31 Aralık 2007 Pazartesi
25 Aralık 2007 Salı
doğa kahramanları
| ||
Gülden AYDIN - Hürriyet 22 Aralık 2007 | ||
Doğa Derneği beş yıl önce kuruldu ve önce Türkiye’nin korunması gereken 305 doğa alanının haritasını çıkardı. 2010 sonuna kadar bu alanlardan 100’üne ulaşmayı hedefledi. 2003’te bunlardan ilki olan Şanlıurfa-Birecik’te "Sıfır Yok Oluş" kampanyasını başlattı. Şimdi 20 noktada sürdürdüğü çalışmaların amacı, buradaki doğal hazineleri koruma altına almak, bir yandan da kırsal gelişim hamlesi yaratmak. O noktalarda yaşayan insanların projeye inanması, katılması çok önemli. Dernek, bir projeyi hayata geçirmeden önce oradaki en büyük mülki amir, belediye başkanı, tarım ve çevre müdürüyle bağlantı kuruyor. Sonra koruma altındaki alandan geçimini sağlayan yöre halkıyla diyaloğa giriyor. Böylece ülkenin çeşitli noktalarında belediye başkanından çobana kadar yerel önderler, kendi yaşadıkları yerlerdeki hazinelerin gönüllü bekçisi haline geliyor. Evlerini, işlerini, şehirlerini bırakıp ıssız bozkırlara taşınan proje sorumlusu Doğa Derneği üyeleri de cabası. İşte bu kahramanlardan bazıları. ERAY ÇAĞLAYAN (28, Turist rehberi) Doğa okulunda yerel korumacılar yetiştirdik Turist rehberiydim, THY’de steward olarak çalışıyordum, istifa ettim. Bir yıl Trabzon’da yaşadım. Bu proje de 2006 yazında başladı. Doğa Okulu projesiyle, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde doğayı korumaya gönül veren insanlara ulaşmaya, bölgede doğa korumacıları yetiştirmeye çalışıyoruz. Bu okulda doğa koruma yöntemlerini öğreniyorlar. Geçen yıl altısı kadın, 16 mezun verdik. Bu yıl Gürcistan’dan sekiz kişi gelecek. Doğa Okulu, 2007’de Birleşmiş Milletler’in En İyi Gençlik Uygulamaları ödülünü aldı. Bölgede nesli tehlikede olan canlıları önceden tespit etmiştik. Örneğin Posof’ta dağ horozu için ayrılmış bir yaban hayat sahası var. Geçen ekimde Gürcülerle ortak çalıştık, dünyada nesli tükenmekte olan bıldırcın kılavuzu türünü bulduk. Doğu Karadeniz, Avrupa’dan Afrika’ya giden arı şahini, kara çaylak, küçük orman kartalı, atmaca gibi süzülen kuşların en önemli göç rotalarından biri. Kaçak avcılık çok fazla ama anlattığımızda dinliyor, ilgi gösteriyorlar. Posof Belediye Başkan Yardımcısı Erdal Taşkıran en büyük destekçimiz. Rize’deki Doğu Karadeniz Kuş Gözlem Grubu da koruma çalışmalarımızı destekliyor. ESRA KARTAL (25, biyolog) Sasalı’nın çocukları kuş gözlemcisi oldu Biyoloji okudum. Bu yıl Gediz Deltası’nın korunması için 9 aydır Sasalı’da yaşıyorum. Yöre halkı, koruma ve tanıtma çalışmasına katılıyor. Kadınlar yaşadıkları alanı çok sahipleniyorlar. Ahşap boyama, bakır, seramik, takı, bilgisayar, İngilizce, kuaförlük, keçe işlemeciliği kurslarına katılıyorlar. Bir kooperatif kuracaklar. Gediz Deltası, Türkiye’deki 13 ramsardan (koruma altındaki sulak alan) biri. Farklı zamanlarda 274 tür kuşu barındırıyor. Flamingoların, tepeli pelikanların dünyadaki en önemli popülasyonu burada ürüyor. Kuş Cenneti’ne en yakın Süzbeyli Köyü’nde, küçük kerkenez kuşları var. Kara leyleklerin de kışı geçirdikleri tek alan. Kadın ve çocuklarla iletişim halindeyiz. Ortak işin meyveleri çok lezzetli. Sasalı’daki çocukların herbiri kuş gözlemcisi. Leylekleri izliyor, flamingoları sayıyorlar. Kayıt sayısının önemini bildikleri için kuşların listesini tutuyorlar. TURAN ÇETİN (30, dağcı) Bozkırlar için Urfa’ya taşındım Gaziantep Üniversitesi’nde bilgisayar okudum. Profesyonel dağcıyım. Urfa, dünyada çok nadir canlı türlerinin yaşadığı bir yer. Üçbuçuk yıldır Urfa’da yaşıyorum ve çok mutluyum. Çöl varanının yuvalarını biliyoruz. Kesip biçip incelemiyoruz, sadece var olmasını sağlıyoruz, köylülerle birlikte çalışıyoruz. Yörede çöl varanına, keçilerin memelerine yapışıp emdikleri için "keçi emen" (Kürtçede gümgümü) deniyor. Urfa bozkırlarına ilk gittiğimizde, köylüler birbuçuk metre uzunluğundaki çöl varanlarını öldürüp sonra da gururla anlatıyorlardı. Okullarda eğitim çalışması yaptık. Yılanları, tarla farelerini yiyen çöl varanının nasıl fayda getirdiğini anlattık. Aradan üç yıl geçti. Şimdi herşey değişti. Mesela Ahmet Demir, eskiden varanları öldürürken şimdi koruyucusu oldu. Fotoğrafını çekiyor, defterinde listesini tutuyor, nerede, hangi saatte gördüğünü yazıyor. Ona bir dürbün hediye ettik. Doğayı mayınla, tehditle, yasaklarla koruyamayız. Oradaki insan korur. Mesela Mikail Derin var; sırtlanları öldürmek zorundayım, koyunlarımı yiyor, diyordu. Köye iki koyun ağılı yaptık. Sırtlan köyün düşmanı olmaktan çıktı. Ahmet Aloğlu, avcıydı. Silahını bıraktı, kuşların koruyucusu oldu. NURGÜL UÇAR (47, Seyrek Belediye Başkanı) Kadınlar vefayı da ekonomiyi de daha iyi biliyor Deltanın ucundaki İzmir Kuş Cenneti Koruma Geliştirme Birliği’nin başkanıyım. 2002’den beri Kuş Cenneti’nin yöre halkının farketmesi için çaba gösteriyoruz. Birlik kurulduktan sonra yöre halkı bu alanın farkına vardı. Biz, daha fazla farkedilmesi için resim sergisi, karikatür yarışması düzenledik. İçme suyu ihtiyacımız bile yeterli bir neden sulak alanın korunması için. Bu cennetten herkesini nasip alması, sürdürülebilir turizm için çalışıyoruz. Kuş Cenneti’nde yaşayan kuşları öldürmeyip, korumak için ciddi nedenler üretmeye gayret ediyoruz. Birkaç gün önce İzmir Turizm Fuarı’ndaki standımızda 70 kursiyerin temsilcisi üç kadın, arkadaşlarının ürününü tanıtıp sattı. Amaç, satıştan çok tanınmaktı. İki aydır 35 ev kadını bilgisayar, 35 ev kadını da İngilizce kursuna gidiyor. Kadınlar vefayı, ekonomiyi de, matematiği de erkekten daha iyi biliyor. AHMET ALOĞLU (26, kahve sahibi) Attığımı vururdum şimdi iyi bir insan oldum Attığını vuran bir avcıydım. Sonra Doğa Derneği’yle ve kelaynaklarla tanıştım. 2004’te 46 taneyken bugün 105 kelaynağımız var. Nil Nehri’ne, Kızıldeniz’e gidiyorlar. Irak’tan kuluçka döneminde Birecik’e gelen göçmen kuş yedi kardeşleri ilk kez ben kayda aldım. 1999’da Birecik Barajı yapıldığı için bütün böcükler sualtında kaldı. Kimse Fırat kaplumbağasının fotoğrafını çekememişti. 2006’da her biri 30 kilo, dört Fırat kaplumbağasını çektik. Çizgili ishak kuşunun da Avrupa’da nesli tükendi. Fırat kenarındaki söğütlüklerde yaşadıklarını kayda geçirdik. Baykuşların en küçüğü, boyu 20 santim boyunda. Geçim kaynağımız oldu. Yılda çoğu yabancı 20 bin turist çizgili ishak kuşunu görmek için geliyor, beni buluyorlar rehberlik yapmak için. Şimdi iyi bir insan oldum. MİKAİL DERİN (24, Urfalı çoban) Sırtlanları benden sonra çocuklarım koruyacak Sırtlanları gözlemliyorum. Yedi yıl önce bu göreve gönüllü talip oldum. Eskiden de sırtlanları kendi kendime koruyordum. Kimseye söylemiyordum burada yaşadıklarını. Sırtlanların barınaklarıyla evimin arası 350 metre. Kimseye zararları yok, leşle besleniyorlar, karpuz kavun da yiyorlar. Yedi yıl önce daha çoklardı. Köylüler vurdu, üç tane kalmışlardı. Son iki yılda altıya çıktılar. Beni tanıyorlar. Gece evimin yanına yaklaşıyorlar. 13 koyunumu yediler ama ses çıkarmadım, olsun bir şey olmaz, dedim. Köyden benimle dalga geçenler de oluyor, iyi yapıyorsun diyen de. Sırtlanlarımız belgesellerdeki gibi vahşi, çirkin değil. Bizimkiler çok tatlı. Sırtları benekli, kulakları U şeklinde. Hepsini aftar (Kürtçe sırtlan) diye çağırıyorum. İki çocuğum var, onlar da büyüyünce aftarları koruyacaklar. |
LEGO
LEGO meğer erkek oyuncağıymış
LEGO meğer erkek oyuncağıymış LEGO İngiliz Oyuncakçılar Birliği (British Toy Association) tarafından 2000 yılında yüzyılın oyuncağı seçildi. Lego ismi Danimarkaca "leg godt" (iyi oyna) sözcüklerinin telafuzundan geliyor. Bu dilek dünyada hálá geçerliliğini koruyor görünüyor, çünkü 1932’de kurulan LEGO markası, 2007 biterken 75’inci yılını kutluyor. Bu kadar yıldır değişmeyen bir gerçek ise, oyuncağın alıcısının yüzde 80 oranında büyük veya çocuk olsun erkekler olması!
1970’ler ve 80’lerde Türkiye’de çocuk olan herkesin bildiği, özendiği bir oyuncaktı LEGO. Bugün 12 ana grup altında toplanmış 300’e yakın ürünü var. Lego hálá halka açılmamış yüzde 100 bir Danimarka aile şirketi. 1932’de Ole Kirk Kristiansen tarafından kurulan LEGO Group’un bugünkü sabihi, kurucusunun torunu Kjeld Kirk Kristiansen. Dede Kristiansen marangozdu. Birbirine geçebilen parçalardan oluşan evler yaptı. Bu oyuncakları uzun süre üretip sattı, 1950’li yıllarda oğul Kristiansen işin başına geçti. İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada plastik modası başlamıştı. Kalıp makineleri aldı, Lego’nun plastik kalıbını yaptı. 1958 yılında bugünkü anlamda ilk Lego parçası ortaya çıktı ve tescil edildi. 2x4’lük bu ilk parçanın 6 değişik rengi üretildi.
LEGO’nun özelliği tüm parçaların birbirine geçebilir olması. 1970’lerde LEGO parçalarını bağımsız olarak bırakmak yerine, hikayeli kutular üretildi. Çiftlik, kovboylar, uzay serisi gibi modeller katıldı. 2-5 yaş grubu için düşünülen daha büyük parçalı Duplo serisi de bu yıllarda çıktı. 70’lerin sonunda Amerika pazarına girdi, 80’lerde dünyanın hemen bütün ülkelerinde satılan bir ürün haline geldi. 90’larda Lego’ya Bob The Builder karakteri, Star Wars gibi lisanslı ürünler katılmaya başlandı.
HEDİYE OLARAK GELİRDİ
Lego, 1980’li yıllarda daha çok yurtdışına gidenlerin hediye olarak getirmesiyle Türkiye’ye giriyordu. Bazı toptancılar da Avrupa’dan getirip satıyordu. O dönemlerde Türkiye’deki fiyatı mağazadan alınıp satıldığı için çok pahalıydı. 1990’ların başında Türkiye’de düzenli ofis kuruldu. İlk ürünleri de yetişkinler aldı.
2000 yılında LEGO bir karar aldı, marka bilinirliğini artırmak için ayakkabı, tekstil, kırtasiye, saat gibi alanlara girmek, lisans vermek ve bu işi geliştirmek istedi. Bu girişim 2003 yılı sonunda LEGO’yu en çok hatırlanan markalar arasında 15’incilikten 10’unculuğa kadar çıkardı ama şirketin finansman yapısını da mahvetti. Çünkü üretim merkezleri yüksek maliyetli olan İsviçre ve Danimarka’da idi. Çin’de çok küçük bazı tekstil parçalarını yaptırdılar. Artık Çek Cumhuriyeti’nde de çalışıyorlardı. 2003-2004 LEGO için kötü yıllardı. Sonunda "Markamız önemli ama biz ana işimiz olan oyuncağa geri dönüyoruz" dediler. Ve şirket ancak 2006’da tekrar kára geçti.
Ana işine dönen LEGO, absürd ürünleri eleyerek daha kolay algılanabilir içeriklere yöneldi. Oyuncakta 90’ların sonundan beri klasikten elektroniğe kayma eğilimi vardı. LEGO Mind Storm ürünü geliştirildi. Çocuklar LEGO’dan robot yapıp, kutunun içinden çıkan CD ile bir program yazıyorlar, bu programa yükledikleri hareketleri, bluetooth ile robotun içindeki çiplere atarak robotu hareket eder hale getiriyorlar. Bir robota, üç adım at, yere yat, kalk gel komutlarını gönderilebiliyor. Yani LEGO bildiğimiz LEGO olmaktan çıktı. Robotun üzerinde ses ve ışık sensörü de var. Kapı açıldığı zaman haber ver, diyebiliyorsunuz. Ya da legodan yapılan bir buldozer uzaktan kumanda ile hareket ettirilebiliyor.
BABALAR DA MERAKLI
Türkiye Temsilcisi Adore Oyuncak Genel Müdürü Esin Yürür, çocukların birbirinden farklı eğilimleri olduğunu ancak yine de erkeklerin LEGO’ya ilgisinin açık olduğunu söylüyor: "Lego yüzde 80 oranında çocukların oynadığı bir oyuncaktır. Kızlar çok eğilim göstermiyorlar. Bu yüzden çok miktarda LEGO yarışçı grubu var. LEGO’da çeşitli denemeler yapılmış, kız ürünleri geliştirimişse de klasik gruplar yani tamamen serbest parçalar dışında hiçbir zaman erkek gruplarına satıldığı kadar başarılı olmamış. İçinde prensesler şatolar olan LEGO Belville grubunu kızlar beğeniyorlar ama gerçekçi gruplara ilgi göstermiyorlar. Gerçekten de araştırmalar gösteriyor ki, kız çocuğunu rafların önüne koysanız gittiği taraf daha pembe, o tarz ürünler."
Bir de büyük çocuklar denilen grup var: "Onlara uygun olan Mindstorms, Star Wars gibi ürünler. Zaten bunlar fanatikleri olan gruplar. LEGO Technic ise daha fazla detay olan ve tamamen gerçek hayattaki birebir modelleri içeriyor. Bulldozer, Ferrari lisanslı ürünler gibi... Bunu çocuklar kadar çocukların babaları da seviyor. Bu durum genel trend, Türkiye’ye ait değil, dünyada da böyle. Üniversiteler ciddi LEGO müşterisi, çünkü öğrenciler projelerinde maketler için LEGO’yu kullanıyorlar."
22 Aralık 2007
Ayten SERİN Hürriyet
--
Türk Lego takımı Dünya Şampiyonu oldu
Türkiye'nin değişik illerinden 5 liseli öğrenciden oluşan Türk Lego Takımı, iki ayrı kupa ile Dünya Şampiyonu oldu. Öğrenciler, "Nano teknolojinin depremle ilgili önlemleri'' çalışması ile en pristijli ödül olan şampiyonluk kupası ve en iyi proje araştırması kupalarının da sahibi oldu.
Norveç'in Bodo kentinde 9-11 Mayıs arasında 26 ülkeden 66 takımın mücadele ettiği şampiyonadan lego kupalarla dönen öğrenciler, Atatürk Havalimanı'nda İstanbul Milli Eğitimi Müdürü, aileleri ve okul arkadaşları tarafından karşılandı. Teknolojide öncü ülkelerin de katıldığı şampiyonada Türkiye'yi temsil eden; Ahmetcan Musabeyoğlu, Boran Adaş, Numan Günay, Rıza Kazemi ile Tuba Merter mutluluklarını yakınları ile paylaştı.
Takım kaptanı Rıza Kazemi, First firmasının düzenlediğini First Lego Ligi'in amacının bilim ve teknolojiyi sevdirmek olduğunu anlatarak ''Şampiyona dört kategoride yapıldı. Bunlar, Nano teknoloji hakkında sunum, takım oyunu, robot hakkında teknik sunum ve robot performansı. Biz bütün dallarda da en yüksek puanı alarak şampiyon olduk'' dedi.
Milli Eğitim Müdürü Ata da, ilk Teknoloji Lisesi olarak kurulan Bahçaşehir Fen ve Teknoloji Lisesi idarecilerini, değişik illerden gelen öğrencilerden oluşturdukları takımla, Türkiye'ye zafer kazandırdıkları için kutladı.
Sabah - Haber
Cenk Mormarje
Ev tekstilinin gizli kahramanı
Ev tekstilinin gizli kahramanı Unique Art, Priapos Home, Verdi Home, Evita, Issimo ve Vakko’nun ev tekstil markalarını o yarattı. 15 yıldır bu alanda çalışıyor. Şimdi de Sarar’ın ev tekstil markası Sarev için çalışıyor. Markaya kimliğini kazandırdı ve ilk koleksiyonlarını tasarladı. Cenk Mormarje’den bahsediyoruz. Tasarım sektörünün gizli kalmış kahramanından...
Cenk Mormarje, doğma büyüme İzmirli. 9 Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi, Moda Tekstil Tasarım Bölümü’nü bitirdi. Mezun olur olmaz sektörde "Almanya’nın Vakko’su" diye tanınan bir firmanın İzmir temsilciliğinde çalışmaya başladı. İşe girdikten iki gün sonra patronu onu nakışların yaptırıldığı Denizli’ye gönderdi. Ardından Denizli’ye telefon açtı ve Cenk’e şöyle dedi: "İkinci bir emre kadar orada kalıyorsun oğulcuğum".
Günübirlik gittiğini zannederken 37 gün Denizli’de kaldı. O şirkette çalıştığı iki buçuk yıl boyunca da sürekli gidip geldi. İki buçuk yılın sonunda da bir Denizli şirketine transfer oldu. İlk işi D&D Collection adını verdiği bir havlu bornoz markası yaratmak oldu. Böylece ev tekstiline girdi ve bir daha çıkamadı. "Üç yıla yakın bir süre Denizli’de yaşadım. Şehirdeki bütün hacı anneler, hacı babalar beni tanıyınca İstanbul’a gelmem gerektiğini düşündüm. Geldim ve Unique Art, Priapos Home, Verdi Home, Evita, Issimo, Vakko gibi tanınmış firmaların ev tekstil markası oluşum süreçlerini başlattım ve ilk koleksiyonlarını hazırlayarak sektöre kazandırdım. Şimdi aynı şeyi Sarar’ın ev tekstil markası Sarev için yapıyorum."
Sarev için çalışmaya başladığından beri hayatı iki şehir arasında geçiyor. Bir evi Denizli’de, bir evi fabrikanın bulunduğu Eskişehir’de. Ayda bir iki kez İstanbul’a geldiği oluyor.
Cenk Mormarje’ye bu iş Cemalettin Sarar tarafından teklif edilmiş. İki tarafın farklı isteklerinin aynı potada erimesi altı ayı almış, sonunda anlaşmışlar: "Tasarımlar yenilikçi ve özgün. Kumaş kalitesi yüzde yüz koton. Dikiş tekniklerinde çok farklı detaylar var. En önemli özelliğimiz ise hijyen. Kullandığımız bütün kumaşlar antibakteriyel. Ailenin bir baskı fabrikası vardı. Oradaki teknik ekipmanları günün ihtiyaçları doğrultusunda kullandım."
Mormarje’nin kendisiyle "çarşafçı oldun" diye dalga geçen, birlikte tasarım okuduğu arkadaşlarına da bir cevabı var: "Ben zor olanı seçtim. Nişantaşı’nda bir atölye açıp üç tuvalet dikip, iki cilve yaparak para kazanabilirdim. Bunun yerine fabrikanın arkasındaki gizli adam olmayı tercih ettim. Ben tasarladığım bir çarşafın 10 bin tane satmasından keyif alıyorum. El havlusu 3 bin tane sipariş aldı dediklerinde havalara uçuyorum."
MORMARJE SOYADI LİSEDEN KALMA
Mormarje soyadının hiçbir anlamı yok. Çünkü ben koydum. İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken derslerde sürekli moda çizimleri yapardım. Bir gün bir arkadaşım bana "Mormarje" diye seslendi. Aslında Fransa’daki çok katlı alışveriş merkezlerine verilen Bonmarşe kelimesini söylemek istiyordu. Mormarje de güzeldi. Araştırdım, hiçbir literatürde böyle bir sözcük yok.
22 Aralık 2007
Sibel ARNA - Hürriyet
2 Aralık 2007 Pazar
Pınar Altuğ Yağmur Atacan'la nikahı
| ||
Büşra BOZOK | ||
Pınar Altuğ, nişanlısı Yağmur Atacan'la nikah masasına oturmaya hazırlanıyor. İki ay önce nişanlandığı Yağmur Atacan'la nikah masasına oturmaya hazırlanan oyuncu-sunucu Pınar Altuğ, bu sezon hiçbir projde yer almayarak ev hayatına alışmaya çalıştığını söyledi. İlkbaharda yapmayı düşündükleri nikah için hazırlıkları hızlandıran Altuğ, "Evlendiğimiz zaman da Bebek'teki evde oturacağız ama evi yeniden döşüyoruz. Günümün tamamı davetiye yazmakla geçiyor. Aslında her şey hazır. Gelinliğimi Perihan Akı hazırlıyor. Modeli bile belli ama sürpriz olsun istiyorum. Hareketli bir insan olduğum için straplez olmayacak. Düğünde üzerimden düşer" dedi. Ocak ayında yeni bir projeyle sevenlerinin karşısına çıkmayı planlayan Pınar Altuğ, "Şimdilik evde oturmanın tadını çıkarıyorum. Bir anlamda kadıncılık oynuyorum. Bol bol kek, poğaça, börek yapıyorum. Evimde vakit geçiriyorum" diye konuştu. Irene'i seslendirdi Kaynak:hurriyet-magazin |
Çocukken veteriner olmak istedim
| ||
Röportaj: Büşra BOZOK Fotoğraflar: Ülkühan ZEKİOĞLU | ||
Tüm Türkiye'nin "Canlı Canlı" programının sunucusu olarak tanıdığı Gül Gölge Saygı, magazinel simaları eleştirdi. Güzel sunucu, "Bu camiada çok fazla cahil insan var" dedi. Magazin dünyasından olabildiğince uzak kalmaya çalıştığını belirten Gül Gölge Saygı, şunları söyledi: "O kadar cahil insan var ki, bazen televizyonu bile açmak istemiyorum. O insanlarla aynı platformda nasıl yer alabilirim? Doğru dürüst insan çok az. Keşke dürüst olmayı deneseler. Her şey yalan dolan üzerine kurulu ve çok yapmacıklar." Köpeğin eğitimlerinde zorlandığınızı gördüm... - İlk defa böyle bir şey deniyorum... Hocamız Ali’den çok memnunum. Önemli olan köpeğin, eğitmenlerin değil sahibinin sözünü dinlemesi. Beş haftalık eğitimden geçen Pars’tan çok memnunum, benim komutlarımı harfiyen yerine getiriyor. Pars’ı kaç aylıkken aldınız ve neden bir Alman kurdu tercih ettiniz? - 2,5 aylıkken aldım. Alman kurdunu tercih etmemin nedeni ise asil bir duruşa sahip olması. Hayvanlara olan düşkünlüğünüzden dolayı küçükken veteriner olmak istemişsiniz, doğru mu? - Hayvanlarla birlikte büyüdüm. Evet, küçükken veteriner olmak istiyordum. O zamanlar veteriner olduğum da herkesin bana köpeğini sevdirmeye getireceğini düşünüyordum. Çocukluk işte. Genelde köpekler sahiplerinden başka kimseyi yanına yaklaştırmaz. Murat Bey bu durumu nasıl karşılıyor? - Murat (Saygı) bütün canlıları seven bir insan ama evde köpek fikri ona çok uzaktı. Benim diğer köpeğim artık çocuğum gibi, onun da sadece konuşması eksik. Eğer konuşmaya başlarsa hiç şaşırmam. Baktım Murat, onu çaktırmadan seviyor, bir şeyler veriyor, hemen Pars’ı aldım. Murat, Pars’ı da seviyor, hatta onunla birlikte yürüyüşe bile çıkıyor. Çocuk olayını biraz ertelemiş oldunuz galiba... - Çocuk sevgimizi şimdilik köpekle gideriyoruz. Evlilik nasıl gidiyor? Her şey yolunda mı? - Her şey çok güzel... Allah herkese sevdiği biriyle evlenmeyi nasip etsin. Bu çok önemli. Ben evliliğe çok sıcak bakan biri değildim ama Murat’ı tanıyınca her şey değişti. Evde günleriniz nasıl geçiyor? Murat Bey’le neler yapıyorsunuz? - Murat, saat 07.30’da kalkar. 08.30 gibi birlikte kahvaltı yaparız. O işe gider ben de okula... Akşam 18.30 gibi gelir, yemeğimizi yeriz daha sonra sinemaya gideriz. Bizim çok normal bir hayatımız var. Birbirinize zaman ayırabiliyorsunuz... - Tabii ki! Hafta sonlarını atlarımız, köpeklerimiz ve kuşlarımızla birlikte geçiriyoruz (gülüyor). Murat sporu çok seven bir insan. Her perşembe ve pazar tenise gidiyor. Pazartesi günleri ise basketbol maçı var. Ben çok fazla spor sevmiyorum. Magazin dünyasında çok boş insan var Televizyon dünyasının bir yıldızısınız ama çok fazla magazin basınında yer almıyorsunuz... - Her şey yalan neyin içinde yer alayım ki... O kadar cahil insan var ki, bazen televizyonu bile açmak istemiyorum. O insanlarla aynı platformda nasıl yer alabilirim! Mümkün değil. Magazin camiasını nasıl değerlendiriyorsunuz? - Doğru dürüst insan çok az. Keşke dürüst olmayı deneseler. Her şey yalan dolan üzerine kurulu. Sizi oyuncu olarak tanıdık ancak şu aralar dizilerde yer almıyorsunuz... - Dizi teklifleri çok geliyor. Ama dizi oyunculuğu çok meşakkatli bir iş. Setlerin saati belli olmuyor. Ancak sinema filminde oynarım çünkü onun kısıtlı bir çekim süresi var. Kaynak:hurriyet-magazin |