13 Ağustos 2009 Perşembe

İlişkilerde erkekler ne söylese boş

"İlişkilerde erkekler ne söylese boş!"

Melike BİRGÖLGE / mbirgolge@hurriyet.com.tr 29 Haziran 2009
İlişkilerde erkekler ne söylese boş!

En çok izlenen dizilerin başında gelen Aşk-ı Memnu’daki canlandırdığı ‘Nihat’ karakteriyle dikkatleri çeken İlker Kızmaz’la yaptığımız keyifli röportaj…

Milyonlarca izleyici sizi Aşk-ı Memnu dizisindeki Nihat karakteriyle tanıdı. Kimdir Nihat’a hayat veren İlker Kızmaz?
1975 yılında İzmir'de doğdum. Okul hayatım İzmir'de geçti. Liseden mezun olduğum Cuma gününün ertesi günü çalışmaya başladım. Bir daha da durmadım. Çalışırken aynı zamanda yüksek öğrenimimi tamamladım. Bir çok değişik iş yaptım.

Hangi işlerde…
Torna tesviye, nakliye, döşemelik kumaş satışı, tezgahtarlık… Bunların arasında beden gücü gerektiren zor işler de vardı. İnsanlarla uğraşmamı gerektiren, onları sevk ve idare etmem gereken işler de vardı. Ama ilkokuldan beri tiyatrodan hiç kopmadım. Bir şekilde hep içinde oldum. Son beş yıldır da İstanbul’da yaşıyorum.

‘Aşk-ı Memnu’ya dahil olmadan önce neler yapıyordunuz?
Diziden önce Levent Semerci'nin yönettiği İlker Altınay ve Hakan Evrensel'in senaryosunu yazdığı ‘Nefes’ isimli bir sinema filminde rol aldım. Filmin çekimi için bir buçuk yıl kadar Antalya'daydım.

“İZMİR’İ TERKETMEK BÜYÜK CESARET!”

Ondan önce de ‘Candan Öte, Duvar’ gibi birkaç dizi projesinde yer aldınız. Peki, 2004 yılında İzmir’den İstanbul’a yerleşmeniz hangi vesileyle…
Hep istiyordum zaten. Ömrümün geri kalanını oyunculuk yaparak İstanbul'da geçirmeyi... Ama bunun doğru zamanının gelip gelmediğini kestiremiyordum. İzmir'de yaşayanlar da bilirler, oradan çıkıp başka bir şehre yerleşmek için çok büyük sebeplerinizin ya da çok büyük hedeflerinizin olması lazım. Yani İzmir gibi bir şehri terk ediyorsanız hedeflerinize giden yolun yarısını kat ettiniz demektir. Büyük cesaret… (Gülüyor)

Alaylı oyunculardansınız. Nasıl başladınız oyunculuğa?
Ben daha ilkokul birinci sınıftayken 23 Nisan günü törene çıkacak üst sınıflardan bir çocuk hastalanınca çok sevdiğim öğretmenim Asiye Menteş bir saat içinde bana bir tekerleme ezberletip beni sahneye itip kaçtı. (Gülüyor) Yanımda Fikri diye arkadaşım daha vardı aynı kaderi paylaşan… O günden sonra Fikri ile beraber törenden törene koşup durduk. O saatten sonra nerede şiir, şarkı ya da müsamere varsa "İlker, Fikri gelin oğlum bu yapılacak. Hadi koçlarım, göreyim sizi" deyip liseye kadar bizi her türlü organizasyonda görevlendirdiler.

“REKLAM DEYİP GEÇMEMEK LAZIM!”

Dizilerden önce reklamlarda da rol almışsınız. Neler kaldı size reklam çekimlerinden?
Çok fazla reklam çekmedim. Taş çatlasın dört beş tane reklamım oldu. Ne kaldı geriye derseniz zor zamanları geçirmek için biraz para bir sonraki iş için biraz tecrübe… Çekim esnasında tanıştığım ve büyük ihtimalle ileride bir şekilde yollarımızın tekrar kesişeceği çok önemli insanlar… Hatta Formula1 tanıtım filminde beraber çalıştığımız Şenol Altun'la daha sonra ‘Nefes’ filminin setinde de karşılaştık. Bir buçuk senemiz beraber geçti. Kendisinin ilk başından sonuna kadar çok yardımı dokunmuştur bana. Çevrede güvendiğin tanıdık birinin olması güzel bir duygu. Reklam deyip geçmemek lazım.

Canlandırdığınız Nihat karakteri size geldiğinde neydi bu rolü kabul etmeniz konusunda sizi cezbeden? Hangi özellikleri…
‘Nihat' karakterinden önce yapımcımız Kerem Çatay'ın ve yönetmenimiz Hilal Saral'ın tutumu, yaklaşımı, samimiyeti cezbetti beni. Bana ‘Süleyman Efendi'yi oyna’ deselerdi ona da ‘Hayır’ diyemezdim herhalde. (Gülüyor) Biz diziye başlarken bir takım kodlar verildi Nihat ile ilgili bana.

Karakteri aklınızda analiz edebilmeniz için…
Aynen… Üzerinde düşünmem gereken ipuçları… Peyker'i seven… Ki o zaman karısı değildi. Onun için birçok şeyi feda edebilecek saf bir aşkı olan ama dışardan sürekli müdahaleye uğrayan baba merkezli bir adamdı Nihat. Ama zaman içinde çok iyi bir eş, çok iyi bir baba profili çıktı. Bu yönü de hayli keyifli oldu.

İLK ÇEKİMDE ŞAŞKINLIKTAN NE YAPACAĞIMI BİLEMEDİM!

Dizinin ilk çekiminde zorlanmışsınız. Neden?
Aslında zorlanmak denemez ama ilk gün olması nedeniyle hepimizde bir heyecan, bir telaş vardı. Çünkü dizinin ilk sahnesi, ilk planı çekilecekti ve o plan benim tek başıma olduğum bir plan idi. Kayıt deyip başladık. Sahne çekildi ve Hilal Hanım ‘Kes’ der demez iyi mi oldu kötü mü oldu diye etrafa bakarken birden bir alkış kıyamet koptu. Ben daha ilk sahnenin şaşkınlığını atamadan ortalık yıkılıyordu. Öylesine şaşırdım ki ne yapacağımı bilemedim. Sonradan anladım ki ilk plan çekildikten sonra adettenmiş alkışlanıp tebrik edilirmiş. (Gülüyor) İlk defa böyle bir an yaşadım ama hayatım boyunca unutamam sanırım.

“AİLEM VE ARKADAŞLARIM MÜTEVAZI YAŞAYAN, KALENDER İNSANLAR!

Nihat karısına aşık ama onun ve kendi ailesinin çekişmelerinin arasında sıkışmış biri. Ki toplumumuzda bu çekişme arasında kalan çok kişi var. Siz kendi hayatınızda böyle bir durumla karşılaşsanız nasıl tepki verirsiniz?
Hayat çok acayip! Her gün başka bir şey için şaşırıyoruz. Bu benim başıma gelmez dediğimiz her şeyde bizim ya da yakınlarımızın başına geliyor bir şekilde. Nihat'ın da başına gelmeyen kalmadı. Tabi bu arada daha da iyi günleri bunlar. Ama benim başıma bunlar gelse ne yapardım bilmiyorum. Çünkü şartlar değişik. Benim ailem ve arkadaşlarım mütevazı yaşayan, kalender insanlar. İşler bu kadar ayyuka çıkmadan her şey tatlıya bağlanır bir şekilde.

“FİRDEVS'ÇİLER BİHTER’İ ELEŞTİRİYOR, BİHTER'CİLER DE FİRDEVS’İ…”

Bunu yani izleyicilerin, dizinizi futbol takımı tutar gibi izlediklerini ‘Aşk-ı Memnu’ da daha sık görebiliyoruz. Firdevs'çiler Bihter’i eleştiriyor, Bihter'ciler de Firdevs’i… Sevdikleri karakterleri savunmalarını, karşısındaki karakterleri ise eleştirmelerini neye bağlıyorsunuz?
Herhalde kendine yakın gelen karakteri izleyip kendi zaafını onda yakalamak, yapamadığı şeyleri onun yapmasını izlemek ya da kendi giydiği kıyafeti onun üstünde de görmek karakterle arasında duygusal bir bağ kurulmasını sağlıyor. Mesela Firdevs'çiler Bihter’i eleştiriyor, Bihter'ciler de Firdevs’i… Erkekler Alex mi Hagi mi diye tartışırken bayanlarda Adnan mı Behlül mü diye tartışıyorlar. (Kahkahalar…)

Ya seyircilerin, oyuncuları canlandırdıkları karakterle birebir özdeşleştirmeleri konusunda neler söyleyeceksiniz? Günlük hayatınızda gördüklerinde rolünüzdeki kişi gibi davranmalarını neye…

Onlar işe kendini kaptıranlar. İnandırıyoruz demek ki! (Gülüyor)

“BASTIĞIN YERİ HİSSET, BAKTIĞIN YERİ GÖR!”

Oyunculuğunuzu nelerle besliyorsunuz?
Beslemek, aç kalmak susuz kalmak gibi ihtiyaçlar olduğunu düşünmüyorum oyunculuk açısından. Dün kötü oynadım; biraz kitap okuyayım, tiyatroya gideyim, bir film izleyeyim besleneyim de bugün toparlanayım, daha iyi oynayayım diye bir şey olmuyordur herhalde. Ama insan olarak beslenmemiz gereken o kadar çok şey var ki... Okumak, izlemek, gezmek, görmek, yaşamak daha milyon tane şey... Bahçeşehir Üniversitesi'nde Hazal Selçuk bizim hocamız idi. Farkındalığımızı arttırmak için hep söylediği ve sürekli tekrarladığı bir şey vardı. ‘Nefes al, nefes ver. Bastığın yeri hisset, baktığın yeri gör'' Farkındalığımızı hep yüksek tuttuğumuz zaman çevremizdeki olayların, insanların, ülkeyi yönetenlerin, yazılan kitapların, çekilen filmlerin, oynanan oyunların, gökyüzünün renginin, arkadaşımızın saçının renginin farkında olduğumuz zaman zaten insan olarak besleniyoruz. Daha bu yolda belki toplu iğne ucu kadar ilerlemiş bir insan olarak ben oyuncunun beslenme çantası da faklı değildir diye düşünüyorum.

“ERKEKLER OLMADAN KADINLAR, KADINLAR OLMADAN ERKEKLER YOK!”

İzmir’in kızlarının, güzelliklerini İzmir’in erkeklerine borçlu olduğunu söylüyorsunuz. Nasıl yani? Niye erkeklere borçlular?
İzmir'de böyle bir alacak verecek durumu olduğunu sanmıyorum. Herkes hesabını kapatmış orada, defterler kapanmış. (Kahkahalar…) ‘Ben daha güzelim sen de fena değilsin’ gibi bir şey yok. Şehir güzel, herkes güzel herkesin yüzü gülüyor. Herkes samimi, şartlar elverdiği ölçüde de mutlu. Erkekler olmadan kadınlar, kadınlar olmadan erkekler yok! Ying yang (Gülüyor)

“Kız meselelerinde acemiyim. Bu konuları çok da konuşamıyorum, utanıyorum.” diyorsunuz. Neden?
Aslında konuşurum tabii, neden konuşmayayım. Ama bunlar insana özel şeyler olduğu için herkesle paylaşmaktan hoşlanmam. Sıkılırım başkasını da sıkarım.

“OKULU AŞIK OLDUĞUM KIZ SAYESİNDE BİTİRDİM!”

Aşık olunca neler değişir İlker Kızmaz’da? Nasıl yaşarsınız aşkı?
Sabah kalkışınız oturuşunuz yürüyüşünüz, nefes alışınız her şeyiniz değişir. İlk yaşadığım aşk kadar olmasa da hayatımın yüzde 80'ini etkiler.

İlk aşkınız…
İlk defa ilkokulda aşık olmuştum ben. Kızın çantasına hangi akla hizmetse sakız, çikolata koyardım ders aralarında. Gece yatarken sabah kalkınca ilk düşündüğüm şey o olurdu. Okula bile onu görmeye gidiyordum diyebilirim. İlkokulu, ortaokulu bitirdiysem o kız sayesinde. (Gülüyor)

“NE KENDİMİN NE DE ARKADAŞLARIMIN GEÇMİŞİNİ ASLA UNUTMAM!”

Anılarınızı saklamayı seviyormuşsunuz. İlkokuldaki hatıra defteriniz bile duruyormuş. Birçok insan geçmişi unutmayı tercih eder. Sakladığınız bazı anılar acıtmıyor mu sizi?
Geçmişi unutmamak, belleğimi diri tutmak benim en önemli düsturlarımdandır. Kendim için ailem için arkadaşlarım için yarını bugünden daha iyi hale getirebilmek adına dünü unutmamam gerekiyor diye düşünüyorum. Ne kendimin ne de arkadaşlarımın geçmişini asla unutmam.

“KADINLARIN İLİŞKİ ANLAYIŞI İNANILMAZ DEĞİŞTİ! ERKEKLER ARTIK NE SÖYLESE BOŞ!”

“Issız Adam çıktı, mertlik bozuldu” diyorsunuz. Neden?
Çünkü son dönemde kadınların ilişki anlayışı inanılmaz değişti. Erkekler artık ne söylese boş. İlişki kötüye gitmiyor olsa dahi yaşanan en ufak tartışmada ‘Issız Adam’ etiketi erkeğe yapıştırılıyor.

Kadınların ilişkiye bakışının inanılmaz değiştiğini söylüyorsunuz. Nasıl yani, ne yönde bu değişiklikler?
Lisedeyken kız arkadaşımın elini tutabilmek yan yana yürümek, Kordon’da bir yere oturamadığımız için bankta oturup sohbet edebilmek bile başlı başına bir ilişki sayılırdı. Ve inanın çok acayip bir zaman gerektiriyordu kızın elini tutabilmek bile! Bir de şimdiki ilişkileri düşünün. Başka bir şey söylemeye gerek bile yok.

29 Ekim’de gösterime girecek olan ‘Nefes’ adlı film çok önemli sizin için. Biraz bu filmden bahseder misiniz?
Bir reklam görüşmesi için reklam şirketine gitmiştim. Orada yönetmenimiz Levent Semerci ile tanıştım. Deneme çekiminden sonra “Bir film çekeceğim, seni de oynatacağım” dedi. “Beş dakikalık görüntünü getir bana, ne yaparsan yap beş dakika içinde” dedi. Aradan zaman geçti yine bir gün şirketin önünden geçerken yönetmen yardımcımız Hande Türkel kolumdan çekip “Gel bakim sen buraya hani senin beş dakikalık görüntün, çabuk geç stüdyoya beş dakika konuşacaksın kameraya” dedi. Apar topar girdik, o kamerayı açtı ve kaçtı gitti. Aradan iki sene falan geçti sanırım. Bir gün Hande aradı. ‘Biz başlıyoruz projeye ne durumdasın?’ dedi. Uçarak gittim tabi. Toplantılar, deneme çekimi falan derken sekiz on kere bir araya geldik. Sonunda otuz beş kişilik falan bir kadro seçildi. O şanslı insanlardan biri de bendim.

Peki filmin hikayesi…
Film Kuzey Irak operasyonu sırasında sınırda bulunan bir role istasyonunu korumak için görevlendirilen 30 komandonun hikayesini anlatıyor. Yönetmenimiz Levent Semerci, yardımcıları Hande Türkel, Barış Kaya senaristleri Hakan Evrensel, İlker Altınay oyuncuları da burada ismini tek tek sayamayacağım on numara insanlar.

Çekimden önce, tüm oyuncular, iki ay boyunca eğitim almışsınız. Nasıl geçti o askeri eğitim süreci?
Normal bir komando eri acemilik dönemimde ne yapıyorsa aynılarını yapmaya çalıştık. Onlar kadar ağır geçmemiştir mutlaka ama yakın olduğuna eminim. Çok iyi askeri danışmanlarımız vardı başımızda. Bildikleri birçok şeyi bizimle paylaştılar, bize öğrettiler. Botları kardan korumayı, yağmurda ateş yakmayı, gece karanlıkta görünmeyen alevi, yaralı taşımayı birbirlerine hayatını emanet ettikleri bir takım olmayı. Hiç birimiz o kışlaya girdiğimiz gibi çıkmadık, olgunlaştık ve büyüdük. Levent Semerci bizi asker yaptı, birbirimize kenetledi bıraktı, sonra da filmimizi çekti. Film esnasında kimse ‘Silahı böyle tut, MG 3 böyle çalışır, şarjör böyle değişir’ demedi. Bize zaten öğretmişlerdi biliyorduk.

“NEFES FİLMİ HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI!”

Kariyerinizde dönüm noktası olacak diyebilir misiniz bu film için?
Filmin bana kattığı şeyleri sadece kariyerimde dönüm noktası oldu diye özetlemek benim için çok yetersiz ve film için de büyük haksızlık olurdu herhalde. Hayatımın dönüm noktası oldu diyebilirim.

Dizilerde rol alan çoğu oyuncu, sinema için “Bambaşka bir şey” der. Siz de öyle… Nedir sizce sinemayı bu kadar büyülü yapan?
Bu benim ilk sinema filmim o yüzden bu duyguları ilk defa yaşıyorum. Dizi veya tiyatro bambaşka bir haz kesinlikle. Ama Levent Semerci başta olmak üzere bütün ‘Nefes’ ekibiyle oyuncusundan asistanına arkamızı toparlayan, çayımızı kahvaltımızı hazırlayan kişiye kadar bu ekipteki herkesle her zaman içinde ne olarak yer aldığıma bakmaksızın her işi yapabilirim.

Binicilikle ilgileniyorsunuz. Bunun yanı sıra uzun yıllar aikido yapmışsınız. Neden aikido… Nerden bu merak…
Yapı olarak asabi veya çok şiddete meyilli biri değilimdir. Ama uzak doğu sporlarına da küçüklükten beri bir ilgim vardı. Araştırdım ve içlerinden bana en yakın ve en uygun olarak Aikido’yu keşfettim. İzmir’de çok da iyi hocalarım vardı. Normalde günlük bir saat olan idmanın dışında üç saat daha ekstradan çalıştım hocalarımla. Sonra onlara ders esnasında ‘Ukemi’lik yaptım. Yani teknik yapılırken dayak yiyen adam. Japonya'daki diğer savaş sanatları gibi Aikido sadece kendini korumak için değil aynı zamanda ruhsal gelişim için de bir öğretidir. Ai: birleşme, uyum - ki; yaşam gücü, ruh - do: yol demektir bir bütün olarak da anlamı ‘Yaşam Gücü İle Bütünleşme Yolu’dur. Aikido’nun felsefesi insanın kendi yaşam gücünü geliştirmekten ibarettir. Çok teknik terim kullanmadan anlatayım. Aikido’da ilk önce dayak atmadan dayak yememeyi öğrenirsiniz. Daha sonra rakibin kendi gücüyle doğru orantılı olarak ve onun gücünü kullanarak belli

tekniklerle onu etkisiz hale getirmeyi öğrenirsiniz.

Dizide ne kadar kararsız ve arada kalsanız da gerçek hayatınızda ne istediğinizi biliyorsunuz. Yapmak istedikleriniz arasında neler var?
Kalıcı bir şeylere hizmet eden söyleyecek sözleri olan, anlatılacak derdi olan işler yapabilmek. Kendi hayallerimi gerçekleştirirken hayallerini gerçekleştirmek isteyen insanlara da faydalı olabilmek…

Güvenlik Araştırmaları

Çelik Para Kasaları hayatımızda büyük önem taşımaktadır.
Altın bilezik, küpe, kolye vs gibi takılarınızı, laptop, kamera, dijital fotoğraf makinası gibi değerli elektronik cihazlarınızı, pasaport, tapu, sigorta poliçesi, çek - senet gibi önemli evraklarınızı veya çok özel öneme sahip küçük hacimli manevi miraslarınızı kafanız rahat bir şekilde güvenlik içinde korumak için Eurosafe çelik kasa ürünlerinden faydalanabilirsiniz.

Eurosafe çelik kasa çeşitleri hem evinizde hem de büronuzda içinizi rahat ettiren güvenli köşelerdir. Dünyanın dört bir yanında ilgi gören bu ürünleri türkçe Eurosafe Çelik Kasa websitesinde inceleyebilir, Türkiye Genel Distribütörü Paradok Elektronik şirketinden ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Tek taşımı sevgilim aldı



Tek taşımı sevgilim aldı
Servet YILMAZ 3 Temmuz 2009 Hürriyet Magazin


“İki Melek” adlı yeni albümünü piyasaya çıkaran Bengü, çok aşık olduğunu, parmağındaki yüzüğü de erkek arkadaşının aldığını söyledi:



“1,5 yıldır mutlu bir ilişkim var. Beni hep destekleyen biriyleyim.”

Baksanıza iki kız da ne kadar güzel!

Bengü’nün yeni albümü “İki Melek” için ünlü fotoğrafçı Mehmet Turgut’a çektirdiği imaj fotoğrafları çok konuşuldu. Fotoğraflarda kendisiyle öpüşen Bengü ile bu özel çekimden yeni albümüne, çocukluğundan ergenliğine, aşktan evliliğe uzanan, onun tabiriyle ‘psikolojik terapi’ tadında keyifli bir söyleşi yaptık.

Çıkış şarkınız “İki Melek”te, “Omzumdaki iki melekten biri aşk için, biri huzur” diyorsunuz. O meleklerden biri iyilikleri, diğeri de kötülükleri yazar ya, huzur iyi bir şey olduğuna göre aşk kötüdür diyebilir miyiz?
- Serdar Ortaç’ın sözleri bunlar ama bilinenin aksine “İki Melek” şarkımda benim meleklerim hep iyileri yazıyor. Huzur benim hayattaki vazgeçilmezim. “Ne istersin şu hayattan?” deseler, “Huzur” derim.

Peki ya aşk?
- Aşk konusunda karamsar bakan tiplerden değilim. “Aşka inanmam, boş bir şeydir, gelip geçer” diye düşünmüyorum. Bence aşk çok kıymetli ve dopdolu bir şey...

ÖLENE KADAR SERDAR ŞARKISI SÖYLERİM

Albüme dönelim... Diğer albümlerle kıyasladığınızda “İki Melek”in ne gibi farkları var?
- Olgunluk dönemim olarak gördüğüm bir albüm bu. Önceki albümlerimde hep bir eksiklik varmış gibi hissediyordum. Ama bu seferki şarkılarından ekibine kadar her şeyiyle ‘son nokta’ dediğim bir çalışma oldu.

İlk albümlerinizden beri, Kenan ve Ozan Doğulu kardeşlerden tutun da Serdar Ortaç’a kadar hep Türkiye’nin en iyileriyle çalıştınız. Bunlar sadece şans mıydı, çok mu çabaladınız?
- Hem şans hem de benim çabamla olan şeylerdi. İnsanların yalvarıp da alamadıkları şarkıları ben hediye olarak aldım. Bu albümde Serdar Ortaç dışında Yalın, Sinan Akçıl, Şehrazat ve Volga Tamöz’le çalışma şansım oldu.

Serdar Ortaç ile çalışmaya başladıktan sonra kariyerinizde oldukça ilerlediniz. Hatta sizin için “dişi Serdar” bile dendi. Nasıl bir uyumunuz var, anlatır mısınız?
- Onunla çalışınca bir ivme oldu kariyerimde ve iki kerede atılacak adımı bir kerede attım. Bizim uyumumuz ilk “Korkma Kalbim”de hissedildi. Serdar tınısı var galiba sesimde. Serdar’ın şarkılarında da hoş bir öpüşme ve uyum söz konusu oluyor bende. Ondan şarkı alacağım zaman bana bir sürü seçenek sunuyor ve içlerinden sesime uygun olanı seçiyorum. Bana hep “Neden Serdar Ortaç şarkılarıyla çıkış yapıyorsun” diyorlar. Onun şarkıları bana uyuyor çünkü ve ölene kadar Serdar’ın şarkılarını söyleyebilirim.

Bu albümde bestesi size ait olan şarkı var mı?
- Evet, söz ve müziği bana ait olan iki şarkı var; “Sen Yoksan” ve “Ayrılık Hazırlığı”.

Albüm fotoğraflarında kendinizle öpüşme fikri nasıl oluştu?
- Albümün adını “İki Melek” koyduktan sonra, Mehmet Turgut fotoğraflarla ilgili düşünmeye başladı. Kısa bir süre sonra da beni arayıp “iki melek, iki Bengü” fikrinden bahsetti. Mehmet Turgut zaten fotoğraf sanatçısı ötesi bir adam. Ondaki uçukluk, özgürlük bana çok yansıdı. Sonuçta da o kareler ortaya çıktı.

Peki kendinizi sever misiniz?
- Severim. Kendimle barışık bir insanım. Genelde aynanın karşısında vakit geçiririm. Baksana ne güzel iki kız da! (Kendisiyle öpüştüğü fotoğrafları gösterip, gülüyor.)

Çocukluğunuza dair hafızanızda yer eden, hatırladığınız ilk kare ne?
- Bir gün sokakta yürürken bir dükkanda kırmızı, plastik bir telefon gördüm. “Ben bundan istiyorum” dedim, annem de “Evde var aynısından” dedi. Ki gerçekten de vardı. Ama ben yolda inat edip kendimi yerlere attım ve morarana kadar ağlayıp o telefonu aldırdım. Bunu hatırlıyorum.

Bu soruyu neden sordum biliyor musunuz? Psikolojide bir yöntemmiş bu ve verilen cevap hayattaki duruşumuzu gösteriyormuş...
- Benimki neyi gösteriyor?

Başarmak için gerekirse kanınızın son damlasına kadar mücadele edersiniz...
- Çok doğru! Psikolojik terapi gibi bir röportaj oldu bu... (Gülüyor)

LEMAN SAM’A HAYRAN KALDIM

En büyük hayaliniz ne?
- Efes Antik Tiyatrosu’nda 100 bin kişiye konser vermek... Ben 4-5 yaşlarındayken orada ilk kez Leman Sam’ı izlemiştim. Beyaz bir elbisesi vardı, kızıl saçları beline kadar geliyordu. En önden izledik, çok etkileyiciydi.
Yıllar sonra Leman Sam’ı görüp bu olayı anlattığımda “Ay sana ne büyük bir kötülük yapmışım” dedi. (Gülüyor)

Aile, çocuk yapma gibi istekleriniz yok mu?
- Var tabii ama ilk etaptaki isteklerim bunlar değil. Şimdi sadece “Hep şarkı söyleyeyim, en iyi şarkıları ben söyleyeyim” diye düşünüyorum.
Hürriyet Magazin

Kocamdan özür diliyorum



Kocamdan özür diliyorum
Demirhan HARARLI 3 Temmuz 2009

Yedi yıl ilişki yaşadıktan sonra nikâh masasına oturduğu Tuncer Öztarhan’a şiddet gördüğü gerekçesiyle boşanma davası açan Ece Erken, eşinden özür diledi;



"Benim evlendiğim insan, son derece iyi, kültürlü ve nazik biriydi. Yakın çevresi de çok iyi bilir ki, onun şakalaşırken bile eli ağırdı. Bu yüzden basında çıkan haberler yanlış tanıtılmasına sebep oldu. Bu konuda kendisinden özür diliyorum.”

Eşimden özür dilerim

Eşi Tuncer Öztarhan’a şiddet gördüğü gerekçesiyle boşanma davası açan Ece Erken, “Onun şakalaşırken bile eli ağırdı. Basında çıkan haberler yanlış tanıtılmasına sebep oldu. Bu konuda kendisinden özür diliyorum” dedi.

Çocukluğunuza dair hatırladığınız ilk kare nedir?
- Çocukken radyoculuğa meraklıydım, 11 yaşında da radyoda DJ oldum. Bu yüzden aklıma gelen ilk kare, radyoda CD’leri karıştıran ve yapacağı anonsu düşünen minik bir kız çocuğu.

Daha sonra televizyon dünyasına adım attınız. Asker bir babanın televizyonda çalışan kızı olmak nasıl bir duyguydu?
- Asker deyince herkesin kafasında çok otoriter, dediğim dedik, sert bir imaj oluşuyor. Oysa benim bu işe girmemi sağlayan babamdır. Beni sonuna kadar destekledi. Emekli bir albayın kızı olmaktan gurur duyuyorum.

Hayatınızın dönüm noktası neydi?
- “Klip 98” programı, beni daha geniş çevrelerin tanımasına ve sevmesine sebep oldu. O program benim hayatımın dönüm noktasıydı diyebilirim.

BOŞANMA DİLEKÇESİNİ GAZETEDE OKUDUM

Şu andaki yaşamınıza sahip olmak için ne gibi fedakârlıklarda bulundunuz?
- Kaderci bir insan olduğumdan hep “Kaderimde varmış ki bunu yaşadım” dedim. Bir de tanınmaya başladığınızda özel hayatınız da ister istemez göz önünde oluyor. Evliliğimin bu kadar haber olmasını istemezdim mesela. En büyük fedakârlığım, bu kadar göz önünde olmak diyebilirim.

Bugüne kadar sizi en çok üzen olay neydi?
- Boşanma sürecinde yapılan birtakım abartılı haberler, beni gerçekten çok üzdü.

Böyle üzücü durumların üstesinden gelebilmek için neler yaparsınız peki?
- Her şeyi zamana bırakmayı tercih ediyorum, önüme bakıyorum.

Hayatınıza dair mutlu haberlere pek rastlamadım. Neden yazılmıyor sizce?
- Çünkü acılı, dramatik şeyleri izlemeyi seviyoruz. Reytinglerde bile bu böyle değil midir? Benim hayatımda öyle travmatik denilebilecek şeyler yaşanmadı, evliliğimin bitişi dışında. Boşanma dilekçesi verildiğini bile herkes gibi gazetede okudum. Zaten birçok şey de abartılı yansıdı basına. Ben sekiz yıl birliktelik yaşadığım çok iyi bir insanla evlendim.

Evlendiğiniz için hiç pişmanlık duydunuz mu?
- Hayır, hiç pişman olmadım. Her şey yaşanması gerektiği için yaşandı. Benim evlendiğim insan, son derece iyi, kültürlü, nazik bir insandı. Yakın çevresi de çok iyi bilir ki, onun şakalaşırken bile eli ağırdı. Bu yüzden maalesef basında çıkan haberler yanlış tanıtılmasına sebep oldu. Bu konuda kendisinden özür diliyorum.

Evlilik sizin için ne ifade ediyor?
- Evlilik, aile olmak ve çocuk sahibi olmak demek bence.

Sizi en çok ne mutlu eder?
- Ben her şeyden mutlu olabilen bir insanım, bu yüzden Allah’ın şanslı kullarındanım. Güzel bir söz, beni mutlu etmeye yeter. Ailemin sağlığı yerinde olsun da, kalan her şey boş benim için.

BİRÇOK ARKADAŞIMI HAYATIMDAN SİLDİM

Spor faaliyetlerinizin yanı sıra müzikle de hep iç içeydiniz. Hâlâ 20’li yaşlarınızdaki gibi aktif bir şekilde bu hayatı sürdürebiliyor musunuz?
- Evet... Müzik ve spor hayatımda hep olacak.

İnsanlara karşı katı kurallarınız var mıdır? Güveninizi sarsan insanları hayatınızdan siler misiniz mesela?
- Beni üzen, kıran, güvenimi sarsan insanları hayatımda tutmuyorum zaten. Birçok arkadaşımı da bu saydığım nedenlerden dolayı sildim.

YENİ PROGRAMI YARIN BAŞLIYOR

Perşembe günü yeni programınız ekrana gelmeye başlıyor. Biraz bahseder misiniz, nasıl bir program bu?
- Bu bir gece programı. Saat 23.00’te, atv’de yayınlanacak. Adı “Cesur ve Güzel”. ‘Kardeşim’ dediğim bir şarkıcı arkadaşımla beraber sunacağım; Yusuf Güney’le. İlk konuklarımız ise Rafet El Roman ve Şafak Sezer olacak. Sürprizlerle dolu bir gece programı yapacağız.

Peki “Mavi Şeker” ekrana gelmeye devam edecek mi?
- Evet, o yayınlanmaya devam edecek. Biz bu programla birlikte öğle kuşağında ajitasyon dönemini kapattık. Bizden önce sabah ve öğle kuşağında sadece drama vardı, bizimle birlikte eğlenceye dönüş oldu. Bu yüzden mutluyuz. Hepimizin hayatında yeterince sorun var zaten, bari televizyon karşısında kafamızı dağıtalım.

Bir sinema filminde rol almak istemez misiniz?
- Şu an en çok yapmak istediğim şeylerden biri oyunculuk. İyi bir proje gelirse, neden olmasın?

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Doğa Rutkay 'ın Evi


Doğa'nın dünyası


Doğa Rutkay, Fulya'daki evini InStyle Home dergisine açtı.


Dört yıl süren ilişkisinin ardından geçtiğimiz günlerde yollarını ayırdığı Şahan Gökbakar'ın hediyesi Beagle cinsi Poker, evdeki en büyük neşe kaynağı. Rutkay'ın kısa sürede sağlıklı şekilde verdiği fazla kilolarda Poker ile yaptığı uzun yürüyüşlerin de etkisi büyük.

Bir yandan “Kaygan Zemin” adlı tiyatro oyununda rol alan, diğer yandan TRT 1’de yayınlanan “Eğlence Pazarı” programını hazırlayıp sunan ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro eğitimi veren Doğa Rutkay, işten arta kalan zamanını Fulya’daki evinde geçiriyor. Rutkay, ‘huzuru bulduğum yer’ dediği evinin kapılarını, InStyle Home dergisine açtı.

Doğa Rutkay, iki sezondur BKM’de “Kaygan Zemin” adlı trajikomik oyunda rol alıyor. Kadın-erkek ilişkileri üzerine kurulu hikâyede, mutsuz evliliği olan bir kadını başarıyla canlandırıyor. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro eğitimi de veren Rutkay, şu sıralar TRT 1’de “Eğlence Pazarı” adlı programı hazırlayıp sunuyor. Bir yandan mutfağında çayın altını yakarken, diğer yandan programını anlatıyor:
“Engelliler için yapılan bir program bu. Onların başarı hikâyelerine yer veriyoruz. Elde edilen tüm gelir eğitimlerine ayrılıyor.” Sonra da hazırladığı kekleri tabaklara yerleştiriyor özenle. “Bayılırım evime birilerinin gelmesine. Yensin, içilsin... Yemek yapmayı oldum olası sevdim. Aklınıza ne gelirse yaparım” diye gülerek anlatıyor hünerlerini.

MUTFAKTA HARİKALAR YARATABİLİRİM

İş dışındaki zamanlarda evde vakit geçirmekten keyif aldığını söylüyor, “Bu ev içeri girdiğim anda bana nasıl huzur veriyor bilemezsiniz” diye de ekliyor. Mutfakta yemekle uğraşırken, televizyonu hep açık oluyormuş.
“Akşama gelecek arkadaşlarıma siparişleri doğrultusunda yemekler hazırlarım. Bu mutfakta harikalar yaratabilirim” diyor kendinden emin bir tavırla. Tıpkı Oscar ödüllü “Ratatuy-Ratatouille” filmindeki minik fare Remy gibi... “En sevdiğim animasyon filmi ve karakteridir o aynı zamanda. Evde Disneyland’daki mağazasından aldığım bir dolu obje var. Küçücük çocuklarla kuyruğa girmiştim sevimli şapkasını alabilmek için” diye gülerek anlatıyor Ratatuy tutkusunu.

17 YAŞINDAN BERİ YALNIZ YAŞIYORUM

Salon, iki oda, bir banyo ve açık mutfaktan oluşan 165 m2’lik bu evi, Doğa Rutkay’ın annesi Nuran Duru görüp beğenmiş. Fulya’da geçtiğimiz yıllarda inşa edilen bir rezidansın en üst katında yer alan daire, metrekare olarak da binadaki diğer standart dairelerden daha büyük. Rutkay’ın buraya taşınmasında, binanın yeniliği, sunduğu servis, güvenliği ve otoparkı etkili olmuş. Burası onun kendi başına yaşadığı üçüncü evi aynı zamanda.
17 yaşından beri yalnız yaşıyormuş: “Ama hep anneme yakın olmak kaydıyla. Sevdiğim semt anneme yakın olan semttir.” Rutkay, annesine maksimum beş dakika uzaklıkta olmuş hep: “Her sabah mutlaka karşılıklı kahve içeriz annemle. Bundan önce Serencebey’de çok güzel teraslı, küçük bir evde oturuyordum. Asansörü olmadığı için ne arkadaşlarım gelebiliyordu ne de mutfak alışverişine gönül rahatlığı ile çıkabiliyordum” diyor.

REZİDANSIN EN BÜYÜK DAİRESİ

Bu daireye iki yıl önce taşınmış. “Çeşme’de tatil yaparken, annem aradı ve bana göre bir ev bulduğundan bahsetti. Gelip hemen görmemi istedi. Buranın sahibi iki daireyi birleştirerek ofis olarak tasarlamış. Diğer daireler 90 m2’dir bu binada. Aslında evi ilk gördüğümde burada yaşayabileceğimi düşünmedim. Salonu büyük, banyoyu küçük bulmuştum. Ayrıca açık mutfak çok tercihim değildi” diye hızlı hızlı anlatmaya başlıyor.
Ama bu fikirleri evi satın aldıktan sonra tamamen değişmiş: “Burada yaşayıp, evi kendi zevkimle dekore etmeye başlayınca ısındım.”

NEŞE KAYNAĞIM KÖPEĞİM POKER

Yurtdışı seyahatlerinden topladığı esprili aksesuvarlar, ünlü yıldızların siyah-beyaz fotoğrafları, tiyatrocu babası Rutkay Aziz’in ona hediye göz bebeği kitaplar salona ilk girildiğinde hemen göze çarpıyor.
Şahan Gökbakar’ın hediyesi Beagle cinsi köpeği Poker, evdeki en büyük neşe kaynağı. Kısa sürede sağlıklı şekilde verdiği fazla kilolarda Poker ile yaptığı uzun yürüyüşlerin de etkisi büyükmüş. Çok sevdiği kedisi Lena ölünce, Gökbakar üzüntüsünü dindirmek için hediye etmiş Poker’i ona. “Her gün evden Topağacı’na yürürüz Poker’le” diyor ve ekliyor: “Yalnız Beagle alırken iki kere düşünün. Hassas bir köpek. Evde yalnız kalmaya pek gelemez.”

Terasımdaki eğlence kulüpleri aratmaz

“Evimin deniz manzarası belki yok. Ama akşamları ön terasımdaki eğlence, İstanbul’un gece kulüplerini aratmaz. Arkadaşlarım geldiğinde oraya tabure koyup ve tabii müzikle bar ambiyansını çok rahat yakalayabiliyoruz. Ya da salondaki geniş koltuklara yayılıp kız arkadaşlarımla pijama partisi yaparız.”

Şahan’ın hediyesi

Doğa Rutkay’ın salonunun duvarında, dört yıl süren ilişkisinin ardından geçtiğimiz günlerde yollarını ayırdığı erkek arkadaşı Şahan Gökbakar’ın bir sokak karikatüristine çizdirdiği karikatür asılı. Rutkay karikatür için, “Tam bir sürpriz olmuştu. Kedim Lena ve benim fotoğrafıma bakarak çizildi bu” diyor.
29 Haziran 2009 Hürriyet Magazin

12 Haziran 2009 Cuma

Seren ne yapsın


Seren ne yapsın

Üç yılda tam üç kez hamile kalan ancak bebeklerini daha doğmadan kaybeden Seren Serengil, "Sizce ben ne yapmalıyım" diye soruyor:

SEREN SERENGİL VE EŞİ (FOTO GALERİ)

"Eğer beş yıl içinde çocuğum olmazsa, eşimin hayatında olmak istemem. Bebeğimi kaybettiğim gün
hastanede Musa'ya, 'ayrılalım' dedim. Çünkü o çok üzüldü. Hıçkıra hıçkıra ağladığına şahit oldum. O babalığı hak ediyor. Bu durumda ne yapmalıyım bilemiyorum."

Beş yıl içinde çocuğum olmazsa eşimin hayatında olmak istemem

Üç yılda tam üç kez hamile kalan ancak bebeklerini daha doğmadan kaybeden Seren Serengil, yaşadıklarını Kelebek’le paylaştı. Hayatla bağını koparmamaya çalıştığını belirten Serengil, yeni görüntüsüyle ilk kez Zeynel Abidin
Ağgül objektifine poz verirken, çarpıcı açıklamalarda bulundu: “Hiç çocuğum olmayabilir. Eğer beş yıl içinde olmazsa, eşimin hayatında olmak istemem.

Çünkü o, babalığı hak eden biri. Bunu ona yapamam.”

2006 yılında dokuz aylık hamileyken bebeğinizi kaybettiniz. Ardından geçtiğimiz yıl, 1,5 aylıkken düşük yaptınız ve 40 gün önce de 5,5 aylık hamileyken üçüncü bebeğinizi kaybettiniz... Bunların sebebi kan pıhtılaşması mı Seren Hanım?
- İlk hamileliğimde, dokuz aylık hamileyken bebeğim karnımda öldü. Bunun üzerine doktorlar benden genetik test istediler. Bu testte hem benim hem de eşim Musa’nın kromozomlarına bakıldı, tam teşekküllü kan tetkiklerimiz yapıldı vs... Fakat ben ilk bebeğimi kan pıhtılaşması nedeniyle kaybetmedim. O tamamen kordon dolanması yüzünden vefat etti.

Kan pıhtılaşması rahatsızlığınız, ikinci bebeğinizi kaybettikten sonra mı ortaya çıktı?
- Evet... Ama bu, ileri safhada değildi. Bunun seviyeleri var. Benimkisi dördüncü seviyedeydi. İkinci bebeğimi 1,5 aylıkken düşürünce, nedenlerini araştırmaya başladık. Ve ortaya kan pıhtılaşması çıktı. Bundan sonraki hamileliğimin normal gitmesi için ilaç tedavisine başladık. Dokuz ay boyunca karnımdan kan sulandırıcı iğne olacaktım, çocuk doğduktan sonra da üç ay bu iğneye devam edecektim. Üçüncü kez hamile kalınca hemen iğneye başladık. 5,5 aya kadar her şey çok normaldi.

Peki, tüp bebek yöntemiyle üçüncü kez hamile kaldığınızı duydum. Bu doğru mu?
- Evet, doğru. Üçüncü hamilelikte çok titiz davrandık. Yani kromozomlarda bir şey çıkmasın, her şey sağlam, sağlıklı olsun diye tüp bebek istedim. Bunu yaparken de bana çok hormon verdiler. Hormonlarım değişince birden 75 kiloya çıktım. Dört aylık hamileyken enteresan bir şekilde ellerim, ayaklarım su topladı ve his kaybı yaşamaya başladım.

Bunun nedeni kan pıhtılaşması mı yoksa size verilen hormon mu?
- Gebelik zehirlenmesindenmiş... Ben şiştikçe şiştim ve 90 kiloya çıktım. Çok stresli ve sinirliydim. Normal değildim. Son zamanlarda artık yürüyemiyor, ellerimi kapatamıyordum. Yüzüm, gözüm şişmişti. Fil hastalığına yakalanmış gibiydim. Çocuk doğsaydı, 120 kiloya kadar çıkacaktım. Kontrole gittiğimde çocuğun suyunun azaldığını söylediler. Bende tansiyon da nüksetmeye başladı. 20’lere kadar çıkıyordu. Bunları yaşarken Amerika’daydım. Musa ve ailem ise iş nedeniyle Türkiye’deydi. Son kontrole gittiğimde doktorlar, bebeğin gelişiminin durduğunu ve hayatımın tehlikede olduğunu söyleyince, apar topar İstanbul’a geldim. Bir gün evde otururken fenalaştım ve eşim beni Amerikan Hastanesi’ne götürdü. Tansiyonum 24’e çıktı, beni hemen ameliyata almak istediler. Beyin kanaması geçirme riskim vardı. O an tek düşündüğüm çocuğumdu. Ve hemen sezaryenle doğum yaptım. Bildiğiniz gibi kızım sadece dört gün yaşadı.

BİR KEZ DAHA DENEYECEĞİM

Hamileliğiniz boyunca kan sulandırıcı iğne oldunuz. Buna rağmen neden erken doğum yaptınız, iğneler yetersiz mi kalmış?
- Evet, yetersiz kalmış. Bunda da hiçbir doktoru suçlayamıyoruz. Çünkü kan sulandırıcı iğnenin ölçüsünü fazla vermeleri de tehlikeli. Bu sefer mide kanaması geçirme riskiniz var. Burada bana düşen sakin olmaktı. Oysa ben çok stres yaptım.

Neden peki, bebeği kaybetme korkusundan mı?
- Evet. Üçüncü hamileliğimi yaşıyordum ve bebeğimi kaybetmekten çok korkuyordum. Gergin, sinirli olmak doğal olarak tansiyonumu tetikledi. Ameliyata giderken söylediğim tek şey şuydu; “Ben öleyim ama bebeğimi yaşatın, küçük doğsa da yaşatın!” Narkozun etkisi geçip, gözümü açtığımda da ilk kızımı sordum. Yaşadığını söylediklerinde o kadar mutlu oldum ki! Onu kuvöz içinde yatarken gördüm. Küçücüktü. Çok güzeldi. Burnu, ağzı, elleri çok güzeldi. “Kuzum” diye sevdim, saatlerce. (Ağlıyor) Orada benim canım yatıyordu. Ve ben onun her türlü şeyine razıydım.

Nasıl her türlü şeyine razıydınız?
- Tam gelişmediği için kör, otistik, zeka geriliği olabilirdi. Felçli olma riski de yüksekti. Doktorlar beyin kanaması geçirme riski olduğunu da söylemişlerdi. Zaten beyin kanaması geçirdi ve öyle kaybettik. Ben onun her haliyle yaşamasını istiyordum. (Ağlıyor) Doğum günümde kızım beyin kanaması geçirdi. Doğduğum gün, kızımı kaybettim. Bunun acısını size anlatamam...

Londra’ya gidip, bu kan pıhtılaşması için birtakım tetkikler yaptırdınız. Sonuçlar geldi mi?
- Geldi. Bende kan pıhtılaşması olduğunu söylediler. Ama bunun önceden bir tedavisi yok. Bu ölümcül boyutta da değil. Ben hamile kalabiliyorum ama çocuğu karnımda taşıyamıyorum. Bir kez daha deneyeceğim. “Baba” olmayı hak eden bir eşim var. Bir kez daha anne olmayı deneyeceğim. Ama bir ya da iki yıl içinde değil. Buna gücüm yok. Şu anda daha loğusayım ve bir kadının çocuksuz loğusa dönemini yaşaması kadar anormal bir şey olamaz. Bu anlamda benim ikinci loğusalığım. Ama ben biliyordum, biliyor musunuz?

Neyi biliyordunuz?
- Bebeğimi kaybedeceğimi... 5,5 aya girerken Musa’ya, “Çocuğumuzu kaybedeceğiz, o ölüyor, altımdan bir şeyler geliyor, rüyamda gördüm” dedim. Bu beni strese soktu, stres damarlarımın daha çok büzüşmesine neden oldu, bu tansiyonumu yükseltti. Bir de kan pıhtılaşması eklenince, bebeğimi kaybettim . Bir daha hamile kalırsam artık hayatımda strese yer yok. Ama şunu da kabul ettim, belki benim hiç çocuğum olmayacak! Kahvaltı masasına Musa’yı çağırırken, çocuklarımın isimlerini de sıralamak istiyordum. İşte bu beni çok düşündürüyor.

Hangi anlamda düşündürüyor?
- Bebeğimi kaybettiğim gün hastanede Musa’ya, “ayrılalım” dedim. Çünkü o çok üzüldü, yıprandı. Hep teselli eden oydu. Ama onu teselli eden kimse yoktu. Gece yarıları hıçkıra hıçkıra ağladığına şahit oldum kaç kez. O yüzden onun bu kadar yıpranmasına dayanamadım ve bir sabah, “İstersen ayrılalım” dedim. Baba olmak onun en doğal hakkı. Sanırım ben ona bunu yaşatamayacağım. (Ağlıyor) Bir evlilik çocuksuz, ne kadar evlilik sayılabilir ki? Ben boşanalım dedim, o da bana, “Ben çocuksuz yaşayabilirim ama sensiz yaşayamam, zaten sen benim çocuğumsun” dedi. Eğer beş yıl içerisinde çocuğum olmazsa, hakikaten onun hayatında olmak istemem. Ben eşimin bir ömür boyu çocuk olmadan benimle yaşayabileceğine inanıyorum. Ama ben ona bunu yapabilir miyim, bunu bilmiyorum. Allah umarım iyi yazı yazmıştır bana.

NEREYE DEFNEDİLDİĞİNİ BİLMİYORUM

Nasıl öğrendiniz, size nasıl söylediler bebeğinizi kaybettiğinizi?
- 6 Nisan sabahı erken uyandım. Direkt çocuğun yanına gitmek istedim, kapıdan sokmadılar. Sonra bir baktım Musa geldi. Bizi bir odaya oturttular. Doktor Musa’yı çağırıp beni çağırmayınca anladım. Sonra Musa dışarı çıktı ve “Seren, kızımızı kaybettik” dedi. Yıkıldım... Kızımın yanına bir daha gidemedim. Eğer gitseydim, şu anda hiç kendime gelemezdim. (Ağlıyor) Musa ile birbirimize sarıldık, ağlaya ağlaya odamıza çıktık. Başka ne yapabilirdik ki... Sonra Musa kızımızı aldı, defnetti. Ama ben nereye defnedildiğini bilmiyorum. Bilirsem, günlerce o mezarlıktan çıkmam. Evde şu an bebek konusu açılmıyor. Zaten bebek görmeye, bebek reklamları izlemeye bile dayanamıyorum. Özellikle şu haziran ayının gelmesini hiç istemiyorum. Çünkü haziranda doğum yapacaktım. Bu benim için çok büyük bir travma. Her gün “Bugün ayın kaçı?” diye soruyorum.

BEBEK EŞYALARINI SANDIĞA KALDIRMAKTAN YORULDUM

Kızınızı gördünüz, kokladınız, sevdiniz. Tabii ki onun acısı çok daha farklıdır...
- Evet... Kızımı görmüş olmasaydım, ona dokunmasaydım, o annelik hissini hiç bilmemiş olmasaydım, bu kadar yıkılmazdım. Üç yıldır herkes bana hep taziyeye, başın sağ olsun demeye geliyor. Ve ben bir loğusalık dönemi geçiriyorum, evime çocuksuz dönüyorum. O loğusalık döneminde sütüm geliyor, göğüslerim şiş ama ben sütümü veremiyorum. Çünkü kucağımda çocuk yok. (Ağlıyor) Bunun acısını tahmin edemezsiniz, ki ben bunu üç kez yaşayan bir kadınım. Allah sevdiği insanları sınarmış. Ben de böyle düşünüyorum. Acıların karşısında duvar gibi durmayı öğrendim. Allah bana çok iyi bir eş verdi. Sabahları uyandığım zaman bana sarılır ve “seni o kadar seviyorum ki bu kadarı fazla değil mi” der. Banyodan çıkarım, saçımın arkalarını kurutamıyorum, ıslak kalıyor diye, hastalanırım endişesi ile saçımı kurutur. Ayağıma çorabımı giydirir. Böyle bana çok düşkün ve sevgi dolu bir eşim var. Karısına bu kadar şefkatle davranan bir eş, kim bilir ne kadar iyi de bir baba olur. O yüzden Musa çocuğu çok hak ediyor. Çok iyi baba olur. Yani ben, kendini geliştiremeyen bir kadın gibi utanmaya başladım. Psikolojik olarak beni yıprattı. Devamlı bebeklerin eşyalarını kaldırıp, sandığa koymaktan yoruldum.


Hürriyet
Sema EREN 26 Mayıs 2009
Seren ne yapsın

Ajitasyon yapmıyorum



Ajitasyon yapmıyorum

“Var mısın Yok musun” yarışmasıyla üne kavuşan ve şu sıralar “Cam Kırıkları” dizisinde rol alan Nursel Ergin, bugünlere geçmişini kullanarak gelmediğini söyledi.


Çocuk yuvasında büyüyen Ergin, “Hiçbir zaman ajitasyon yapmadım. Hayat hikayemi anlatıp dimdik ayakta durdum. Yapımcıların ilgisini güzelliğim de çekmedi. Ama ekran beni sevdi. Keşke daha önce keşfedilseymişim” diye konuştu.

Keşke daha önce keşfedilseymişim

“Var mısın Yok musun” yarışmasıyla üne kavuşan Nursel Ergin, hem reklam hem de dizi filminde oynadı. Kendisini ön plana çıkaran şeyin samimiyeti olduğunu söyleyen Ergin, “Hiçbir zaman ajitasyon yapmadım. Hayat hikayemi anlatıp dimdik ayakta durdum. Yapımcıların ilgisini güzelliğim de çekmedi. Benden güzelleri var. Ama ekran beni sevdi. Keşke daha önce keşfedilseymişim” diyor.

Yarışmadan bu yana hayatınızda neler değişti?
- Yarışmadan bu yana 8 ay geçti. Israrla aynı şeyi söyleyeceğim; bence hiçbir şey değişmedi. Artık çok keyif aldığım bir işim var. Tek değişiklik bu. Çevre olarak da, biraz daha oyuncuları tanımaya başladım. Öyle bir arkadaş çevrem olmaya başladı. Onun dışında evim de, etrafım da aynı şekilde duruyor. Hiç değişmesinler zaten.

Keyif aldınız mı peki oyunculuktan?
- Çok aldım. Hatta “Keşke daha önce beni keşfetselermiş” diyorum. Oyuncu olmak gerçekten çok zevkli. İnşallah ileride bununla ilgili eğitim aldığımda ve oyunculuğu bilinçli yaptığımda daha çok keyif alacağım.

“Var mısın Yok musun” yarışmasında bir çok insan yarıştı. Ama siz ünlü oldunuz. Sizce bunun nedeni nedir?
- Çünkü ben samimiyim. Hakikaten benimle konuştuğunuzda o samimiyeti anlarsınız. Ben asla rol yapmam. Orada da hangi kameradayız diye bakmak yerine, yarışan arkadaşıma konsantre olmayı tercih ettim. Ben de halkın içinden biriyim ve TV seyrederken buna çok önem verirdim. Kimin samimi, kimin sahte olduğunu zaten her akıllı insan anlayabiliyor. Bence bunu fark etti halkımız, onun için beni çok sevdiler.

Ama size oyunculuk teklifi geldi...
- Oyunculuk konusunda epey direndim çünkü korktum. Oyunculuk eğitimi alanlar bana karşı çıkacaklar diye tahmin ettim ki oluyor. Bununla ilgili endişelerim çok oldu ama beni isteyen TRT olduğu için bir kere çok gurur duydum kendimle. “Onlar istiyorsa bende bir şey var” diye düşündüm. Hiç kimse; “Gözün güzel, güzel ağlıyorsun” diye başrol vermez diye düşünüyorum. Deneme çekimleri sonucunda benim oynamama karar verdiler. Bu da kendime güvenmemi sağladı. Yani oyunculuk öğrenilebiliyor. Çünkü ben bu konuda çok kararlıyım. Eğitimini de alacağım aslanlar gibi!

Bir mücevher markasının yüzüsünüz. Neden bu firma marka yüzü olarak sizi tercih etti?
- Işıltımdan olabilir! Neden olduğunu bilmiyorum ama böyle bir teklif gelince çok gurur duydum. Birçok reklam teklifi aldım ama bu firmayı tercih ettim. Reklam filminde de taktığım takıya çok inandım. O yüzden o kadar güzel oldu. Beni neden tercih ettiklerine gelince... İnsan kendini nasıl yorumlayabilir ki! Herhalde doğru isim olduğumu düşünmüşlerdir. Halk beni çok sevdi. Birisinin birisini sevmesi, kabullenmesi zor bir olay. Türk halkı beni çok bağrına bastı, belki ondandır.

“Bu insanlar hikayemden dolayı acıyıp beni sevdiler” diye düşündünüz mü hiç?
- Hiç düşünmedim. Çünkü ben hikayemde hiçbir zaman ajitasyon yapmadım. Aksine; “Ben yuvada büyüdüm, aslanlar gibi buradayım, çok da güzel yetiştim. Yuvadan düzgün insanlar çıkabiliyor” diye dimdik durdum. Bence dik duruşum, bu kadar kendime güveniyor olmam, düzgün bir şekilde tek başıma da olsa hayatta kalabilmem insanları etkiledi.

Kendinizi güzel buluyor musunuz?
- Aynaya baktığımda güzel birini görüyorum ama; “Memleket gibi kadınım, çok seksiyim” demiyorum. Kendimi sempatik buluyorum. Aynaya bakmayı seviyorum, baktığımda çirkin bir şey görmüyorum. Aynalarla barışığım.

Bunca yıldır hayat size neler öğretti?
- Her çıkışın bir inişi, her inişin bir çıkışı olduğunu öğretti. Her zaman güçlü olmam gerektiğini öğretti.

KARŞIMA AYAĞIMI YERDEN KESECEK KİMSE ÇIKMADI

Bu kadar tanınmanızda güzelliğinizin ne kadar etkisi var?
- Ben yapımcıların dikkatini çekecek kadar güzel olduğumu düşünmüyorum. Çünkü çok güzel kızlar var. Güzelliğimle alakası olduğunu düşünmüyorum bence bu elektrikle ilgili bir şey. Ekran beni çok sevdi. Hiç ekran fobim yok. Kamera karşısında hiç elim ayağım titremiyor. Nasılsam öyle oluyorum. Sanırım rahatlığımdan dolayı... Ekran da görsel bir şey. İnsanlar güzel bir şey görmek istiyorlar. Çirkin de değilim herhalde. Elim ayağım da düzgün.

“Çok erken evlendim” diye düşündünüz mü hiç?
- Çok düşündüm hâlâ da çok düşünüyorum. 18 yaşında evlendim. 19 yaşında anne oldum. O sıralar çok üzüldüm ama şu anda hakikaten akıllı kadınmışım diyorum. İyi ki evlenmişim ve iyi ki bir çocuğum var. En büyük kazanç da bu. Boyum kadar kızım var ve ben daha 29 yaşındayım. Çok da küçük gösteriyorum. Görenler inanamıyor. Ben de inanamıyorum. Aynaya baktığımızda; “Gerçekten şaşırdıkları kadar var” diye düşünüyorum. Artık çok aynı olduk. İyi ki yapmışım. İyi ki kız çocuğum olmuş. Arkadaş gibiyiz. “Anne bu ayakkabını sakla ben ileride giyeceğim” diyor. Sürekli ayakkabılarımı deniyor. Çok hoşuma gidiyor. Benim de ayağım 35 numara, geçen gün ona da 35 numara aldık. Hatta ona ayakkabı almaya gittik, çocuk reyonundan ben kendime buldum!

Bir röportajınızda bundan sonra evlenmeyi düşünmediğinizi söylemişsiniz. Hâlâ aynı fikirde misiniz?
- Aynı fikirdeyim ama hayatta çok büyük konuşulmaması gerektiğinin de bilincindeyim. Keşke karşıma beni ve çocuğumu çok sevecek biri çıksa. O zaman neden olmasın? Tek başına olmayı çok seviyorum, galiba izin de vermiyorum hayatıma girilmesine. Ayağımı yerden kesecek kimse çıkmadı karşıma.

Mehmet Perinçek’le güzel bir ilişki yaşadığınızı duymuştuk...
- Yok olamadı. Kaldı öyle. O yazıldığı kadar ciddi boyutta bir şey olmadı. Okuyunca ben de şaşırdım. Mehmet Perinçek’i tanıyorum, arkadaşım. Ama bir şey yaşayamadan öyle kaldı. Benim böyle bir arayışım yok ama karşıma aşk çıkarsa da “Hayır” demem.

Çocukluğunuzda yaşadığınız şeylerden dolayı ileride bir çocuğu evlat edinmeyi düşünür müsünüz?
- Kesinlikle çok istiyorum. Koruyucu aile olma ve evlat edinme farklı şeyler. Evlat edindiğin çocuğu tamamen kendi nüfusuna geçiriyorsun. Bunun için çocuğun ailesinden kimsenin olmaması gerekiyor. Çocuğun kimsesiz olması gerekiyor. Kimsesiz çocuk sayısı da az. Dolayısıyla bu zor oluyor. Bizim istediğimiz insanların koruyucu aile olmaları. Yuvalara gidip danışsınlar. Ben de kesinlikle düşünüyorum. Ben yuvalardaki çocuklarla iç içeyim. Ama daha güçlü olduğumda ciddi anlamda bir değil, birçok çocuğu yetiştirmek isterim.

Erkeklerin ilgisi arttı

Nasıl bir aşıksınız?
- Zorum. Onun için de yalnızım işte. Çünkü erkek gibi, her şeyi tek başına yapmayı seven biriyim. Cıvık ilişkilerden, kıskançlıklardan hoşlanmıyorum. Adam gibi bir adam olması ve kendine çok güvenmesi lazım. Benden daha güçlü ve akıllı olması lazım. Bunların hepsi birden tek insanda yok.

İlgiden dolayı sizinle birlikte olmak isteyen erkekler sizi ürkütüyor mu?
- Kesinlikle daha çok ilgi arttı. Ama ben ne istediğini bilen biriyim. Hâlâ küçücük bahçemde kocaman kurallarım var.
Hürriyet
Pınar YILMAZERLER 27 Mayıs 2009
Ajitasyon yapmıyorum



Ajitasyon

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Psikomotor ajitasyon,genel olarak kişisel ruh bozukluğu nedenlerine, aynı zamanda çevrenin tutum ve davranışına da bağlı olarak davranışsal ve ruhsal heyecanlılık şeklinde beliren az ya da çok tutarsız aşırı davranış. Bazı ajitasyon çeşitleri teşhis koymada işe yarar. Bunlar, nevroz, psikoz ya da yetersizlik durumlarıyla birlikte bulunmalarına göre gruplandırılabilir.

Nevrozlu ajitasyon krizleri, kızgınlık davranışları ya da umutsuzluk biçiminde, özellikle çevreye uyum sağlayamayan kişilerde görülür. Bu davranışlar, çoğunlukla, çevrenin engellemelerine verilen tepkisel yanıtlardır. Psikoz süreçlerinde, ajitasyon nöbetleri, heyecan durumlarıyla birlikte bulunmalarına göre az çok bir sisteme bağlanabilirler.

medyadan

BlogcuZade Master