söyleyen ve dans eden pek sanatçı görmedim ben. Biraz zaman alacak ama iyi olacağına inanıyorum. İnsanlar beni çok seviyor. En çok beğendiğin, tutacağına inandığın şarkılar hangileri? - Aslında "Esmer Sevda"... Ben biraz höt höt bir hatunum. Sertim yani. Çok sportif ve seksi olmayanlardan işte. Çok "kadın kadın" değilim. Bu şarkı da benim çok enteresan bir yönümü çıkardı ortaya. "Ben bu kadar duygusal mıyım?" diye düşündüm. "Dönüşü Yok" da, her şeye kafa kaldırdığım için biraz benimle ilgili bir şarkı. Hiçbir şeye dönüş yok yani! Hatırası olan, mesaj veren şarkılar mı bu şarkılar? - Lise dönemimde çok spor yapıyordum, body’ci gibiydim. Hiç erkek arkadaşım yoktu. O zamanlar birisinden çok hoşlanıyordum. Okul dışından çok güzel bir kızla nişanlıydı. Bütün okulun kızları ona aşıktı. Baktım kimse benimle çıkmıyor, bizden üst sınıfta olan o çocuğa "Abi benimle bir kere tur atar mısın okulun etrafında? Herkes dalga geçiyor benimle, kimse bakmıyor" dedim. Çocuk anladı derdimi. İki tur attı benimle zil çalana kadar. Sonra herkes geldi yanıma "Ne konuştunuz?" demeye başladı. "Ne kadar güzel fiziğin var, spor mu yapıyorsun?" dediğini söyledim çocuğun. Oysa hiç alakası yok! O çocuk esmerdi. Hep içimde esmer sevdam kaldı. İşte o çocuğu hatırladım o şarkıda. Kim bilir şimdi ne durumdadır... Batu’ydu ismi. Sağlam gemi olduğu için yakamamışsın! - Yakamadım gerçekten. Gemiye bile binemedim. Mehmet Ali Erbil’in yanında olunca onun esprileri de size geçiyor. - O bana çok şey öğretiyor. Açık söyleyeyim, hiç kitap okumam ama onun yanında olduğumdan beri her şeye ilgi duyuyorum. Beni iyi yönde etkiliyor. Onunla tanıştığımdan beri kitap okuyorum. Espriler de geçiyor tabii. O sana "Çarkıfelek"te şarkı da söyletir artık... - Çok destekliyor beni. Şarkıcılık konusunda da desteğini esirgemez benden biliyorum. En büyük pişmanlığın nedir? - Saçlarımı zamanında kesmiştim. En büyük pişmanlığım o. Kaşımın bir yerine bir arkadaşım kalem yapmak istedi. Bir de o pişmanlığım var. Düzeltemiyorum. Ama bunlar gelir geçer... - Aklınıza tahminimce ilişkiler geliyor... Ama ilişkilerde pişmanlığım yok. Ben kadere inanırım. Allah’ın yazdıklarına pişmanlık demem. NEZ VE TANYELİ’Yİ HAYATIMDA İZLEMEDİM Sesine güveniyor musun, aldığın dersler oldu mu? - Hálá ders alıyorum. Sahnede olması lazım bir şeylerin. Gözü kara olmak lazım. Günay’da çıkacağız her cuma. 15 kişi. Oryantal yapacak mısın? - Yapacağım. Sanıyorum Mehmet Ali Bey de ocak ayında başlayacak Günay’da... Senin gibi dans edip şarkı söyleyen Nez ve Tanyeli var. - İkisini de seyretmedim hayatımda. Bizim konseptimiz bambaşka. Yorum yapamayacağım. SEVGİLİM OLSA KOLUMA TAKIP GÖSTERİRİM Kalbin boş mu dolu mu? Herkes bunu merak ediyor... - Her gün evlendiriyor beni Mehmet Ali Bey. Mesela bir ara Servet (Çetin) takıldı dillere. Servet’i tanıyorum, benim arkadaşımdır. Bazen buluşur kahve içeriz. Ortak arkadaşlarımız da var. Ama Servet benim değil. Ne benim o, ne de ben onun sevgili portresiyiz. Sevgilim olsa koluma takıp "Bu benim sevgilim" derim. Cesaretliyim. Biri var mı peki? - Yedi ay önce Serhat’tan (Fafal) ayrıldım. Dört buçuk sene süren bir ilişkim oldu. İnanın kimseyle ciddi bir ilişki yaşamak istemiyorum. Yoruldum çünkü. Beraber olduğum zaman çok sahiplenirim ve o insana sadık kalırım. Bütün ilişkilerime ileride evlenecekmişim gibi bakarım. Ondan ona, ondan ona ilişkileri sevmiyorum. Çok aday var. Bakıyorum bakıyorum ama hiçbiri kalbimi çarptırmıyor. |