16 Aralık 2009 Çarşamba

Curling


Kız uğruna buz sporu


Sinem VURAL 9 Aralık 2009
Kız uğruna buz sporu
Hürriyet Özel Röportaj


Curling sporu Türk insanına yabancı... Ama bu spor son dönemde çekilen bir Türk filminin ana teması oldu. 18 Aralık’ta vizyona girecek olan “Süpürrr!” sevdiği kız uğruna buz sporu curling’i öğrenmeye çalışan Oğuz adlı gencin komik öyküsünü beyazperdeye taşıyacak. Filmin kamera arkasında yaşananları, detaylarını başrol oyuncuları Cem Kılıç ve Başak Parlak’a sorduk.

* Filmin konusundan bahseder misiniz?

- C.K: Filmin türü için “sportif komedi” diyoruz. Sporu konu alan bir komedi filmi. Bir aşk uğruna neleri göze alırsın ya da bir insan isterse yapamayacağı şey yok gibi mesajları var.

* “Milli olmak” deyimini ilk kez gerçek anlamıyla kullanan komedi filmi aynı zamanda!

- C.K: Evet, bu kendi aramızda da espri konusu oldu açıkçası...

* Karakterleriniz hakkında neler söyleyeceksiniz?

- C.K: Oğuz, Naz’a sırılsıklam aşık, onu kaybetme korkusu taşıyan, hırslı bir genç...

- Başak Parlak: Naz, Oğuz ile büyük bir aşk yaşıyor. Evlenme noktasına geliyorlar. Ama Naz’ın babası, yani Sümer Tilmaç, “Ben milli sporcu olamadım, bari damadım olsun” diye tutturuyor. O andan sonra da Oğuz ve arkadaşlarının milli olma mücadeleleri başlıyor.

TÜRKİYE’NİN İLK CURLING’CİLERİYİZ

* Neden spor olarak Türkiye’nin hiç de aşina olmadığı curling seçildi?

- C.K: Hikaye gereği 3-5 ay içinde milli olunacak bir spor gerekiyordu. Diğer dallar zaten fethedildiği için çok bilinmeyen bu spor tercih edildi.

* Curling’i daha önce biliyor muydunuz?

- B.P: Ben izliyordum.

- C.K: Ben izlerdim de adını bilmiyordum.

* Neye benziyormuş yakından bakınca?

- C.K: Dart, bilardo ve bowling arasında bir spor bence... Çünkü ortada bir hedef var, o yönüyle dartı andırıyor. Taşları düz bir zeminde hedefe doğru kaydırmanız gerekiyor, bu da biraz bilardo ve bowlinge benziyor.

* Curling hakkında her şeyi öğrendiğinizi söyleyebilir miyiz?

- C.K: Evet, neredeyse... ıskoçya’ya ait bir spor bu. Her yaştan insanın yapabileceği, kolay öğrenilen bir spor.

* Sizden önce de yapan birileri var mıydı bu sporu Türkiye’de?

- C.K: Türkiye’de bu sporu yapan kimse yoktu. İlk curling pistinde biz kapıştık. ılk curling’ciler biziz. Neredeyse milli takım oluyorduk.

* Gerçekten milli takım olacak mıydınız?

- C.K: Bu gerçek-leşiyordu. Herhalde federasyon gerekli adımları atmadı. Yoksa sadece Türkiye için değil dünya basınında da haber değeri olan bir iş çıkacaktı. Düşünsenize, aktörlerden kurulu bir milli takım. Yunanistan’ı bile yenebilirdik gerçekten. ıyi atışlar yapıyorduk. Çekimlerden arta kalan zamanlarda baklavasına curling maçı yapıyorduk kendi aramızda...

ÖPÜŞME SAHNESİNDE BIYIK DEZAVANTAJ

* Öpüşme sahnesini nasıl çektiniz?

- C.K: Hep bu konuşuluyor, ama biz çekerken zorlanmadık. Belki Başak bıyıklı bir erkekle öpüşmekte zorlanmıştır gerçi... Benimki Chevrolet tamponu gibi. ınsanlarla arama mesafe koyuyor.

- B.P: Evet, biraz zor geldi ama çok fazla sorun yaratmadı.

* Filmdeki en komik sahne hangisi size göre?

- B.P: Beni en çok Jess Molho’nun sahneleri güldürdü diyebilirim. ılk kez kötü adamı oynuyordu.

CEM KILIÇ: MÜZİK VE OYUNCULUK BİRLİKTE GİDECEK

Mask adlı mekanda sahne almaya devam ediyorsunuz...

- Evet, Beyoğlu’ndaki Mask’ta sahne alıyorum. Ama sahnem hakkında bir bilgi vermiyorum. Gelenler izlesin.

* Yeni projeler neler?

- Bir sinema filmi yazdım. Yaz başında aynı teknik kadro ile bu filmi çekmeyi planlıyoruz. Müzik çalışmaları da devam edecek.

BAŞAK PARLAK: BÜYÜELÇİ BİLE OLABİLİRİM

Okul nasıl gidiyor?

- Uluslararası ilişkiler okuyorum, ikinci sınıftayım. Konservatuvar dışında bir eğitim daha almayı, farklı bir mesleğimin daha olmasını istiyordum. Dolayısıyla halimden çok memnunum. Çok zevkli bir bölüm.

* Ne olacaksınız?

- Aldığım eğitim kaymakam, ataşe, büyükelçi olmaya kadar gidiyor.

* Oyunculuk devam edecek mi?

- Yeni yıldan sonra bir gençlik dizisi projesi var. Daha cast belli değil. Bekliyoruz.

Körling (İng.Curling), 42 metre boyu, 4,3 metre eni olan buzdan bir pist (rink) üzerinde oynanan bir olimpik takım oyunudur.

Buz üzerine disk şeklinde iç içe çizilmiş üç halka hedefi, evi oluşturur. Pistin iki ucunda olan 3,66 m çapındaki evin; oyun hattı, hogdan uzaklığı 6,4 m, birbirlerinde uzaklığı 34,7 m.'dir. Puan, ev'in merkezine karşı takımdan daha yakına taş atarak kazanılır.
Hassaslık seviyesi ve kazanmak için ortaya konan stratejik düşüncenin karmaşık yapısı sayesinde curling "buz üzerinde satranç" olarak değerlendirilir.


Oyun Pisti - Rink

Rink'in ebatları

Rink, iki ucunda (iç içe çizilip boyanmış üç halkanın oluşturduğu hedefin,) evlerin bulunduğu buz pistidir. 3,66 m çapındaki evlerin önünde, 6,4 m mesafede oyun hattı, hog bulunur. Rinkin ve evlerin ortasından boylu boyunca tee hattı (ingilizce: tee line) uzanır. Evlerin ortasından geçen rinki enine kesen merkezi çizgiler (ingilizce:center lines) ile tee hattı evleri dört eşit dilime ayırır ve evlerin ortasındaki düğmeyi (ingilizce:button) oluştururlar. İç içe geçen çizgiler taşların merkeze yakınlığına karar verilmesinde rol oynarlar. En dıştaki çemberin dışında kalan taşlar evde değildir, skor üretmezler. Düğmeden 3,66 m ilerde merkezi çizgiye paralel (çentik) çizgi(si)nin ortasında çentik (ingilizce:hack) bulunur. Çentikler atış için itiş desteği olurlar. Atıcılar genelde ayaklarıyla çentikten destek alarak atışlarını gerçekleştirirler. Kapalı rinklerin iki ucunda kenarları 7,6 cm'i geçmeyen iki adet sabit kauçuk çentik bulunur. Hareketli çentikler de kullanılabilir.

Pistin hazırlanması sırasında buzun üzerine su damlalarının püskürtülmesiyle (pebble) çakıl denilen yüzey oluşturulur. Çakıl ile taşın sürtünmesinden taş dışa doğru yahut içe doğru dönerek ilerler, bu da güzergahın kıvrılmasına (ingilizce:curl) yol açar. Bu çakıl katmanının oyun süresince aşınması ile bu kıvrılma da oyun boyunca değişir. Ayrıca rinkin oyun süresince aynı sıcaklıkta, -6 °C'de kalması da sağlanmalıdır.

Rink'te en uygun koşulları sağlamak tam bir bilimsel çaba gerektirir. Pek çok körling salonunda işi sadece buzun durumuyla ilgilenmek ve sahayı hazırlamak olan kişiler görevlidir.

Bazen buz kristalleri taşın altına yapışır, bunun sonucunda taşın güzergahında sürtünmeyi arttırır ve taşın güzergahını değiştirir. Çakıl azaldıkça ve eğer pisti oluşturan suyun içindeki minerallari ayrıştırıcı özel işlem uygulanmamışsa taşın altına yapışmalar ve sürtünme artar.

Oyun malzemeleri

Ayakkabılar

Körling ayakkabıları

Körling için oyuncular özel ayakkabılar giymek zorundadırlar. Ayakkabının tekinin tabanında kaydırıcı (slider) denen teflondan ya da benzer malzemeden pürüzsüz bir hat bulunur. Kaydırıcı haricen başka bir ayakkabının altına da yapıştırılabilir bir malzemedir. Kaydırıcı sayesinde oyuncu çentikten ayrılıp atışını yaparken kayabilir. Solak oyuncuların sağ teklerinde, sağ elini kullanan oyuncuların sol teklerinde kaydırıcı bulunur. Diğer tekin altında ise çekişi artırmaya yarayan kauçuk bir hat bulunur.

curling süpürgesi kayanın önünde buzu süpürüp güzergahını kaybetmemesi için kullanılır.

Süpürge (veya Fırça)

Körling süpürgesi kayanın önündeki buz yüzeyini süpürmek için kulanılır. Hızlı bir süpürme ile yüzeydeki buzu eritecek, azalan sürtünme sayesinde taş ivmesini koruyacaktır. Bu da taşın doğrultusunu kaybetmemesini sağlar. Beyhude gibi görünmesine rağmen, süpürge pist üzerindeki buz artıkların kaldırılması için de kullanılır. Skip rink'in diğer ucunda atıcıya kayayı fırlatması gereken doğrultuyu göstermek için de süpürgeyi kullanır. Bazı atıcılar da taşı fırlatırken süpürgelerini dengelerini sağlamada kullanırlar.
Önceleri mısır püsküllerinden yapılma süpürgeler kullanılmış. Zamanla fırçalar mısır süpürgelerinin yerini almış. Günümüzde bu spora has özel fırçalar kullanılmaktadır. Ama hala süpürge olarak adlandırlmaktadırlar.

Körling taşı, veya kaya, 19,96 kg dır ve üzerinde, fırlatıldığında dönmesini de sağlayan, taşıma sapı bulunur. Eğer sap taşın boyunca döndürülmüş ise (sağ elli atıcılar için saat yönünde, solak atıcılar için saat yönünün tersine doğru) atış "in turn" kabul edilir ve eğer sap, taştan uzağa doğru döndürülmüşse (sağ elli atıcılar için saatin ters yönünde, solak atıcılar için saat yönüne doğru), "out turn" denir. Sap renkleri takımların taşlarını birbirlerinden ayrılmasına yarar (genellikle bir takım sarı diğeri kırmızı saplı taş kullanırlar). Sapta hog çizgisi ihlallerini tespit için bir algılayıcı da bulunabilir[1]

Taşın altı düz değil konkavdır. Bu sayede buzla temas halindeki ("çalışan yüzey") konkav tabanın altında sadece 6 - 12 mm genişliğindeki hat olur. Bu dar çalışma yüzeyi sayesinde buzun üstünde bulunan çakıl tabakasının taşın hareketine katkısı olur. Düzgün şekilde hazırlanmış buzda, kayanın güzergahı kayanın döndüğü yöne doğru bel verip (kavis alıp) hedefine ilerleyecektir. Bu kavisin derecesi, buzun hazırlanması ve oyun sırasında güzergahın deformasyonuna bağlıdır. Kayanın iyi kavis aldığı buz kaygan nitelendirilir.

İskoçlar kaliteli taşların Ayrshire sahilindeki Ailsa Craig'de bulunan Ailsite adı verilen belirli bir granitten olması gerektiğine inanmaktadırlar. İskoç Curling Taşı Şirketi'ne göre; Ailsite su emme kapasitesi az olduğundan, donma ve erimenin yol açtığı aşınmayı önler[2]. Eskiden bütün curling taşları bu granitten yapılırdı.

Lakin, ada şimdilerde doğal hayatı korumak için korunmakta ve artık madencilikte kullanılmamaktadır. Ailsite'ın az bulunmasından dolayı, Olimpik seviyede kayaların fiyatları 1500 $'a erişebilmektedir. Bir çok curling klübünde ailsite'a başka granit taşlar yapıştırılarak çalışan yüzey oluşturulmuştur. Bazı düşük bütçeli kulüplerde betondan yapılma curling taşları da kullanılmaktadır.

ABD Milli Takımı oyuncuları 2006 Kış Olimpiyatları'nda

Turin 2006 Kış Olimpiyatı'nda kullanılan curling taşları, İskoçya'nın Kuzey batısında bulunan Llyn Yarımadasındaki Yr Eifl dağındaki madenlerden çıkarılan Garn For granitindendi.

Özel ekipmanlar

Kaya için "Eye On The Hog" adı verilen özel bir sap geliştirilmiştir. Bir entegre elektronik devre kayanın hog çizgisini geçmesinden evvel elden çıkmasına yardım sağlar. Sap metal boya ile kaplanmıştır; bir devre fırlatanın elinin hala temas halinde olup olmadığını ölçer ve bir hog hattındaki bir başka devre hattı geçişini kontrol eder. Sapın altında yer alan lamba vasıtası ile hog çizgisini geçtikten sonra temas olup olmadığı anlaşılır. Bu sayede kontroller insan hatasından arındığı gibi, hog çizgisi görevlilerine duyulan gereksinimi de ortadan kaldırır. Negatif tarafı bu ekipmanın tanesinin 650 $ olmasıdır (bir turnuvaya katılan takımlardaki tüm kayalarda kullanılması gerektiğinden maliyet oldukça yüksek olacaktır). Bu yüzden olimpiyatlar gibi üst düzey ulusal ve uluslararası yarışmalarda kullanılırlar.

Kayalar oyuncular tarafından kayarken sapları vasıtası ile fırlatılmak için dizayn edilmiş olsalar da kayaların fırlatılmasına yardımcı olmak amacı ile "dağıtım sopaları" da geliştirilmiştir. Bu sopaların dizaynları sapa takılmalarını sağlar ve böylece atışı gerçekleştirecek oyuncu elini kayadan çekmek için eğik olarak kaymak zorunda kalmaz. Bu sopalar sayesinde engellilerin ve sağlık problemlerinden dolayı eğilemeyenlerinde bu sporu yapması sağlanmıştır. Kanada Curling Birliği Curling Kuralları'na göre "Dağıtım sopaları yardımıyla oyuncuların kayaya ellerini sürmeden atış yapmaları kabul edilebilirdir (kurallar dahilindedir)."

Oynanışı

Bir maç on (oyun) son(un)dan ibarettir. Eğlence için genelde 8 veya 6 sonla oynanır. Bir (oyun) son(u) her iki takımın tüm oyuncularının iki atış hakkını, toplam 16 kayayı kullanmasıdır. Eğer 10 (oyun) son(u) bittiğinde eşitlik varsa bir son daha tie break (uzatma) eli olarak oynanır. Bu uzatma eli de beraberliği bozamamış ise beraberlik bozulana kadar son oynanmaya devam edilir. Kazanan tüm sonlar bittiğinde en fazla puana sahip olan takımdır (Bakınız Skor başlığı)

Herhangi bir seviyedeki karşılaşmada tüm sonlar bitmeden kaybeden takımın kazanma şansı kalmasa bile maçı terketmesi uygun değildir. En çekişmeli turnuvalarda 8 son tamama ermeden kaybeden takımın terketmesine izin verilmez. Çekişmeli turnuvalarda kaybeden takımın "taşlarının bitmesi" ile maç sona erer; bu da sonuncu sonda kaybeden takımın elindeki taşların beraberliğe yetecek olandan az kalmasına verilen addır.

Uluslararası yarışmalarda her taraf kendine verilen 73 dakikada tüm atışlarını tamamlamalıdır. Ayrıca her takımın her 10 sonda iki adet 60 saniye mola hakkı vardır.

Atış

Kayayı fırlatırken hog çizgisini geçmeden elinden çıkarmanız gerekmektedir (oyuncular ellerinden kayayı çıkarırken genellikle kayarlar).

İlk üç oyuncu kayalarını fırlatırken, skip oyuncuları yönlendirmek için pistin diğer ucunda beklemektedir. Skip atış yaparken yerine "üçüncü" skip'in yerini alır. Böylece her kaya fırlatıldığında bir oyuncu kayanın başında fırlatmak için bir diğeri pistin diğer ucunda yönlendirmek için bulunur.

Geriye kalan iki oyuncu, ellerindeki süpürgeler vasıtasıyla, kayayı takip eder ve önündeki buz tabakasını süpürerek güzergahta ilerlemesine yardımcı olurlar. Süpürme kayanın dönmesini yavaşlatırken katettiği mesafeyi arttırır. Süpüren oyuncular skipten ve/veya atıcıdan aldıkları yön direktifleri ile kendi değerlendirmelerini kullanarak, uygun zamanlamayla, kayanın uygun pozisyona gelmesini gelmesini sağlarlar. Direktif verirken genellikle, atıcı veya skip "HARD" (Sert) diye bağırır. Bahsettikleri süpürücülerin buz yüzeyine uyguladıkları basıncın miktarıdır. Atışlar arasında takımlar oplanıp birbirlerine bir sonraki kayanın konumu konusunda danışırlar

Kayanın yollanması

Kayanın fırlatılması işlemi "yollama" (İngilizce:the delivery)diye adlandırılır. Zorunlu olmamasına rağmen tüm curling oyuncuları kayayı hack'den kayarak yollarlar. Kaymaya oyuncu bir ayağı (altında kaymaz bant olan teki) ile hacklerin birinden (ki bu konuma "hackde olmak"(İngilizce:in the hacks) denir) başlar. Sağ elli oyuncu için soldaki hackden, solak oyuncu için ise tam tersi hackden.

Kayayı yollarken hatırlanması gereken, kayanın ilerlemesi için gereken momentumun kaymak için kaç adım birlikte kayılacağıdır. Gerekli olmadıkça kolla kayanın itilmesi akıllıca olmaz. Hackde iken oyuncunun eğilmesi ve pistin diğer yanındaki skip ve skip'in süpürgesi ile aynı hatta olması gerekir. Hackde süpürge dengeye yarar. Farklı oyuncular süpürgelerini değişik şekillerde tutarlar. Süpürge kayanın diğer tarafındaki elde ve süpürmeye yaramayan tarafı buza doğru tutularak taşınır. Bu da süpürgenin yumuşak yüzünün buza sürtünmesini engellemeye yarar.

Herhangi bir yollamadan evvel kayanın çalışan yüzeyinin ve atıcının çevresinin temiz olması önemlidir. Bu da kayanın çalışan yüzeyinin elle yahut süpürge ile temizlenmesi ile çevrenin de yine süprge ile süpürülmesi ile sağlanır. Zira güzergahta veya çalışan yüzeydeki herhangi bir kir güzergahtan sapmaya ve atışın kaçırılmasına yol açar. Bu sapmanın gerçekleşmesine "pick" (Türkçe okunuşu "pik") adı verilir.

Kaya temizlendikten sonra ikinci adım kayanın dönüş yönünü saptamaktır. Skip atıcıya genelde bunu söyler. Atıcı böylece kayanın sapını saat iki yönünde ya da saat on yönünde tutacaktır. Atıcı kayayı fırlatırken sapı bu iki pozisyondan saat oniki pozisyonuna çevirerek elinden çıkaracaktır. Sapı saat on pozisyonunda olan kaya saat yönünde, sapı saat iki pozisyonunda olan kaya saatin tersi yönde dönecektir. Genellikle istenen dönüş sayısı durmadan önce kendi ekseni etrafında iki buçuk dönüşün tamamlanmasıdır.

Seyrederek anlaşılamayan spor: Curling

Seyrederek anlaşılamayan bir spor: CurlingHer ne kadar Türkçe’ye “falsolama” diye çevrilebilecek olsa da, curling çoğumuz için “Eurosport’daki süpürgeli adamların buz üstünde oynadığı o anlaşılmaz oyun” olarak kalmaya devam etti yıllar boyunca. Ara sıra birkaç dakikalığına merakla izleyip “ohho civanım o taşı atmakta iş mi?” gibi yorumlar getirdiysek de, curling çözülmesi imkansız bir gizem, sayıların nasıl alındığının anlaşılmadığı kapalı bir kutu olarak kaldı genellikle. Bir kısmımız taşların birbirine çarpmasını iyiye işaret olarak yorumlasa da, tam da o anda asılan suratlar ve yorumcunun “çok kötü oldu bu, geçmiş olsun” yönünde İngilizce serzenişleri pişman etti bizi. Çözülemeyen bu sır çoğu zaman içimizde bir sızı olarak kaldı, moralimizi bozdu. Biz de bu soruna bir çözüm bulma zamanının gelip de geçtiğini düşünerek curling dosyasını açıyoruz.

O taşlar ne, hadi taşı bıraktım süpürgeler ne işe yarıyor, bir de nasıl öyle kayıyorlar?

O taşlar ne, hadi taşı bıraktım süpürgeler ne işe yarıyor, bir de nasıl öyle kayıyorlar?Güzel sorular gerçekten. Tabii bunları anlatmaya başlamadan önce curling tarihiyle ilgili biraz bilgi vermek lazım.

Oyun 16. yüzyılda İskoçya’da ortaya çıkmış. Aşırı soğuk geçen kışlardan ve yapacak pek bir şey olmamasından bunalan birkaç İskoç, buz tutmuş bir gölün üstünde “bak şimdi bu taşı şöyle bir savurayım da gör” diyerek günümüz curling’inin temelini atmış. Önce taşları savurarak başlamışlar işe, taşın buz üstünde kayması zaten hoş bir görüntüymüş ama aralarından rekabeti seven biri “Güzel kayıyor taş ama buna bir de puanlama sistemi bulalım, baklavasına maç yaparız” deyince hepsine mantıklı gelmiş. İşte bundan sonra da dünyada çok az insanın ilk görüşte anlayabileceği o basit puanlama sistemini bulmuşlar, oyun da gitgide gelişmiş, en sonunda günümüzün olimpik curling’i haline gelmiş.

Genel Bilgi

Günümüz olimpik curling takımları dört kişiden oluşuyor. Bunlar bir oyuncu ve üç süpürücü olarak ayrılıyor. Oyun sırasında üçüncü süpürücünün görevi genelde hedefi işaretlemek ve atıcıyla beraber diğer iki süpürücüye komut vermek olsa da, zaman zaman süpürme işlemine de katılıyor.

Gelelim taşlara. Sap takılmış cilalı mermer gibi durduklarına bakmayın, o taşlardan her biri yirmi kilo çekiyor. Bir tanesini hafif sanıp yerinden hızla kaldırmaya çalışın, bravo omzunuzu çıkarmayı başardınız.

Süpürgelerse bildiğimiz süpürgelerden biraz farklı, hem yeri süpürmeye hem de atıcının taşla beraber ilerlerken dengeyi tutturmasına yarıyor. Ayrıca hedef mahallini işaretlemekte de kullanılıyor.

Oyuncuların buz üstünde kaymasını sağlayan ayakkabılarsa başka bir soru işareti tabii. Ayakkabılardan biri kaymayı sağlamak için buz üstünde sürtünmeyi azaltan bir maddeden, diğeriyse bir önceki kadar kaymayan başka bir maddeden yapılıyor. Amaç süpürücülerin dengeyi sağlayabilmesi ve atıcının kendine rahatça yön verebilmesi.

25 Eylül 2009 Cuma

Havadan Sudan

Sortie’den yaza veda


İstanbul yaz gecelerinin en popüler mekanlarından biri olan ve sezonu Beyoğlu konseptiyle geçiren Sortie, bugün ve yarın gece yapılacak iki partiyle yaza veda ediyor.

Geçtiğimiz kış Uludağ, ıstanbul, Bursa ve Eskişehir’de birçok ses getiren partiye imza atan New Generation Entertainment tarafından bu gece düzenlenen “şahane Yıllar” adlı partide DJ Zafer Köseoğlu müzik yapacak. Köseoğlu, 90’lı ve 2000’li yılların en hit yerli-yabancı pop şarkılarıyla konuklara keyifli bir gece yaşatacak. Yarın geceki final partisinde ise ünlü DJ Suat Ateşdağlı performans sergileyecek. Partide ayrıca Ateşdağlı’nın ilk klibi de ilk kez gösterilecek.

Doğru anahtarı bul mücevheri kazan

Maçka’daki bulunan Damas Mücevher Evi, aynı cadde üzerinde 20 metre yukarıya taşındı. Yeni mağazalarına Damas 53 adını veren patron Dilek Ertek, yeni adreslerinde 9 Ekim günü bir davet vereceklerini söyledi. Ertek, davet gününde konuklarına bir de sürpriz hazırladıklarını söyledi. Ertek sürprizlerini ise şöyle anlattı: “Davetlilere o gün 1’er adet anahtar verilecek. Bu anahtarlardan sadece üç tanesi içinde mücevher olan üç ayrı kasayı açıyor olacak. Anahtarı kasayı açan kişiler ise içindeki

Dilmener Hayal Kahvesi’nde

Naim Dilmener, bu gece Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde sahne alacak. Dilmener, pop’tan rock’a, 60’lardan 2000’lere, Ajda Pekkan’dan şebnem Ferah’a, Erkin Koray’dan Duman’a, Sezen Aksu’dan Aylin Aslım’a, Mavi Işıklar’dan Mirkelam’a kadar uzanan geniş repertuvarıyla dinleyicilerine müzik ziyafeti yaşatacak. Yeşilçam filmleri eşliğinde eğlenceli vakit geçirmek isterseniz yerinizi ayırtın derim.

Sakat Nobre

Beşiktaşlı forvet Mert Nobre eşi ile birlikte önceki gün istinye Park alışveriş merkezine geldi. ınönü’de Kayserispor ile oynadıkları maçta sakatlanan eski fenerbahçeli futbolcu, kollukla dolaşıyordu. Kolunun her geçen gün iyileştiğini belirten Nobre haftaya bandajı çıkartacağını söyledi.

Bayram sonrası kontrol

Ümit-Cem Boyner çifti önceki gün ıstinye Park’taki Beymen mağazasını dolaştı. Ardından patron Boyner, son günlerde popüler olan Bej Cafe’nin çalışanlarını tebrik etti ve başarılarının devamını diledi. Çift, Cem Bey’in kullandığı Range Rover marka cipleriyle alışveriş merkezini terk etti.

Koza büyüdü

The Marmara Otelleri’nin sahibi Bike Gürsel’in Ali Güreli ile yaptığı evlilikten olan kızı Koza büyüdü. Koza Güreli, annesi Bike Hanım ile geçtiğimiz hafta bir davete katıldı. Koza Güreli’yi görenler zarafeti ve ağırbaşlılığı ile yaşıtlarından çok daha olgun olduğu görüşüne vardı.

Ağaoğlu ıstinye Park’ta

Ali Ağaoğlu da önceki gün ıstinye Park’taydı. Ali Bey’e hukuk müşaviri Adnan Kılıç eşlik etti. Kılıç ve Ağaoğlu birlikte gittikleri bir görüşmeden sonra karınlarını doyurmak için alışveriş merkezini tercih etmişler.




Manastır gezmelerindeyim

Onur BAŞTÜRK obasturk@hurriyet.com.tr
En alt katında yüzlerce yıl önce ölen 12 bin rahibin mezarının bulunduğu, ünlü grafik artist Escher’in labirentimsi işlerinde olduğu gibi merdivenlerle/kapılarla/avlularla birbirine bağlanan dünyanın en büyük üçüncü manastırında bir gece kalmak ister miydiniz?

Ben isterdim. Hayır tabii ki tek başıma değil, arkadaşlarımla!
Ama onlar istemezse pekala kalabilirdim de...
Çünkü Midyat’a 20 kilometre uzaklıktaki Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Mor Gabriel Manastırı insana, “kapan buraya çocuğum, huzur bul” duygusunu yüklüyor.
Tamam, bende en fazla bir gecelik, bilemedin iki gecelik için böyle bir istek uyandırdı. Ama ötesini de anlayabiliyorum.
Yani burada uzun süre yaşayanları; din görevlilerini, gönüllüleri (70 kişi yaşıyormuş).
Bir manastır daha var. Buradan daha küçük ve Mardin’e daha yakın: Deyrulzafaran. O da heybetli ve günbatımında renkten renge giren dümdüz Mezopotamya diyarına bakıyor.
Ama ben en çok Mor Gabriel’den etkilendim. Orası bir başka.
Eğer Mardin gezisi yapacaksanız yakın/uzak zamanda, sakın es geçmeyin.
Peki gerçekten kalınabiliyor mu bu manastırlarda?
Mor Gabriel Manastırı’nda Süryani değilseniz eğer- bu pek mümkün değil gibi. Ama Deyrulzafaran’da mümkün. Eğer bağış yaparsanız konaklamanıza izin veriyorlar. Tabii ki otel hizmeti filan beklemeyeceksiniz. Burası bir manastır sonuçta.
Amaç, “Gülün Adı” filmindekine benzer bir atmosferi koklamak, sonra da normal yaşamına geri dönmek...
* “NEREDEN (ZIP)ÇIKTI BU MANASTIR MEVZUSU?” DİYENE:
İki gündür Mardin-Midyat hattında gezinmekteyim. şahane bir grupla beraber, ki onları aşağıda teker teker tanıtacağım.
Bir sürü yer gezdim kısıtlı zamanda. Ama beni en çok manastırlar etkiledi. Hani o bildik, Mardin’den baktığında “deniz gibi görünen” ova bile o kadar değil...
O yüzden konuya oradan -balıklama- daldım.

‘Mardin-Midyat hattı grubu’nda kim kimdir

FEBYO TAŞEL... Bu gezinin baş kahramanı olan müzisyen.
Babası Midyat Süryanilerinden. Eşi Funda Arar’a yaptığı bestelerden ismine zaten aşinasınız (En güncel olanı, “Yak Gel”i söylesem)...
Febyo uzun zamandır üzerinde uğraştığı enstrümantal albümünü çok yakında piyasaya sürecek. ışte bu ilk albümde yer alacak fotoğrafları için de Mardin’i, baba memleketini tercih etmiş.
Herkesi sürükleyen o yani.
FUNDA ARAR... Kendisini uzun uzun tanıtmaya gerek var mı?
Çok iyi biliyor buraları, dört-beş kez gezmiş tüm manastırları, medreseleri...
EMRE AKSU... Febyo’nun albümünün süpervizörü, eli kolu, ayağı ve midesi ağrıyanı (yemeklerden mi acaba?)...
ESRA BAŞIBÜYÜK VE EKİBİ... Moda editörü Esra Başıbüyük eğitimini gördüğü işe, yani fotoğrafçılığa dönmüş. Haberim yoktu. Febyo’nun fotoğraflarını o çekiyor. Daha doğrusu çekecek. Hem de çıplak! “Nasıl yani?” dedim dedim, ama açık vermedi. Çekim yapmak için benim Mardin sınırları dışına çıkmamı bekliyorlar herhalde!
VE BENDENİZ... Son dakikada dahil oldum gruba. Zar zor yer buldum THY uçağında (bu ne talep yahu! Bodrum uçağı gibi pahalı üstelik).
Mardin’i böyle şen bir grupla görmek hoş olur diye düşündüm.
İyi etmişim, çok eğleniyorum! Ama bir yandan da manastıra kapanmak istiyorum. Bu ne yaman çelişki anne?
NOT: Mardin macerasının devamı yarın. Çünkü hem güneş hem de Süryani şarabı çarptı, yoruldum.





35 yaş yolculuğu
Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU

Yaşları 30’ların ortasına vardı mı, kadınlarda tatlı bir telaş başlar.

Okul bitirme, işe girme ve çoluk çocuk sahibi olma gibi sorunların çoğu çözülmüş, sıra “kendine bakma”ya gelmiştir. Haklılar! Eğer bu farkındalık doğru ve iyi yönetilebilirse, mükemmel bir hayatı yakalamak daha kolay hale geliyor.

35 yaş yolculuğuna çıkan kadınların aklına gelen ilk sorulardan biri şu: Daha iyi, zinde ve güzel görünmek ve hissetmek için ne yiyip içmeli, hangi besin desteklerini kullanmalı, hangi kremleri sürmeliyim?
Bu sorulardan ilkine yani yeme-içme faslına bugün değineceğiz. Haplar ve kremler kısmı ise arkadan gelecek...

NE YİYELİM NE İÇELİM

30’lu yaşlar sonunda yapacağınız beslenme değişikliklerinin başında, şekeri bir kenara bırakmak ve şekerli yiyeceklerden uzaklaşmak geliyor. Bütün araştırmalar, aşırı şeker tüketiminin bedende yaşlandırıcı birçok süreci tetiklediğini, cildimizden damarlarımıza, eklemlerimizden kaslarımıza dokularımızın çoğunu katılaştırıp sertleştirdiğini ve zamanla görev yapamaz hale getirdiğini söylüyor.

“şekerden uzaklaşma” kararını yalnızca çaya, kahveye şeker koymamak, baklava, kurabiye, kadayıf, keşkülü azaltmak gibi de düşünmeyin. Kullandığınız her şeye şu veya bu şekilde, açık ya da gizli şeker katılıyor. ışte bu nedenle en azından doğrudan şeker eklenen yiyeceklerden kesinlikle uzak durmak, hatta biraz da “rafine şekere sigara muamelesi yapmak” gerekiyor.

ESKİ TAVSİYELER HÂLÂ GEÇERLİ

“Neleri daha sık yemeliyiz?” sorusunun yanıtına gelince... Bu sorunun yanıtı çok uzun. Ama ben size özel bir liste hazırladım. Bu listeyi sayfamızda bulacaksınız. Listeye dikkatle bakarsanız, değişen pek bir şey olmadığını göreceksiniz. Eski tavsiyeler hâlâ geçerli. Yeni önermelerin başında bizim ülkemizde yetişmeyen açai meyvesi geliyor ama siz hiç dert etmeyin. Açainin marifetlerini bizim nar ve üzüm ikilisi fazlasıyla tamamlıyor. Kan portakalı ise bu ikilinin başarısına zirve yaptırıyor.

Kullanacağınız besin desteklerine gelince... Bunlar için yuvarlak bir liste vermek pek doğru değil. Yaşa, kişisel sağlık geçmişine, genetik mirasa ve yaşam tarzına uygun seçimler yapmak gerekiyor. Bununla birlikte “alfa lipoik asit+CoQ10” ikilisi bu yılın da favorileri. ıkili neredeyse her “genç kalma formülünde” ilk sıraları işgal etmeye devam ediyor. Daha detaylı formüller de var, size aktaracağız.

Hangi kremleri kullanacağınız konusunu ise yarına sakladık. şaşırtıcı ve hızlı sonuç veren birçok bilgiler var, bekleyin.

Kadınlar için süper besinler

Açai: Açai meyvesinde tıka basa antioksidan var. Ayrıca kaliteli yağ asitlerinden ve aminoasitlerden de çok zengin. Yağ asidi yapısı zeytinyağına benziyor.

Nar: Bu yılın da favorisi. Özellikle antioksidanlardan ve elagik asitten güçlü yapısı bu yıl da çok konuşulacak. Nara portakal, üzüm, havuç, elma ve kavunu da ekleyin. Kavunun yıldızı parlıyor, bir kenara not edin.

Balık: Somon şart değil. Hamsi ve lüfer de işe yarıyor!

Tahıl grubu: Bulgur, kahvaltılık gevrekler, köy ekmeği.

Baklagiller: Tahıl grubu yiyecekler, özellikle kırmızı fasulye ve mercimek.

Yeşil çay: Günde 2-3 bardak. Siyah çay da etkili!

Acı biber: Kaliteli, iyi kurutulmuş kırmızıbiber de olur, taze acı biber de...

Ceviz, badem ve fındık: Listeye yer fıstığını da ekleyin. Miktara dikkat edin!

Probiyotikten zengin yoğurt ve kefir: Yoğurdun yarım yağlısını tercih edin.

Doğal otlar: Fesleğen, kekik, maydanoz, nane, tarhun, dereotu...

Açai meyvesi yaşlanmaya çare mi

Amerika’da son yıllarda tam bir “açai çılgınlığı” yaşanıyor. Açai, Amazonlar’da yetişen bir tür palmiyeden elde edilen yüksek enerjili bir meyve. Çoğu zaman meyveden ziyade suyu tüketiliyor. Tıpkı üzüm gibi açaide de mor rengini oluşturan muhteşem antioksidanlar var. Antioksidan gücünün mükemmel olduğu belirtiliyor.
Açai ürünlerinin kilo verme konusunda da yardımcı olabileceği ileri sürülüyorsa da bu konuda herhangi bir bilimsel kanıt yok. ışin bu yanı biraz ticari gibi görünüyor.

Sonuç olarak, açai gerçekten güçlü bir antioksidan besin ama bana sorarsanız gücü biraz şişiriliyor. Aynı faydaları nardan, üzümden kazanmak da mümkün gibi görünüyor.

Kefir güzelleştiriyor

Kefir, bizim mutfağımızın zenginliklerinden biridir. Probiyotik içeceklerin en güçlüsü ve etkilisidir.

Araştırmalar, yalnız bağırsak sağlığını değil, genel sağlığı da iyi yönde etkilediğini gösteriyor. Bağışıklık sistemini güçlendirdiği, midede helikobakter mikrobunun üremesini azaltabildiği, hatta damar yaşını düşürdüğünü gösteren bulgular var.

Cilt yaşlanmasıyla uğraşan uzmanların çoğu kefirin cilt kırışması ve sarkmasını da azaltabileceğini ileri sürüyor. Ayrıca tıpkı yoğurt gibi kefir de kilo kontrolünü kolaylaştırıyor. Özetle kefir konusunda biraz daha araştırma yapmamız, bu doğal zenginlikten daha çok faydalanmanın yollarını bulmamız şart.

Tarçın: Her şeye iyi geliyor

Kan şekerini dengelemede neredeyse ilaçlar kadar işe yaradığının anlaşılması, onu son yılların favori yiyeceklerinden biri haline getirdi. Belki de “tarçın hak ettiği üne kavuştu” demek daha doğru olur.

Özellikle kan şekerini dengelemede (şeker hastalarına özellikle tavsiye ediliyor), insülin reseptörlerini uyarıp şekerin hücrelere girmesini kolaylaştırmada ve “iltihaplanma” diye tanımlanan “yaşlandırıcı yangısal süreçleri” yavaşlatmada da müthiş işler başarıyor. Bağışıklık sistemini güçlendirdiği, mikrop üremesini zorlaştırdığı, belleği desteklediği yönünde de bulgular var.

Aktardan alacağınız doğal tarçını kahve gibi öğütüp yiyeceklere günde bir yemek kaşığı kadar eklemeye gayret edin. Tarçını sütlü tatlılarınıza, çayınıza, yoğurdunuza tatlı bir lezzet unsuru olarak ekleyebilirsiniz.




Yunuslar için sesin çıksın dünya!

Güzin Abla guzinabla@hurriyet.com.tr
Dünyanın öylece bakakaldığı bir cinayet, bir katliam... Her yıl eylül ayında, Japonya’da etleri için avlanan yunusların ölümüne sessizce tanıklık eden dünyanın artık sesi çıkmalı! Biri bu avcılığa dur demeli!

Japonya’da her sonbahar mevsiminde olduğu gibi bu sonbaharda da kanlı yunus avı başladı. Ülkenin güneyindeki balıkçı köyü Taiji’de yapılan katliamı bütün dünya sessizce seyrediyor.

Öte yandan denizdeki kirlilikten en çok zarar gören yunus ve balinaların etinde kabul edilebilir düzeyin 4 ila 36 katı arasında değişen cıva saptandığı belirtilirken, Japon hükümeti yunus etinin yenmesinde bir sakınca olmadığını savunuyor.

Hayvan hakları koruyucuları, eti için avlanan yunusların insanları zehirleme ihtimalleri bulunduğunu belirtirken, her yıl Japonya’da 2 bine yakın yunus ‘eti’ için avlanıyor.

Eylül ayı başında başlayan yunus katliamını önlemek isteyen sivil örgütün yöneticisi Ruc O’Bray, bütün dünyanın bu vahşete seyirci kalmasından şikayetçi.
Rumuz: Sevgi S.

Hayvansever gruplarımız arasında dolaşan Sevgi S.’nin bu uyarısını köşeme alıyorum. Çünkü tamamen aynı düşüncedeyim...

Dünyanın en sevgi dolu hayvanları olan, beyin kapasitelerinin bilim adamları tarafından insana en yakın olduğu belirlenen, yetenekli ve dünya sevimlisi, herkesin ve özellikle de çocukların sevgilisi yunuslara uygulanan bu vahşet, bildiğiniz gibi yalnızca Japonya’da değil, ıskandinav ülkelerinde de inanılmaz bir şekilde sürüyor.

Bütün dünya ülkelerinin, hayvansever grupların bu katliama göz yummaması gerekiyor. Herkes kendi çapında uluslararası sitelere girip tepkisini göstermeli.
Yoksa kökleri kurutulan pek çok hayvan gibi, bu sevgili dostlarımız da yok olup gidecek...

Yazlıkçılar dört ayaklı dostlarını geride bırakıyor

Son zamanlarda pek çok terk edilmiş hayvana rastlıyoruz. Tüm sahil kasabalarında tatilciler, arkalarında o dört ayaklı dostlarımızı da bırakıp gidiyorlar. Yaz boyunca baktıkları ya da şehirden getirdikleri hayvancıkları, hiç yürekleri sızlamadan arkalarında bırakıp, çekip gidiyorlar. Tıpkı bir eşya gibi...
Onu Dikili’de sahil yolunda bulduk. Oradaki tezgahlarda takı satanlar, ona ‘Efe’ adını koymuşlar. Sahibi varmış ama tatilden dönerken bırakıp gitmiş!

Eğitimli bir terrier. “Dur, gel, otur, elini ver” komutlarının hepsini biliyor. Bir erkek. Tuvalet terbiyesi de var.
Tahmine göre, 1,5 numara. Dikili’deki veterinere götürüldü. Boynundaki ufak yara iyileşecek, ayağının hafif sekmesi de öyle... Ama bir vicdansızın tekme attığı tek gözünde ortaya çıkan sorun önemli. şimdi tedavi ediliyor. Diğer gözü sağlam şükürler olsun.

Kışı sokakta geçiremez. Ev ortamına, insana alışık. Tüyleri de tıraşlı, daha çok az uzamış. şimdiden yıpranmış ama toparlanmaya başladı bile.

Bir kez daha siz hayvanseverleri ilgiye ve bu mesajımızı duyurmaya çağırıyorum. Siz ailesi olamayacaksanız dahi yeni ailesine sizin oluşturabileceğiniz bir zincir sayesinde kavuşabilir. Bize bu mail adreslerinden ulaşabilirsiniz: dko.1981@yahoo.com.tr, sessizliginSesi@yahoogroups.com

Arkadaşımızın dediği gibi, tüm sahillerde, yazlıklarda insanlar yaz boyu kedilerle, köpeklerle ilgileniyor. Hatta bizim çevremizde de yeni doğum yapan kedilerin yavrularını özenle besleyip, bakıyorlar. Ama evlerine dönme zamanı gelince, belki üzülerek ama bir şekilde onları terk edip Allah’a emanet diyerek gidiyorlar.

Oysa bu çok korkunç bir durum. Hep önlerine gelen mamaları yemeye alışan hayvancıklar, kış koşullarında sokaklarda telef oluyorlar.

Bu arada evlerinden kedi veya köpeklerini getirip, yaz boyu birlikte yaşadıktan sonra, burada ne olurlarsa olsunlar deyip, terk edenler de var. Onları vicdanlarıyla baş başa bırakıyorum. Çünkü bir yıl sonra döndüklerinde, o hayvanları bulamayacakları kesin...




Ayın burcu Terazi

Niobe niobe@hurriyet.com.tr
Terazi, Zodyak’ın yedinci burcu olarak, insani evrimin de yedinci aşamasını sembolize eder.

Terazi, birey ve toplum arasındaki dengeden sorumludur. Terazi’nin temel ihtiyacı ihtiras ve akıl arasındaki denge unsurunu bulabilmektir. Bu arayışında kendisine yardımcı olan en önemli karakteristiği, yargılama mekanizmasının objektivitesidir. Terazi kimi zaman, mesafeli, soğuk ve duygusuz gibi gözükse de aslında bu görünüm kaynağını objektif olma isteğinden alır.
Öncü nitelikte bir burç olan Terazi, eyleme geçmekten korkmaz. Diğer insanlar tarafından sevilmeye ve onaylanmaya şiddetle ihtiyaç duymasına rağmen, kuvvetli bir iradeyle amacına ulaşmaya çalışır. Genellikle cazibesini ve çekiciliğini amaçlarına ulaşmakta kullanmaktan da çekinmez.
Sembolü terazi gibi, bu burç insanları da sürekli ölçmeye, tartmaya, denge oluşturmaya çalışırlar. ınsan ilişkilerinde de bu dengenin oluşması için oldukça adil davranmak isteğindedirler.
Terazi’nin hayatında ikili ilişkiler, kendi yansımalarını görebileceği, kendi eksiklerini tamamladığı bir eş arayışı doğumdan ölümüne kadar devam eder. Paylaşım temel dürtüsüdür. Deneyimlerini öncelikle entelektüel olarak algılayan Terazi, daha sonra pratik değerine, duygusal etkilerine ve fiziksel gereksinimlerine bakar.
Sosyal yeterlilik ve güzellik gezegeni Venüs’ün kontrolündeki Terazi, her türlü güzellikten duygusal, fiziksel ve psikolojik tatmin elde eder. Kitaplar, müzik, güzel kıyafetler, mücevherler, çiçekler, sanat objeleri değer verdiği şeylerdir.
Terazi’nin yaşadığı çevre estetik olarak yeterli değilse, mutsuzluk kaynağı haline gelebilir. Sosyal ortamlarda çok büyük bir çaba sarf etmeden, grubun merkezini doldurur. Aranan, sevilen ve sayılan bir insan haline gelir. Huzur ve uyum yaşamında eksik olduğu zaman gerek fiziksel, gerekse ruhsal sağlığında ciddi problemler doğabilir.

13 Ağustos 2009 Perşembe

İlişkilerde erkekler ne söylese boş

"İlişkilerde erkekler ne söylese boş!"

Melike BİRGÖLGE / mbirgolge@hurriyet.com.tr 29 Haziran 2009
İlişkilerde erkekler ne söylese boş!

En çok izlenen dizilerin başında gelen Aşk-ı Memnu’daki canlandırdığı ‘Nihat’ karakteriyle dikkatleri çeken İlker Kızmaz’la yaptığımız keyifli röportaj…

Milyonlarca izleyici sizi Aşk-ı Memnu dizisindeki Nihat karakteriyle tanıdı. Kimdir Nihat’a hayat veren İlker Kızmaz?
1975 yılında İzmir'de doğdum. Okul hayatım İzmir'de geçti. Liseden mezun olduğum Cuma gününün ertesi günü çalışmaya başladım. Bir daha da durmadım. Çalışırken aynı zamanda yüksek öğrenimimi tamamladım. Bir çok değişik iş yaptım.

Hangi işlerde…
Torna tesviye, nakliye, döşemelik kumaş satışı, tezgahtarlık… Bunların arasında beden gücü gerektiren zor işler de vardı. İnsanlarla uğraşmamı gerektiren, onları sevk ve idare etmem gereken işler de vardı. Ama ilkokuldan beri tiyatrodan hiç kopmadım. Bir şekilde hep içinde oldum. Son beş yıldır da İstanbul’da yaşıyorum.

‘Aşk-ı Memnu’ya dahil olmadan önce neler yapıyordunuz?
Diziden önce Levent Semerci'nin yönettiği İlker Altınay ve Hakan Evrensel'in senaryosunu yazdığı ‘Nefes’ isimli bir sinema filminde rol aldım. Filmin çekimi için bir buçuk yıl kadar Antalya'daydım.

“İZMİR’İ TERKETMEK BÜYÜK CESARET!”

Ondan önce de ‘Candan Öte, Duvar’ gibi birkaç dizi projesinde yer aldınız. Peki, 2004 yılında İzmir’den İstanbul’a yerleşmeniz hangi vesileyle…
Hep istiyordum zaten. Ömrümün geri kalanını oyunculuk yaparak İstanbul'da geçirmeyi... Ama bunun doğru zamanının gelip gelmediğini kestiremiyordum. İzmir'de yaşayanlar da bilirler, oradan çıkıp başka bir şehre yerleşmek için çok büyük sebeplerinizin ya da çok büyük hedeflerinizin olması lazım. Yani İzmir gibi bir şehri terk ediyorsanız hedeflerinize giden yolun yarısını kat ettiniz demektir. Büyük cesaret… (Gülüyor)

Alaylı oyunculardansınız. Nasıl başladınız oyunculuğa?
Ben daha ilkokul birinci sınıftayken 23 Nisan günü törene çıkacak üst sınıflardan bir çocuk hastalanınca çok sevdiğim öğretmenim Asiye Menteş bir saat içinde bana bir tekerleme ezberletip beni sahneye itip kaçtı. (Gülüyor) Yanımda Fikri diye arkadaşım daha vardı aynı kaderi paylaşan… O günden sonra Fikri ile beraber törenden törene koşup durduk. O saatten sonra nerede şiir, şarkı ya da müsamere varsa "İlker, Fikri gelin oğlum bu yapılacak. Hadi koçlarım, göreyim sizi" deyip liseye kadar bizi her türlü organizasyonda görevlendirdiler.

“REKLAM DEYİP GEÇMEMEK LAZIM!”

Dizilerden önce reklamlarda da rol almışsınız. Neler kaldı size reklam çekimlerinden?
Çok fazla reklam çekmedim. Taş çatlasın dört beş tane reklamım oldu. Ne kaldı geriye derseniz zor zamanları geçirmek için biraz para bir sonraki iş için biraz tecrübe… Çekim esnasında tanıştığım ve büyük ihtimalle ileride bir şekilde yollarımızın tekrar kesişeceği çok önemli insanlar… Hatta Formula1 tanıtım filminde beraber çalıştığımız Şenol Altun'la daha sonra ‘Nefes’ filminin setinde de karşılaştık. Bir buçuk senemiz beraber geçti. Kendisinin ilk başından sonuna kadar çok yardımı dokunmuştur bana. Çevrede güvendiğin tanıdık birinin olması güzel bir duygu. Reklam deyip geçmemek lazım.

Canlandırdığınız Nihat karakteri size geldiğinde neydi bu rolü kabul etmeniz konusunda sizi cezbeden? Hangi özellikleri…
‘Nihat' karakterinden önce yapımcımız Kerem Çatay'ın ve yönetmenimiz Hilal Saral'ın tutumu, yaklaşımı, samimiyeti cezbetti beni. Bana ‘Süleyman Efendi'yi oyna’ deselerdi ona da ‘Hayır’ diyemezdim herhalde. (Gülüyor) Biz diziye başlarken bir takım kodlar verildi Nihat ile ilgili bana.

Karakteri aklınızda analiz edebilmeniz için…
Aynen… Üzerinde düşünmem gereken ipuçları… Peyker'i seven… Ki o zaman karısı değildi. Onun için birçok şeyi feda edebilecek saf bir aşkı olan ama dışardan sürekli müdahaleye uğrayan baba merkezli bir adamdı Nihat. Ama zaman içinde çok iyi bir eş, çok iyi bir baba profili çıktı. Bu yönü de hayli keyifli oldu.

İLK ÇEKİMDE ŞAŞKINLIKTAN NE YAPACAĞIMI BİLEMEDİM!

Dizinin ilk çekiminde zorlanmışsınız. Neden?
Aslında zorlanmak denemez ama ilk gün olması nedeniyle hepimizde bir heyecan, bir telaş vardı. Çünkü dizinin ilk sahnesi, ilk planı çekilecekti ve o plan benim tek başıma olduğum bir plan idi. Kayıt deyip başladık. Sahne çekildi ve Hilal Hanım ‘Kes’ der demez iyi mi oldu kötü mü oldu diye etrafa bakarken birden bir alkış kıyamet koptu. Ben daha ilk sahnenin şaşkınlığını atamadan ortalık yıkılıyordu. Öylesine şaşırdım ki ne yapacağımı bilemedim. Sonradan anladım ki ilk plan çekildikten sonra adettenmiş alkışlanıp tebrik edilirmiş. (Gülüyor) İlk defa böyle bir an yaşadım ama hayatım boyunca unutamam sanırım.

“AİLEM VE ARKADAŞLARIM MÜTEVAZI YAŞAYAN, KALENDER İNSANLAR!

Nihat karısına aşık ama onun ve kendi ailesinin çekişmelerinin arasında sıkışmış biri. Ki toplumumuzda bu çekişme arasında kalan çok kişi var. Siz kendi hayatınızda böyle bir durumla karşılaşsanız nasıl tepki verirsiniz?
Hayat çok acayip! Her gün başka bir şey için şaşırıyoruz. Bu benim başıma gelmez dediğimiz her şeyde bizim ya da yakınlarımızın başına geliyor bir şekilde. Nihat'ın da başına gelmeyen kalmadı. Tabi bu arada daha da iyi günleri bunlar. Ama benim başıma bunlar gelse ne yapardım bilmiyorum. Çünkü şartlar değişik. Benim ailem ve arkadaşlarım mütevazı yaşayan, kalender insanlar. İşler bu kadar ayyuka çıkmadan her şey tatlıya bağlanır bir şekilde.

“FİRDEVS'ÇİLER BİHTER’İ ELEŞTİRİYOR, BİHTER'CİLER DE FİRDEVS’İ…”

Bunu yani izleyicilerin, dizinizi futbol takımı tutar gibi izlediklerini ‘Aşk-ı Memnu’ da daha sık görebiliyoruz. Firdevs'çiler Bihter’i eleştiriyor, Bihter'ciler de Firdevs’i… Sevdikleri karakterleri savunmalarını, karşısındaki karakterleri ise eleştirmelerini neye bağlıyorsunuz?
Herhalde kendine yakın gelen karakteri izleyip kendi zaafını onda yakalamak, yapamadığı şeyleri onun yapmasını izlemek ya da kendi giydiği kıyafeti onun üstünde de görmek karakterle arasında duygusal bir bağ kurulmasını sağlıyor. Mesela Firdevs'çiler Bihter’i eleştiriyor, Bihter'ciler de Firdevs’i… Erkekler Alex mi Hagi mi diye tartışırken bayanlarda Adnan mı Behlül mü diye tartışıyorlar. (Kahkahalar…)

Ya seyircilerin, oyuncuları canlandırdıkları karakterle birebir özdeşleştirmeleri konusunda neler söyleyeceksiniz? Günlük hayatınızda gördüklerinde rolünüzdeki kişi gibi davranmalarını neye…

Onlar işe kendini kaptıranlar. İnandırıyoruz demek ki! (Gülüyor)

“BASTIĞIN YERİ HİSSET, BAKTIĞIN YERİ GÖR!”

Oyunculuğunuzu nelerle besliyorsunuz?
Beslemek, aç kalmak susuz kalmak gibi ihtiyaçlar olduğunu düşünmüyorum oyunculuk açısından. Dün kötü oynadım; biraz kitap okuyayım, tiyatroya gideyim, bir film izleyeyim besleneyim de bugün toparlanayım, daha iyi oynayayım diye bir şey olmuyordur herhalde. Ama insan olarak beslenmemiz gereken o kadar çok şey var ki... Okumak, izlemek, gezmek, görmek, yaşamak daha milyon tane şey... Bahçeşehir Üniversitesi'nde Hazal Selçuk bizim hocamız idi. Farkındalığımızı arttırmak için hep söylediği ve sürekli tekrarladığı bir şey vardı. ‘Nefes al, nefes ver. Bastığın yeri hisset, baktığın yeri gör'' Farkındalığımızı hep yüksek tuttuğumuz zaman çevremizdeki olayların, insanların, ülkeyi yönetenlerin, yazılan kitapların, çekilen filmlerin, oynanan oyunların, gökyüzünün renginin, arkadaşımızın saçının renginin farkında olduğumuz zaman zaten insan olarak besleniyoruz. Daha bu yolda belki toplu iğne ucu kadar ilerlemiş bir insan olarak ben oyuncunun beslenme çantası da faklı değildir diye düşünüyorum.

“ERKEKLER OLMADAN KADINLAR, KADINLAR OLMADAN ERKEKLER YOK!”

İzmir’in kızlarının, güzelliklerini İzmir’in erkeklerine borçlu olduğunu söylüyorsunuz. Nasıl yani? Niye erkeklere borçlular?
İzmir'de böyle bir alacak verecek durumu olduğunu sanmıyorum. Herkes hesabını kapatmış orada, defterler kapanmış. (Kahkahalar…) ‘Ben daha güzelim sen de fena değilsin’ gibi bir şey yok. Şehir güzel, herkes güzel herkesin yüzü gülüyor. Herkes samimi, şartlar elverdiği ölçüde de mutlu. Erkekler olmadan kadınlar, kadınlar olmadan erkekler yok! Ying yang (Gülüyor)

“Kız meselelerinde acemiyim. Bu konuları çok da konuşamıyorum, utanıyorum.” diyorsunuz. Neden?
Aslında konuşurum tabii, neden konuşmayayım. Ama bunlar insana özel şeyler olduğu için herkesle paylaşmaktan hoşlanmam. Sıkılırım başkasını da sıkarım.

“OKULU AŞIK OLDUĞUM KIZ SAYESİNDE BİTİRDİM!”

Aşık olunca neler değişir İlker Kızmaz’da? Nasıl yaşarsınız aşkı?
Sabah kalkışınız oturuşunuz yürüyüşünüz, nefes alışınız her şeyiniz değişir. İlk yaşadığım aşk kadar olmasa da hayatımın yüzde 80'ini etkiler.

İlk aşkınız…
İlk defa ilkokulda aşık olmuştum ben. Kızın çantasına hangi akla hizmetse sakız, çikolata koyardım ders aralarında. Gece yatarken sabah kalkınca ilk düşündüğüm şey o olurdu. Okula bile onu görmeye gidiyordum diyebilirim. İlkokulu, ortaokulu bitirdiysem o kız sayesinde. (Gülüyor)

“NE KENDİMİN NE DE ARKADAŞLARIMIN GEÇMİŞİNİ ASLA UNUTMAM!”

Anılarınızı saklamayı seviyormuşsunuz. İlkokuldaki hatıra defteriniz bile duruyormuş. Birçok insan geçmişi unutmayı tercih eder. Sakladığınız bazı anılar acıtmıyor mu sizi?
Geçmişi unutmamak, belleğimi diri tutmak benim en önemli düsturlarımdandır. Kendim için ailem için arkadaşlarım için yarını bugünden daha iyi hale getirebilmek adına dünü unutmamam gerekiyor diye düşünüyorum. Ne kendimin ne de arkadaşlarımın geçmişini asla unutmam.

“KADINLARIN İLİŞKİ ANLAYIŞI İNANILMAZ DEĞİŞTİ! ERKEKLER ARTIK NE SÖYLESE BOŞ!”

“Issız Adam çıktı, mertlik bozuldu” diyorsunuz. Neden?
Çünkü son dönemde kadınların ilişki anlayışı inanılmaz değişti. Erkekler artık ne söylese boş. İlişki kötüye gitmiyor olsa dahi yaşanan en ufak tartışmada ‘Issız Adam’ etiketi erkeğe yapıştırılıyor.

Kadınların ilişkiye bakışının inanılmaz değiştiğini söylüyorsunuz. Nasıl yani, ne yönde bu değişiklikler?
Lisedeyken kız arkadaşımın elini tutabilmek yan yana yürümek, Kordon’da bir yere oturamadığımız için bankta oturup sohbet edebilmek bile başlı başına bir ilişki sayılırdı. Ve inanın çok acayip bir zaman gerektiriyordu kızın elini tutabilmek bile! Bir de şimdiki ilişkileri düşünün. Başka bir şey söylemeye gerek bile yok.

29 Ekim’de gösterime girecek olan ‘Nefes’ adlı film çok önemli sizin için. Biraz bu filmden bahseder misiniz?
Bir reklam görüşmesi için reklam şirketine gitmiştim. Orada yönetmenimiz Levent Semerci ile tanıştım. Deneme çekiminden sonra “Bir film çekeceğim, seni de oynatacağım” dedi. “Beş dakikalık görüntünü getir bana, ne yaparsan yap beş dakika içinde” dedi. Aradan zaman geçti yine bir gün şirketin önünden geçerken yönetmen yardımcımız Hande Türkel kolumdan çekip “Gel bakim sen buraya hani senin beş dakikalık görüntün, çabuk geç stüdyoya beş dakika konuşacaksın kameraya” dedi. Apar topar girdik, o kamerayı açtı ve kaçtı gitti. Aradan iki sene falan geçti sanırım. Bir gün Hande aradı. ‘Biz başlıyoruz projeye ne durumdasın?’ dedi. Uçarak gittim tabi. Toplantılar, deneme çekimi falan derken sekiz on kere bir araya geldik. Sonunda otuz beş kişilik falan bir kadro seçildi. O şanslı insanlardan biri de bendim.

Peki filmin hikayesi…
Film Kuzey Irak operasyonu sırasında sınırda bulunan bir role istasyonunu korumak için görevlendirilen 30 komandonun hikayesini anlatıyor. Yönetmenimiz Levent Semerci, yardımcıları Hande Türkel, Barış Kaya senaristleri Hakan Evrensel, İlker Altınay oyuncuları da burada ismini tek tek sayamayacağım on numara insanlar.

Çekimden önce, tüm oyuncular, iki ay boyunca eğitim almışsınız. Nasıl geçti o askeri eğitim süreci?
Normal bir komando eri acemilik dönemimde ne yapıyorsa aynılarını yapmaya çalıştık. Onlar kadar ağır geçmemiştir mutlaka ama yakın olduğuna eminim. Çok iyi askeri danışmanlarımız vardı başımızda. Bildikleri birçok şeyi bizimle paylaştılar, bize öğrettiler. Botları kardan korumayı, yağmurda ateş yakmayı, gece karanlıkta görünmeyen alevi, yaralı taşımayı birbirlerine hayatını emanet ettikleri bir takım olmayı. Hiç birimiz o kışlaya girdiğimiz gibi çıkmadık, olgunlaştık ve büyüdük. Levent Semerci bizi asker yaptı, birbirimize kenetledi bıraktı, sonra da filmimizi çekti. Film esnasında kimse ‘Silahı böyle tut, MG 3 böyle çalışır, şarjör böyle değişir’ demedi. Bize zaten öğretmişlerdi biliyorduk.

“NEFES FİLMİ HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI!”

Kariyerinizde dönüm noktası olacak diyebilir misiniz bu film için?
Filmin bana kattığı şeyleri sadece kariyerimde dönüm noktası oldu diye özetlemek benim için çok yetersiz ve film için de büyük haksızlık olurdu herhalde. Hayatımın dönüm noktası oldu diyebilirim.

Dizilerde rol alan çoğu oyuncu, sinema için “Bambaşka bir şey” der. Siz de öyle… Nedir sizce sinemayı bu kadar büyülü yapan?
Bu benim ilk sinema filmim o yüzden bu duyguları ilk defa yaşıyorum. Dizi veya tiyatro bambaşka bir haz kesinlikle. Ama Levent Semerci başta olmak üzere bütün ‘Nefes’ ekibiyle oyuncusundan asistanına arkamızı toparlayan, çayımızı kahvaltımızı hazırlayan kişiye kadar bu ekipteki herkesle her zaman içinde ne olarak yer aldığıma bakmaksızın her işi yapabilirim.

Binicilikle ilgileniyorsunuz. Bunun yanı sıra uzun yıllar aikido yapmışsınız. Neden aikido… Nerden bu merak…
Yapı olarak asabi veya çok şiddete meyilli biri değilimdir. Ama uzak doğu sporlarına da küçüklükten beri bir ilgim vardı. Araştırdım ve içlerinden bana en yakın ve en uygun olarak Aikido’yu keşfettim. İzmir’de çok da iyi hocalarım vardı. Normalde günlük bir saat olan idmanın dışında üç saat daha ekstradan çalıştım hocalarımla. Sonra onlara ders esnasında ‘Ukemi’lik yaptım. Yani teknik yapılırken dayak yiyen adam. Japonya'daki diğer savaş sanatları gibi Aikido sadece kendini korumak için değil aynı zamanda ruhsal gelişim için de bir öğretidir. Ai: birleşme, uyum - ki; yaşam gücü, ruh - do: yol demektir bir bütün olarak da anlamı ‘Yaşam Gücü İle Bütünleşme Yolu’dur. Aikido’nun felsefesi insanın kendi yaşam gücünü geliştirmekten ibarettir. Çok teknik terim kullanmadan anlatayım. Aikido’da ilk önce dayak atmadan dayak yememeyi öğrenirsiniz. Daha sonra rakibin kendi gücüyle doğru orantılı olarak ve onun gücünü kullanarak belli

tekniklerle onu etkisiz hale getirmeyi öğrenirsiniz.

Dizide ne kadar kararsız ve arada kalsanız da gerçek hayatınızda ne istediğinizi biliyorsunuz. Yapmak istedikleriniz arasında neler var?
Kalıcı bir şeylere hizmet eden söyleyecek sözleri olan, anlatılacak derdi olan işler yapabilmek. Kendi hayallerimi gerçekleştirirken hayallerini gerçekleştirmek isteyen insanlara da faydalı olabilmek…

Güvenlik Araştırmaları

Çelik Para Kasaları hayatımızda büyük önem taşımaktadır.
Altın bilezik, küpe, kolye vs gibi takılarınızı, laptop, kamera, dijital fotoğraf makinası gibi değerli elektronik cihazlarınızı, pasaport, tapu, sigorta poliçesi, çek - senet gibi önemli evraklarınızı veya çok özel öneme sahip küçük hacimli manevi miraslarınızı kafanız rahat bir şekilde güvenlik içinde korumak için Eurosafe çelik kasa ürünlerinden faydalanabilirsiniz.

Eurosafe çelik kasa çeşitleri hem evinizde hem de büronuzda içinizi rahat ettiren güvenli köşelerdir. Dünyanın dört bir yanında ilgi gören bu ürünleri türkçe Eurosafe Çelik Kasa websitesinde inceleyebilir, Türkiye Genel Distribütörü Paradok Elektronik şirketinden ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Tek taşımı sevgilim aldı



Tek taşımı sevgilim aldı
Servet YILMAZ 3 Temmuz 2009 Hürriyet Magazin


“İki Melek” adlı yeni albümünü piyasaya çıkaran Bengü, çok aşık olduğunu, parmağındaki yüzüğü de erkek arkadaşının aldığını söyledi:



“1,5 yıldır mutlu bir ilişkim var. Beni hep destekleyen biriyleyim.”

Baksanıza iki kız da ne kadar güzel!

Bengü’nün yeni albümü “İki Melek” için ünlü fotoğrafçı Mehmet Turgut’a çektirdiği imaj fotoğrafları çok konuşuldu. Fotoğraflarda kendisiyle öpüşen Bengü ile bu özel çekimden yeni albümüne, çocukluğundan ergenliğine, aşktan evliliğe uzanan, onun tabiriyle ‘psikolojik terapi’ tadında keyifli bir söyleşi yaptık.

Çıkış şarkınız “İki Melek”te, “Omzumdaki iki melekten biri aşk için, biri huzur” diyorsunuz. O meleklerden biri iyilikleri, diğeri de kötülükleri yazar ya, huzur iyi bir şey olduğuna göre aşk kötüdür diyebilir miyiz?
- Serdar Ortaç’ın sözleri bunlar ama bilinenin aksine “İki Melek” şarkımda benim meleklerim hep iyileri yazıyor. Huzur benim hayattaki vazgeçilmezim. “Ne istersin şu hayattan?” deseler, “Huzur” derim.

Peki ya aşk?
- Aşk konusunda karamsar bakan tiplerden değilim. “Aşka inanmam, boş bir şeydir, gelip geçer” diye düşünmüyorum. Bence aşk çok kıymetli ve dopdolu bir şey...

ÖLENE KADAR SERDAR ŞARKISI SÖYLERİM

Albüme dönelim... Diğer albümlerle kıyasladığınızda “İki Melek”in ne gibi farkları var?
- Olgunluk dönemim olarak gördüğüm bir albüm bu. Önceki albümlerimde hep bir eksiklik varmış gibi hissediyordum. Ama bu seferki şarkılarından ekibine kadar her şeyiyle ‘son nokta’ dediğim bir çalışma oldu.

İlk albümlerinizden beri, Kenan ve Ozan Doğulu kardeşlerden tutun da Serdar Ortaç’a kadar hep Türkiye’nin en iyileriyle çalıştınız. Bunlar sadece şans mıydı, çok mu çabaladınız?
- Hem şans hem de benim çabamla olan şeylerdi. İnsanların yalvarıp da alamadıkları şarkıları ben hediye olarak aldım. Bu albümde Serdar Ortaç dışında Yalın, Sinan Akçıl, Şehrazat ve Volga Tamöz’le çalışma şansım oldu.

Serdar Ortaç ile çalışmaya başladıktan sonra kariyerinizde oldukça ilerlediniz. Hatta sizin için “dişi Serdar” bile dendi. Nasıl bir uyumunuz var, anlatır mısınız?
- Onunla çalışınca bir ivme oldu kariyerimde ve iki kerede atılacak adımı bir kerede attım. Bizim uyumumuz ilk “Korkma Kalbim”de hissedildi. Serdar tınısı var galiba sesimde. Serdar’ın şarkılarında da hoş bir öpüşme ve uyum söz konusu oluyor bende. Ondan şarkı alacağım zaman bana bir sürü seçenek sunuyor ve içlerinden sesime uygun olanı seçiyorum. Bana hep “Neden Serdar Ortaç şarkılarıyla çıkış yapıyorsun” diyorlar. Onun şarkıları bana uyuyor çünkü ve ölene kadar Serdar’ın şarkılarını söyleyebilirim.

Bu albümde bestesi size ait olan şarkı var mı?
- Evet, söz ve müziği bana ait olan iki şarkı var; “Sen Yoksan” ve “Ayrılık Hazırlığı”.

Albüm fotoğraflarında kendinizle öpüşme fikri nasıl oluştu?
- Albümün adını “İki Melek” koyduktan sonra, Mehmet Turgut fotoğraflarla ilgili düşünmeye başladı. Kısa bir süre sonra da beni arayıp “iki melek, iki Bengü” fikrinden bahsetti. Mehmet Turgut zaten fotoğraf sanatçısı ötesi bir adam. Ondaki uçukluk, özgürlük bana çok yansıdı. Sonuçta da o kareler ortaya çıktı.

Peki kendinizi sever misiniz?
- Severim. Kendimle barışık bir insanım. Genelde aynanın karşısında vakit geçiririm. Baksana ne güzel iki kız da! (Kendisiyle öpüştüğü fotoğrafları gösterip, gülüyor.)

Çocukluğunuza dair hafızanızda yer eden, hatırladığınız ilk kare ne?
- Bir gün sokakta yürürken bir dükkanda kırmızı, plastik bir telefon gördüm. “Ben bundan istiyorum” dedim, annem de “Evde var aynısından” dedi. Ki gerçekten de vardı. Ama ben yolda inat edip kendimi yerlere attım ve morarana kadar ağlayıp o telefonu aldırdım. Bunu hatırlıyorum.

Bu soruyu neden sordum biliyor musunuz? Psikolojide bir yöntemmiş bu ve verilen cevap hayattaki duruşumuzu gösteriyormuş...
- Benimki neyi gösteriyor?

Başarmak için gerekirse kanınızın son damlasına kadar mücadele edersiniz...
- Çok doğru! Psikolojik terapi gibi bir röportaj oldu bu... (Gülüyor)

LEMAN SAM’A HAYRAN KALDIM

En büyük hayaliniz ne?
- Efes Antik Tiyatrosu’nda 100 bin kişiye konser vermek... Ben 4-5 yaşlarındayken orada ilk kez Leman Sam’ı izlemiştim. Beyaz bir elbisesi vardı, kızıl saçları beline kadar geliyordu. En önden izledik, çok etkileyiciydi.
Yıllar sonra Leman Sam’ı görüp bu olayı anlattığımda “Ay sana ne büyük bir kötülük yapmışım” dedi. (Gülüyor)

Aile, çocuk yapma gibi istekleriniz yok mu?
- Var tabii ama ilk etaptaki isteklerim bunlar değil. Şimdi sadece “Hep şarkı söyleyeyim, en iyi şarkıları ben söyleyeyim” diye düşünüyorum.
Hürriyet Magazin

Kocamdan özür diliyorum



Kocamdan özür diliyorum
Demirhan HARARLI 3 Temmuz 2009

Yedi yıl ilişki yaşadıktan sonra nikâh masasına oturduğu Tuncer Öztarhan’a şiddet gördüğü gerekçesiyle boşanma davası açan Ece Erken, eşinden özür diledi;



"Benim evlendiğim insan, son derece iyi, kültürlü ve nazik biriydi. Yakın çevresi de çok iyi bilir ki, onun şakalaşırken bile eli ağırdı. Bu yüzden basında çıkan haberler yanlış tanıtılmasına sebep oldu. Bu konuda kendisinden özür diliyorum.”

Eşimden özür dilerim

Eşi Tuncer Öztarhan’a şiddet gördüğü gerekçesiyle boşanma davası açan Ece Erken, “Onun şakalaşırken bile eli ağırdı. Basında çıkan haberler yanlış tanıtılmasına sebep oldu. Bu konuda kendisinden özür diliyorum” dedi.

Çocukluğunuza dair hatırladığınız ilk kare nedir?
- Çocukken radyoculuğa meraklıydım, 11 yaşında da radyoda DJ oldum. Bu yüzden aklıma gelen ilk kare, radyoda CD’leri karıştıran ve yapacağı anonsu düşünen minik bir kız çocuğu.

Daha sonra televizyon dünyasına adım attınız. Asker bir babanın televizyonda çalışan kızı olmak nasıl bir duyguydu?
- Asker deyince herkesin kafasında çok otoriter, dediğim dedik, sert bir imaj oluşuyor. Oysa benim bu işe girmemi sağlayan babamdır. Beni sonuna kadar destekledi. Emekli bir albayın kızı olmaktan gurur duyuyorum.

Hayatınızın dönüm noktası neydi?
- “Klip 98” programı, beni daha geniş çevrelerin tanımasına ve sevmesine sebep oldu. O program benim hayatımın dönüm noktasıydı diyebilirim.

BOŞANMA DİLEKÇESİNİ GAZETEDE OKUDUM

Şu andaki yaşamınıza sahip olmak için ne gibi fedakârlıklarda bulundunuz?
- Kaderci bir insan olduğumdan hep “Kaderimde varmış ki bunu yaşadım” dedim. Bir de tanınmaya başladığınızda özel hayatınız da ister istemez göz önünde oluyor. Evliliğimin bu kadar haber olmasını istemezdim mesela. En büyük fedakârlığım, bu kadar göz önünde olmak diyebilirim.

Bugüne kadar sizi en çok üzen olay neydi?
- Boşanma sürecinde yapılan birtakım abartılı haberler, beni gerçekten çok üzdü.

Böyle üzücü durumların üstesinden gelebilmek için neler yaparsınız peki?
- Her şeyi zamana bırakmayı tercih ediyorum, önüme bakıyorum.

Hayatınıza dair mutlu haberlere pek rastlamadım. Neden yazılmıyor sizce?
- Çünkü acılı, dramatik şeyleri izlemeyi seviyoruz. Reytinglerde bile bu böyle değil midir? Benim hayatımda öyle travmatik denilebilecek şeyler yaşanmadı, evliliğimin bitişi dışında. Boşanma dilekçesi verildiğini bile herkes gibi gazetede okudum. Zaten birçok şey de abartılı yansıdı basına. Ben sekiz yıl birliktelik yaşadığım çok iyi bir insanla evlendim.

Evlendiğiniz için hiç pişmanlık duydunuz mu?
- Hayır, hiç pişman olmadım. Her şey yaşanması gerektiği için yaşandı. Benim evlendiğim insan, son derece iyi, kültürlü, nazik bir insandı. Yakın çevresi de çok iyi bilir ki, onun şakalaşırken bile eli ağırdı. Bu yüzden maalesef basında çıkan haberler yanlış tanıtılmasına sebep oldu. Bu konuda kendisinden özür diliyorum.

Evlilik sizin için ne ifade ediyor?
- Evlilik, aile olmak ve çocuk sahibi olmak demek bence.

Sizi en çok ne mutlu eder?
- Ben her şeyden mutlu olabilen bir insanım, bu yüzden Allah’ın şanslı kullarındanım. Güzel bir söz, beni mutlu etmeye yeter. Ailemin sağlığı yerinde olsun da, kalan her şey boş benim için.

BİRÇOK ARKADAŞIMI HAYATIMDAN SİLDİM

Spor faaliyetlerinizin yanı sıra müzikle de hep iç içeydiniz. Hâlâ 20’li yaşlarınızdaki gibi aktif bir şekilde bu hayatı sürdürebiliyor musunuz?
- Evet... Müzik ve spor hayatımda hep olacak.

İnsanlara karşı katı kurallarınız var mıdır? Güveninizi sarsan insanları hayatınızdan siler misiniz mesela?
- Beni üzen, kıran, güvenimi sarsan insanları hayatımda tutmuyorum zaten. Birçok arkadaşımı da bu saydığım nedenlerden dolayı sildim.

YENİ PROGRAMI YARIN BAŞLIYOR

Perşembe günü yeni programınız ekrana gelmeye başlıyor. Biraz bahseder misiniz, nasıl bir program bu?
- Bu bir gece programı. Saat 23.00’te, atv’de yayınlanacak. Adı “Cesur ve Güzel”. ‘Kardeşim’ dediğim bir şarkıcı arkadaşımla beraber sunacağım; Yusuf Güney’le. İlk konuklarımız ise Rafet El Roman ve Şafak Sezer olacak. Sürprizlerle dolu bir gece programı yapacağız.

Peki “Mavi Şeker” ekrana gelmeye devam edecek mi?
- Evet, o yayınlanmaya devam edecek. Biz bu programla birlikte öğle kuşağında ajitasyon dönemini kapattık. Bizden önce sabah ve öğle kuşağında sadece drama vardı, bizimle birlikte eğlenceye dönüş oldu. Bu yüzden mutluyuz. Hepimizin hayatında yeterince sorun var zaten, bari televizyon karşısında kafamızı dağıtalım.

Bir sinema filminde rol almak istemez misiniz?
- Şu an en çok yapmak istediğim şeylerden biri oyunculuk. İyi bir proje gelirse, neden olmasın?

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Doğa Rutkay 'ın Evi


Doğa'nın dünyası


Doğa Rutkay, Fulya'daki evini InStyle Home dergisine açtı.


Dört yıl süren ilişkisinin ardından geçtiğimiz günlerde yollarını ayırdığı Şahan Gökbakar'ın hediyesi Beagle cinsi Poker, evdeki en büyük neşe kaynağı. Rutkay'ın kısa sürede sağlıklı şekilde verdiği fazla kilolarda Poker ile yaptığı uzun yürüyüşlerin de etkisi büyük.

Bir yandan “Kaygan Zemin” adlı tiyatro oyununda rol alan, diğer yandan TRT 1’de yayınlanan “Eğlence Pazarı” programını hazırlayıp sunan ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro eğitimi veren Doğa Rutkay, işten arta kalan zamanını Fulya’daki evinde geçiriyor. Rutkay, ‘huzuru bulduğum yer’ dediği evinin kapılarını, InStyle Home dergisine açtı.

Doğa Rutkay, iki sezondur BKM’de “Kaygan Zemin” adlı trajikomik oyunda rol alıyor. Kadın-erkek ilişkileri üzerine kurulu hikâyede, mutsuz evliliği olan bir kadını başarıyla canlandırıyor. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro eğitimi de veren Rutkay, şu sıralar TRT 1’de “Eğlence Pazarı” adlı programı hazırlayıp sunuyor. Bir yandan mutfağında çayın altını yakarken, diğer yandan programını anlatıyor:
“Engelliler için yapılan bir program bu. Onların başarı hikâyelerine yer veriyoruz. Elde edilen tüm gelir eğitimlerine ayrılıyor.” Sonra da hazırladığı kekleri tabaklara yerleştiriyor özenle. “Bayılırım evime birilerinin gelmesine. Yensin, içilsin... Yemek yapmayı oldum olası sevdim. Aklınıza ne gelirse yaparım” diye gülerek anlatıyor hünerlerini.

MUTFAKTA HARİKALAR YARATABİLİRİM

İş dışındaki zamanlarda evde vakit geçirmekten keyif aldığını söylüyor, “Bu ev içeri girdiğim anda bana nasıl huzur veriyor bilemezsiniz” diye de ekliyor. Mutfakta yemekle uğraşırken, televizyonu hep açık oluyormuş.
“Akşama gelecek arkadaşlarıma siparişleri doğrultusunda yemekler hazırlarım. Bu mutfakta harikalar yaratabilirim” diyor kendinden emin bir tavırla. Tıpkı Oscar ödüllü “Ratatuy-Ratatouille” filmindeki minik fare Remy gibi... “En sevdiğim animasyon filmi ve karakteridir o aynı zamanda. Evde Disneyland’daki mağazasından aldığım bir dolu obje var. Küçücük çocuklarla kuyruğa girmiştim sevimli şapkasını alabilmek için” diye gülerek anlatıyor Ratatuy tutkusunu.

17 YAŞINDAN BERİ YALNIZ YAŞIYORUM

Salon, iki oda, bir banyo ve açık mutfaktan oluşan 165 m2’lik bu evi, Doğa Rutkay’ın annesi Nuran Duru görüp beğenmiş. Fulya’da geçtiğimiz yıllarda inşa edilen bir rezidansın en üst katında yer alan daire, metrekare olarak da binadaki diğer standart dairelerden daha büyük. Rutkay’ın buraya taşınmasında, binanın yeniliği, sunduğu servis, güvenliği ve otoparkı etkili olmuş. Burası onun kendi başına yaşadığı üçüncü evi aynı zamanda.
17 yaşından beri yalnız yaşıyormuş: “Ama hep anneme yakın olmak kaydıyla. Sevdiğim semt anneme yakın olan semttir.” Rutkay, annesine maksimum beş dakika uzaklıkta olmuş hep: “Her sabah mutlaka karşılıklı kahve içeriz annemle. Bundan önce Serencebey’de çok güzel teraslı, küçük bir evde oturuyordum. Asansörü olmadığı için ne arkadaşlarım gelebiliyordu ne de mutfak alışverişine gönül rahatlığı ile çıkabiliyordum” diyor.

REZİDANSIN EN BÜYÜK DAİRESİ

Bu daireye iki yıl önce taşınmış. “Çeşme’de tatil yaparken, annem aradı ve bana göre bir ev bulduğundan bahsetti. Gelip hemen görmemi istedi. Buranın sahibi iki daireyi birleştirerek ofis olarak tasarlamış. Diğer daireler 90 m2’dir bu binada. Aslında evi ilk gördüğümde burada yaşayabileceğimi düşünmedim. Salonu büyük, banyoyu küçük bulmuştum. Ayrıca açık mutfak çok tercihim değildi” diye hızlı hızlı anlatmaya başlıyor.
Ama bu fikirleri evi satın aldıktan sonra tamamen değişmiş: “Burada yaşayıp, evi kendi zevkimle dekore etmeye başlayınca ısındım.”

NEŞE KAYNAĞIM KÖPEĞİM POKER

Yurtdışı seyahatlerinden topladığı esprili aksesuvarlar, ünlü yıldızların siyah-beyaz fotoğrafları, tiyatrocu babası Rutkay Aziz’in ona hediye göz bebeği kitaplar salona ilk girildiğinde hemen göze çarpıyor.
Şahan Gökbakar’ın hediyesi Beagle cinsi köpeği Poker, evdeki en büyük neşe kaynağı. Kısa sürede sağlıklı şekilde verdiği fazla kilolarda Poker ile yaptığı uzun yürüyüşlerin de etkisi büyükmüş. Çok sevdiği kedisi Lena ölünce, Gökbakar üzüntüsünü dindirmek için hediye etmiş Poker’i ona. “Her gün evden Topağacı’na yürürüz Poker’le” diyor ve ekliyor: “Yalnız Beagle alırken iki kere düşünün. Hassas bir köpek. Evde yalnız kalmaya pek gelemez.”

Terasımdaki eğlence kulüpleri aratmaz

“Evimin deniz manzarası belki yok. Ama akşamları ön terasımdaki eğlence, İstanbul’un gece kulüplerini aratmaz. Arkadaşlarım geldiğinde oraya tabure koyup ve tabii müzikle bar ambiyansını çok rahat yakalayabiliyoruz. Ya da salondaki geniş koltuklara yayılıp kız arkadaşlarımla pijama partisi yaparız.”

Şahan’ın hediyesi

Doğa Rutkay’ın salonunun duvarında, dört yıl süren ilişkisinin ardından geçtiğimiz günlerde yollarını ayırdığı erkek arkadaşı Şahan Gökbakar’ın bir sokak karikatüristine çizdirdiği karikatür asılı. Rutkay karikatür için, “Tam bir sürpriz olmuştu. Kedim Lena ve benim fotoğrafıma bakarak çizildi bu” diyor.
29 Haziran 2009 Hürriyet Magazin

medyadan

BlogcuZade Master